Site icon Finans ve Bankacılık

OSMANLI’NIN DOĞU SİYASETİ: KÜRT BEYLİKLERİYLE İLİŞKİLERDEN MODERN REFORMLARA

OSMANLI'NIN DOĞU SİYASETİ:

Değerli okuyucular, Ramazan Balcı tarafından kaleme alınan “Osmanlının Doğu Siyaseti” adlı kitabı özetleyerek Osmanlı İmparatorluğu’nun stratejik öneme sahip doğu coğrafyasına yönelik analizleri paylaşacağım.

Tarih, sadece geçmişe ait bir anlatı değil, aynı zamanda bugünün de kılavuzudur. Dün, bugünün tarihidir ve bu perspektiften baktığımızda, Kürt meselesi de bu genel önermeden ayrı düşünülemez. Bugün gelinen nokta, milletçe ödediğimiz birden çok ihmalin faturasıdır. Bu sorun, Türkiye’de yaşayan neredeyse herkesin meselesi haline gelmiş, maddi ve manevi kayıplar her geçen gün artmıştır.

Osmanlı’nın Doğu Siyaseti: Temeller ve İlk İlişkiler

Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu siyasetinin anlaşılması için, bölgedeki nüfus yapısının ve dini inançların tarihsel gelişimini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Mervanoğulları‘nın bölgedeki etkisi, siyasi sonuçlarından ziyade nüfus yapısının şekillenmesinde belirleyici olmuştur. Kürtlerin Sünni Şafii mezhebine girişi, Abbasî halifesi El-Mütevekkil Biemrillah ile başlayan Sünnileşme dönemine rastlamaktadır. Bu dönemde kurulan Kürt Mervani Hanedanı‘nın yükselişe geçmesi ve Abbasilerle birlikte hareket etmesiyle bölge, Sünni-Şafii bir karakter kazanmıştır. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in, Abbasî halifesini Fâtımî Devleti yanlısı Şiî Büveyhilere karşı korumak için Bağdat’a yaptığı sefer de bu dini ve siyasi ortamda gerçekleşmiştir.

Osmanlı Beyliği’nin kuruluş dönemine baktığımızda, Kürtlerle ilk temasların organize bir birlikteliği göstermediği anlaşılmaktadır. Orhan Gazi dönemine ait bir olayda, bir savaşta alınacak ganimeti Lala Şahin’e verme sözünü unutan Orhan Bey, sözünden dönmek istemiş ancak Molla Taceddin el-Kürdî‘nin fetvasıyla verilmiş bir şeyin geri alınamayacağına hükmedilince sözünü tutmak zorunda kalmıştır. Lala Şahin de bu servetin büyük bir kısmıyla Bursa’da “Lala Şahiniyye” adıyla anılan medreseyi yaptırmıştır. Bu türden ilk dönem bilgileri, henüz organize bir siyasi veya askeri ittifakın olmadığını göstermektedir. Kürtlerin Osmanlı idaresine girişi, beyliğin kuruluşundan yaklaşık iki asır sonra, Yavuz Sultan Selim’in doğuya yönelmesiyle başlamıştır.

Bu süreçte, Kürtlerin Osmanlı devleti ile kurduğu ilişkilerde İdris-i Bitlisî çok önemli bir rol oynamıştır. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ın vefatı üzerine yerine geçen oğlu Yakup Bey’in (1478) sarayına divan kâtibi olarak giren Bitlisî, Yakup Bey ile birlikte Azerbaycan seferine katılmış ve bu seyahati anlatan “Risâle-i Hazâniyye” isimli eserini yazmıştır. Mevlâna İdris, Akkoyunlu sarayında hükümdar çocuklarına lalalık da yapmıştır. Bu nedenle Hoca Saadettin, İdris-i Bitlisi’yi “Kutlu Müderris” olarak övmüştür. II. Bayezid’in 1485 yılında Memluklulara karşı kazandığı zafer, Yakup Bey adına İdris-i Bitlisi’nin kaleme aldığı tebrikname ile kutlanmıştır.

Yavuz Sultan Selim’in doğu seferi öncesinde, Kürt beyleri Yavuz’a bir mektup göndererek bağlılıklarını bildirmişlerdir. Mektupta, Kızılbaş diyarına yakın ve onlarla iç içe yaşadıkları belirtilerek, yıllardır bu “mülhidler” tarafından evlerinin yıkıldığı ve savaştıkları ifade edilmiştir. Sadece İslam Sultanına olan muhabbetleri nedeniyle bu sapkın inançlara karşı mücadele ettikleri ve bu inancı saf insanları o zalimlerin zulümlerinden kurtarmayı padişahın merhametinden bekledikleri dile getirilmiştir. Kendi başlarına müstakil olarak bu düşmanlara karşı koyamayacaklarını, zira Kürtlerin ayrı ayrı kabile ve aşiret tarzında yaşadıklarını ve sadece Allah’ı bir bilip Muhammed ümmeti olduklarında ittifak halinde olduklarını belirtmişlerdir. Diğer hususlarda birbirlerine uymalarının mümkün olmadığı, ancak padişahın yardımıyla Arap ve Acem Irak’ı ile Azerbaycan’dan o zalimlerin ellerinin kesileceği, özellikle Diyarbakır’ın bu durumdan çok zarar gördüğü vurgulanmıştır.

Osmanlı’nın Doğu Siyaseti: İdari Yapı ve İlk Çatışmalar

Osmanlı İmparatorluğu‘nun doğu vilayetlerindeki idari yapısı, merkezin otoritesini tesis etme ve bölgeyi yönetme amacına yönelik olarak zaman içinde şekillenmiştir. Genellikle Enderun’da yetişen beylerbeyi, bulunduğu eyaletteki tımarlı sipahilerin en üstünde yer alır ve sancakbeyleri üzerinde askeri denetime sahipti. Bunun yanı sıra beylerbeyinin önemli görevleri arasında ili mamur hale getirmek, hükümleri uygulamak, emrindeki askerleri sürekli hazır halde bulundurmak, halka zulmü ve işkence yapılmasını engellemek ve bölgedeki hırsızlık, cinayet gibi suçların önüne geçmek için tedbirler almak da bulunmaktaydı. Beylerbeyi, eyaletin baş sancağı olan “Paşa Sancağı” denilen yerde ikamet ederdi. Ancak sivil yönetim bakımından paşa sancağında bey olmaktan başka bir yetkisi yoktu.

Hükümet sancakları ise, soyları tükenmedikçe hariçten kimsenin tayin edilemediği özel bir statüye sahipti. Bu sancaklara tasarruf eden beyler, sancak dahilinde vergileri bizzat toplama hakkına sahip oldukları gibi, yargı yetkilerini de ellerinde bulunduruyorlardı. Ancak hükümet sancakları da sefer zamanında kuvvetleriyle birlikte beylerbeyinin emrine girmek mecburiyetindeydi. Yurtluk ve ocaklık ile idare edilen sancaklarda ise, beylerden birinin ölümü, azli veya idamı durumunda yerine büyük oğlu; yoksa akrabalarından biri sancak beyi olarak tayin edilirdi. Bu tayin işleminin yapılabilmesi için ahalinin, âyanın, kadının, imamın; kısaca sancağın ileri gelenlerinin hazırladığı mahzarın (toplu dilekçelerin), eyalet valisine verilmesi gerekmekteydi.

Eyalet valisi halkın talebi doğrultusunda tayin işlemini gerçekleştirir ve ardından merkezi hükümeti bilgilendirirdi. Merkezi hükümet, defter kaydını yaptıktan sonra beratını gönderirdi. Mir aşiretlikleri de “Ekrad” ve “Hükümet” sancaklarında olduğu gibi aynı haklara sahipti ve aşiret reisinin yetkileri hükümet sancaklarındaki beylerin yetkileriyle benzerdi.

Osmanlı’nın doğu siyaseti, zaman zaman İran ile olan mücadelelerle de şekillenmiştir. Bu dönemde bazı Kürt beylikleri, coğrafi konumları ve siyasi çıkarları gereği Osmanlı ve İran arasında denge politikası izlemişlerdir. Sultan I. Ahmed döneminde Ali Paşa‘nın İran üzerine yaptığı sefer, Osmanlı’nın doğudaki askeri gücünü göstermesi açısından önemlidir. Ali Paşa, “Ya İranlıları mağlup edeceğim ya da bu uğurda canımı feda edeceğim.” diyerek beraberindeki 3-4 bin kadar Türk süvarisiyle Tebriz’de bulunan İran ordusu üzerine harekete geçmiştir. Tebriz yakınlarındaki Sis mevkisinde İran askeriyle karşılaşan Ali Paşa, askerlerine cesaret verici bir konuşma yaparak Allah’tan yardım dilemelerini, birbirlerinden ayrılmamalarını ve Allah yolunda gazi olmalarını istemiştir.

Düşmanın yolda kendilerini beklediğini, kılıçlarıyla intikam almaları gerektiğini, şehit olmanın her şeyden üstün olduğunu ve gazi olmaya çalışarak mahşere onurla gitmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Düşmanın sayıca çok olmasına rağmen karşılarında saf tutmaları gerektiğini belirtmiştir.

Bu dönemde Tebriz’in İran idaresine geçmesi serhat halkını perişan etmişti. Hicri 1012/1603 yılında yaşanan bu olaydan sonra Selmaslı Gazi’nin birtakım İranlılarla Hakkâri’ye tecavüz etmek istemesi üzerine, Bizan Kalesi civarında Hakkârililer tarafından öldürülmüştür. Tebriz’in İran idaresine geçmesinden birkaç yıl sonra, Zekeriya Bey’in yaşlılığı nedeniyle beyliği bırakmasını isteyen oğulları Yahya Bey ve Zeynel Bey arasında anlaşmazlık yaşanmıştır. Yahya Bey, babasının yerine kaymakam tayin edilmiştir.

Osmanlı’nın Doğu Siyaseti: Yerel Aktörler ve Çatışmalar

Yahya Bey’in idaredeki başarısı İstanbul’da duyulmuş ve padişahın memnuniyet bildiren fermanını almıştır. Padişah, 1024/1615 senesinde Van Valiliğine tayin edilen Tekeli Mehmet Paşa’ya onun hakkında tavsiyelerde bulunmuştur. Aynı yıl Revan-Erivan seferi düzenlenmiş ve padişah, büyük bir veziri serdarlığa getirerek Erivan üzerine büyük bir ordu sevk etmiştir. Ordunun büyüklüğü her yeri korkutacak derecedeydi ve serdar, Halep’te sefer hazırlıklarını tamamlamıştır. Hudutta ikamet eden Kürt beylerine de kapıcılarla hilatler gönderilerek sefere hazır olmaları ve düşmandan esir almaları emredilmiştir.

Ancak sefere katılan Yahya Bey ile Tekeli Mehmet Paşa arasında anlaşmazlık çıkmıştır. Yahya Bey’in ordugahın dışında attan inerek yere oturması ve kendi süvarilerini etrafına toplaması, paşanın gönderdiği süvarilerin hareketinden duyduğu öfkeyi ve kırgınlığı göstermiştir. Paşa özel bir adam göndererek Yahya Bey’i çadırına davet etmiş, ancak Yahya Bey olduğu yerde kalacağını söyleyerek davete icabet etmemiştir. Bu duruma öfkelenen paşa, süvarilerine Yahya Bey ve etrafındakilerin atlarını almalarını emretmiştir. Bunun üzerine Yahya Bey ve adamları, paşaya doğru hücum etmişlerdir.

Karadere’de dehşetli bir çarpışma başlamış, Yahya Bey bizzat paşanın üzerine saldırarak göğsüne bir hançer vurmuştur. Çatışmada her iki taraftan da çok sayıda süvari ölmüş, paşa ve Yahya Bey de ölenler arasındaydı. Bu olay üzerine Revan seferi gerçekleşememiş, Tekeli Mehmet Paşa Van’da, Yahya Bey ise Çölemerik’te toprağa verilmiştir (1026/1617). Tekeli Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra Elçi Mehmet Paşa Van valisi olmuş, Zekeriya Bey ise Çölemerik’te Hakkâri beyliğine geri dönmüştür. Yahya Bey’in oğulları İmadüddin ve Süleyman Beyler, Şitak’ta babalarından kalan bir köye yerleşmişler, ancak amcaları Zeynel Bey’den hiçbir iyilik görmemişlerdir. Buna içerleyen İmadüddin Bey, anne tarafından dedesi olan Cezire Beyi Şeref Paşa’nın yanına gitmiş, ancak orada da hoşnut kalmayarak İran’a geçmiştir. İran’da Şii mezhebinin baskısına dayanamayarak tekrar Osmanlı topraklarına geri dönmüştür.

Şeref Bey, İmadüddin’e çok sayıda mal ve hizmetçi vermiş ve beyliğini sınır boyunda güvence altına almak istemiştir. Büyük bir çabayla çalışan İmadüddin, Çehrik Kalesi’ni tamir ettirmiş ve kısa sürede büyük bir şöhret kazanmıştır. Amcalarının elinde kalan babasına ait malları geri almak için harekete geçmiş, Elbak’ta bulunan amcası İbrahim Bey’den bunları zorla almış ve Şeref Bey’in de bazı eşyalarına el koymuştur. Bu durum amcalarıyla arasının açılmasına neden olmuştur. Şeref Bey, İmadüddin’e gizli bir suikast düzenlenmesi için Selmas hakimiyle anlaşmış, ancak Selmaslıların Çehrik’e bağlı bir köyü yağmalaması bu anlaşmayı ortaya çıkarmıştır. İmadüddin, Selmas ile Tebriz arasında İranlılarla küçük çaplı savaşlar yapmış ve Yalnızağaç mevkisinde çıkan çatışmada büyük bir başarı kazanmıştır.

Van’ı İranlılardan kurtaran Murtaza Paşa, Şeref Bey’e haber göndermiştir. Hakkâri Beyi Şeref Bey, Van’a yardım göndereceğini bildirdiği halde sözünü tutmamıştır. İranlılar Van’ın etrafından uzaklaştırıldıktan sonra sıra Hakkâri beyini değiştirmeye gelmiş ve Çehrik’te sadık ve gayretli bir şekilde hükümet eden İmadüddin Bey ilk akla gelen isim olmuştur. Paşa bir süre düşündükten sonra Hakkâri’nin idaresini Yahya Beyzade İmadüddin’e verme kararı almış, iltifat dolu bir mektup ile fikrini bildirerek kendisini Van’a davet etmiştir. İmadüddin, paşanın mektubunu okuyunca Zeynel Bey ve Şeref Bey’e karşı duyduğu güceni dile getirmiştir.

İmadüddin Bey’e Hakkâri beyliği tayin emri verilmiş ve paşanın gösterdiği iltifatlar uzun yıllar anlatılmıştır. Emrine bir miktar Van askeri verilerek Vastan ve Şitak yoluyla Çölemerik’e gönderilmiştir. Şitak’ta bir ay kadar oyalanan İmadüddin Bey, kışın ilk günlerinde Çölemerik’e girerek Şeref Bey’i yakalatmış ve kardeşi Süleyman Bey’e kısas olarak idam ettirmiştir (1043/1633). İmadüddin Bey, Hakkâri’nin her tarafında adaletli bir idare kurmuş, bu başarısıyla padişahın takdirini kazanmış ve beylerbeyi unvanıyla birlikte Kars eyaleti kendisine arpalık olarak verilmiştir. Selmas cihetindeki çatışmalarla meşgulken Hakkâri’de Gülabî adında bir beyin karışıklık çıkardığını öğrenerek geri dönmüş ve Gülabî’yi yakalayıp idam ettirmiştir.

İmadüddin Bey, Hakkâri’ye tayininden yedi sene sonra 1049/1640 senesinde vefat etmiştir. Bu tarihi olaylar, klasik dönemde Osmanlı Devleti ile Kürt beyliklerinin karmaşık ilişkilerini ve yerel güç dengelerini açıkça ortaya koymaktadır. Beyler bağlı bulundukları eyalet valisi tarafından tayin edilmekte, iç işlerine karışılmamakta, kendilerine bağlı nahiyelere kendi yöneticilerini atayabilmekteydiler. Beylik sınırları içerisinde nüfus sayımı veya arazi yazımı yapılmamakta, devletin vatandaşa doğrudan vergi uygulaması söz konusu değildi. Hakkâri beyi, yıllık olarak Van valisine belirli bir miktar yardımda bulunur, savaş zamanında askeriyle orduya katılırdı. Askerlik aynı zamanda kazanç kaynağı olduğu için herkes asker olmak isterdi ve ne kadar asker getirileceği önceden bildirilmezdi. Bu anlayış uzun süre devam etmiştir.

Osmanlı’nın Doğu Siyaseti: Yenileşme Çabaları ve Sonuçları

Osmanlı İmparatorluğu’nun yenileşme dönemiyle birlikte, doğu siyasetinde de yeni yaklaşımlar benimsenmeye çalışılmıştır. Ancak, bu dönemde yerel beyliklerin kendi çıkarlarını koruma çabaları ve merkezi hükümetin otoritesini tesis etme gayretleri arasında çeşitli gerilimler yaşanmıştır. Kendi hallerine bırakılan bu beyliklerin, aslında Kürt toplumunun da zararına işlediği açıktır. Ne yerleşmeye ne tarım ve hayvancılıktaki gelişmelere ne de eğitime açık bir kapı vardı. Cehalet artmış, kan davaları ciddi kayıplara yol açmaktaydı. Güçlü Batılı devletlerin şehirleşme, aydınlanma ve sanayi devrimi gibi konularda ilerleme kaydettiği bir dönemde bu bölgeleri kendi haline bırakmak, o insanlara yapılan zulme ortak olmak anlamına geliyordu. Bu nedenle, aşiretlerin yerleşik hayata geçirilmesi ve merkezi otoritenin güçlendirilmesi önemli bir hedef haline gelmiştir.

Yeni idari düzenlemelerin uygulanması sırasında birçok zorlukla karşılaşılmış, bölge halkını ikna ve teskin etmek üzere nasihat heyetleri gönderilmiştir. Ancak bu çabalar istenilen sonucu vermemiştir. Kürt beyleri, daha önce yurtluk, ocaklık veya hükümet tarzında tasarruf ettikleri yerlerde aynı usulle devam etmek istiyorlardı. Kürtler, Tanzimat’la başlatılan reform hareketlerinin yalnızca Hristiyanlar ve Süryaniler için yapılıyor olmasına ve kendilerinden sadece ‘vahşi başıbozuklar’ olarak söz edilmesine alınmışlardı.

Sultan II. Abdülhamid dönemi, doğu siyasetinde farklı bir yaklaşımın benimsendiği bir zaman dilimidir. Sultan Abdülhamid, halkla duygusal bağ kurmanın ve özellikle dini liderler aracılığıyla nüfuz tesis etmenin önemini anlamıştır. İslam dünyasında şeyhlerin sahip olduğu konumu takdir etmiş ve onların halk üzerindeki etkisini kullanarak halkın sevgisini saltanat ve hilafete yönlendirmeye çalışmıştır. Aynı şekilde şeyhler de sultanın teveccühü sayesinde halk nezdindeki mevkilerini güçlendirmişlerdir. Bu dönemde Aşiret Mektebi gibi eğitim kurumları kurulmuş, ancak beklenen başarı sağlanamamıştır. Ayrıca, bölgedeki aşiretleri devlete bağlamak amacıyla Hamidiye Alayları kurulmuştur. Ancak bu alayların zaman zaman çevre köylere zarar verdiği yönünde şikayetler de olmuştur.

Bütün bu çabalara rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde doğu bölgelerinde güvenlik sorunları devam etmiştir. Ancak, Millî Mücadele döneminde Kürtler, Türklerle omuz omuza mücadele etmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde önemli sayıda temsilciyle yer almışlardır. Lozan Konferansı’nda İngilizlerin özerk Kürdistan teklifini reddeden Kürt milletvekilleri, Türklerle olan tarihi ve dini birlikteliklerine vurgu yapmışlardır. Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey’in mecliste yaptığı konuşmalar, Kürtlerin bu dönemdeki ulus bilinci ve Türkiye’nin bütünlüğüne olan inançlarını açıkça ortaya koymaktadır. Yusuf Ziya Bey’in de ifade ettiği gibi, Türkler ve Kürtler arasındaki kardeşlik bağı yüzyıllara dayanan ortak bir tarih, din, toprak ve kader birliğinin sonucudur. Bu tarihi gerçeklik, Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu siyasetinin inişli çıkışlı seyri içinde dahi, bölge halklarının ortak aidiyet duygusunu ve vatanseverliğini en nihayetinde galip kılmıştır.

Exit mobile version