Site icon Finans ve Bankacılık

2025 SONRASI TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ: FIRSATLAR, ZORLUKLAR VE STRATEJİK YÖNELİMLER

Türkiye-ABD ilişkileri

Giriş

2024 yılının sonlarında Donald Trump’ın yeniden ABD Başkanlığına seçilmesi hem dünya siyasetinde hem de Türkiye-ABD ilişkileri üzerinde önemli etkiler yaratma potansiyeli taşımaktadır. Trump’ın ikinci döneminde izleyeceği politikaların, sadece ABD iç dengelerini değil, küresel ölçekteki ilişkileri de ciddi şekilde etkileyeceği aşikardır. Bu yeni dönemde Türkiye-ABD ilişkilerinin yönünü tahmin etmek için üç temel faktörün göz önünde bulundurulması gerekmektedir: Türkiye’nin çevresindeki sıcak çatışmalar, uzun süreli sorunlar kümesi ve iki ülke hattında işleyen zarar kontrol mekanizmaları.

Türkiye, büyük ve çeşitlendirilmiş ekonomisi, güçlü ordusu, 83 milyonu aşkın Müslüman nüfusu ve Avrupa ile Orta Doğu arasındaki coğrafi konumuyla her iki bölgede de önemli bir güçtür. NATO’nun 1952’deki kuruluşundan bu yana, Türkiye-ABD ilişkileri her zaman karmaşık olsa da son altı yılda gerilimler artmıştır. Bu blog yazısı, söz konusu faktörler ışığında Türkiye-ABD ilişkilerinden bekleyebileceklerimizi akademik bir yaklaşımla, kaynaklara dayalı olarak irdeleyecektir.

I. Türkiye’nin Çevresindeki Sıcak Çatışmalar ve İlişkilere Etkisi

Donald Trump, seçim kampanyası boyunca Türkiye’nin çevresindeki iki büyük ve sıcak çatışmayı sona erdirme sözü vermiştir: Rusya-Ukrayna Savaşı ve Ortadoğu’daki İsrail-Filistin eksenli gerilimler. Bu krizlerin sona ermesi, Türkiye için bölgesel istikrar ve yeni fırsatlar yaratabilir.

II. Türkiye-ABD İlişkilerindeki Daimî Sorunlar Kümesi

Trump döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrini belirleyecek önemli bir diğer faktör, uzun süreli sorunlar kümesidir. Bu sorunlar sadece başkanlar arası diyalogla çözülemeyen, ABD ve Türkiye’nin dünyayı, bölgeyi ve güvenlik risklerini nasıl gördüğüyle alakalı meselelerdir.

III. Zarar Kontrol Mekanizmaları ve Yeni Fırsatlar

Trump döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinin yönünü belirleyecek üçüncü faktör, Ankara-Washington hattında işleyen zarar kontrol mekanizmalarıdır.

Türkiye’nin NATO’ya olan katkıları sadece askeri değil, aynı zamanda sivil alandaki işbirlikleri ve afet yardımlarıyla da kendini göstermektedir. Örneğin, Pakistan depremi (2005), Libya’dan sivillerin tahliyesi (2011), Japonya depremi ve tsunamisi (2011) ve Ukrayna’ya sağlanan yardımlar (2015-) gibi birçok uluslararası yardım faaliyetine NATO ile koordineli olarak katkı sağlamıştır. Türkiye, 6 Şubat 2023 depremlerinde NATO ve müttefiklerinden önemli dayanışma ve destek görmüş, bu süreçte 1400’den fazla acil durum müdahale personeli Türkiye’ye konuşlanmıştır.

Türkiye, NATO’nun açık kapı politikasının güçlü savunucuları arasında yer almakta ve Balkanlar’ın Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmesini güçlü bir şekilde desteklemektedir. Finlandiya’nın NATO üyeliği sürecinde Türkiye, terörle mücadeledeki haklı beklentilerinin karşılanması üzerine onay vermiş ve İsveç’ten de benzer somut adımlar beklemektedir. Türkiye, PKK/PYD/YPG ve FETÖ gibi terör örgütlerine güvenli liman sağlayan bir ülkeyle askeri ittifak içinde olmanın Türk halkına izah edilemez olduğunu belirtmektedir.

Sonuç

Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, Türkiye-ABD ilişkileri için hem büyük fırsatlar hem de ciddi sınamalar barındırmaktadır. Türkiye’nin bölgesel ve küresel düzeydeki çıkarlarını en iyi şekilde gözetebilmesi için dengeli ve çok boyutlu bir strateji izlemesi gerekmektedir. Bu strateji, bir yandan NATO’daki rolünü sürdürürken ABD ile güvenlik işbirliğini korumayı, diğer yandan AB ile ekonomik ve diplomatik kanalları açık tutmayı içermelidir. Doğru politikaları izlemek kadar, sahadaki başarıların iletişimini doğru kurgulamak da kritik önem taşımaktadır.

İlişkilerdeki daimî sorunlar (özellikle PKK/YPG, FETÖ ve S-400 gibi konular) devam edecek olsa da, Ukrayna ve Ortadoğu’daki çatışmaların sona ermesiyle Türkiye için yeni fırsat ve kazanç alanları oluşabilir. Liderler düzeyindeki doğrudan diyalog ve NATO gibi kurumsallaşmış zarar kontrol mekanizmaları, ilişkilerin pragmatizm çerçevesinde yönetilmesine olanak tanıyacaktır. Ancak, Türkiye’nin özellikle demokrasi, hukukun üstünlüğü ve özgürlükler bakımından eksikliklerini bir an önce tamamlaması ve bölgesinde bağımsız aktör haline gelmek için attığı adımları dikkatli yönetmesi, dışlanma riskini ortadan kaldırmak için elzemdir.

Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak potansiyelini tam anlamıyla kullanabilmesi, sadece liderlerin değil, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve evrensel değerleri gerçek anlamda benimsemiş diplomatik ve kurumsal yapıların da doğru çalışmasına bağlıdır. Bu sayede, sadece Türkiye ve ABD değil, tüm bölge ülkeleri için daha istikrarlı bir gelecek inşa etmek mümkün olabilir.

Exit mobile version