Giriş
Suudi Arabistan Krallığı, Arap isyanlarıyla birlikte başlayan belirsiz bir süreçte hem iç hem de dış politikada kapsamlı bir değişim ve dönüşüm hamlesi içerisindedir. Özellikle 2015 yılından itibaren Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın (MbS) iktidara yükselişiyle birlikte, ülke kurulduğu günden bu yana en esaslı ve köklü değişimini yaşamaktadır. Bu süreç, geleneksel din-siyaset dengelerini sarsan kültürel, dinî ve ekonomik reformları beraberinde getirirken, aynı zamanda dış politikada alternatif arayışları ve mega projelerle gerçekleştirilmeye çalışılan ekonomik dönüşümü içermektedir. Krallık, aile içi taht rekabetinin yol açtığı riskler, aşiretler ve nüfuzlu gruplar arasındaki çekişmeler gibi ciddi iç belirsizliklerle karşı karşıya kalırken, Covid-19 pandemisi ve düşük petrol fiyatları gibi dış faktörlerin yarattığı zorluklarla da mücadele etmektedir.
Bu çalışma, Suudi Arabistan’ın geçmekte olduğu bu dinamik süreci, yaşanan dönüşümlerin temel bileşenlerini ve ülkenin gelecek projeksiyonunu analitik bir perspektifle ele almayı amaçlamaktadır. Bu blog yazısında, ülkedeki geleneksel yapıların (din, kabileler) devletle ilişkisinin tarihsel gelişiminden başlayarak, mevcut siyasi, sosyal, ekonomik ve askerî yapıyı detaylandırılmakta; Arap Baharı’nın ülkeye etkileri ve Muhammed bin Selman döneminin getirdiği reformlar ile yeni dış politika arayışlarını sebep-sonuç ilişkisi içerisinde incelenmektedir.
Suudi Arabistan Krallığı’nın Temelleri ve Gelişimi
Suudi Arabistan’ın kuruluşu, Suudi ailesi ile Vehhabi hareketinin başarılı bir ittifakının sonucu olarak değerlendirilebilir. Muhammed bin Abdulvehhab’ın varislerinden Şeyh ailesi ile Suud ailesinin büyük dedesi Muhammed bin Suud arasında 1744 yılında yapılan ittifak, bugünkü Suudi devletinin dinî ve siyasi meşruiyetinin temelini oluşturmuştur. Abdülaziz İbni Suud, 1902 yılında Riyad Kalesi’ni ele geçirerek modern krallığın temellerini atmış ve kendisine bağlı bedevileri yerleşik hayata geçirmek için hecer/hicre adı verilen yerleşim alanları kurmuştur. Bu yerleşimcilerden oluşan İhvan, Abdülaziz’in askerî gücünü oluşturmuş, ancak daha sonra merkezî otorite ile ideolojik ve dinî sebeplerle çatışmıştır. Devlet, kuruluşunda Vehhabi ideolojiyi motor güç olarak kullansa da İbni Suud’un İngilizlerle ilişkileri ve dinî politikaları siyasi meşruiyetini pekiştirmede hayati rol oynamıştır.
Petrolün keşfiyle birlikte Suudi Arabistan’ın ekonomik ve toplumsal yapısı hızla değişmiştir. Özellikle ABD ile kurulan Aramco (Arabian American Oil Company) şirketi, ülkenin petrol üretimini kontrol altına alırken, aynı zamanda ekonomik, sosyal ve eğitim programlarının hayata geçirilmesinde etkili olmuştur. Kral Faysal döneminde petrol, dış politika aracı ve siyasi bir silah olarak kullanılmış, 1973 petrol ambargosuyla OPEC’in uluslararası güç kazanması sağlanmıştır. Petrol gelirlerindeki artış, ülkeye büyük ekonomik kaynak sağlamış ve Arap dünyasındaki siyasi liderliğini güçlendirmiştir. Bu dönemde artan savunma harcamaları, ordunun modernleştirilmesini gerektirmiş ve Riyad yönetimi, petrolden kazandığı paraları Batılı silah şirketlerine ve bankalara yatırarak bir denge oluşturmuştur.
Din-Devlet İlişkileri ve Toplumsal Yapı
Suudi Arabistan’da din ve devlet, ulema (din âlimleri) ve umera (yerel emirler) arasındaki uzlaşmaya dayanmaktadır. Ulema, Suudi ailesine toplumu yönetme meşruiyeti sağlarken, devlet de dinî ve geleneksel âdetlerin uygulanmasına izin vermiştir. Ancak zamanla, devletin bürokratik yapılaşmasıyla birlikte ulemanın gücü kademeli olarak zayıflatılmış. Kral Faysal döneminde Âlimler Meclisi (Meclisu Heyetu’l Kibaru’l Ulema) ve İfta Kurumu gibi organlar kurularak din alanı devletin merkezî otoritesine bağlanmıştır. Ulema, resmî olarak devletin ücretli memur kadrosuna dâhil edilmiş ve siyasetin dışında kalmasına karar verilmiştir. Buna rağmen, yapılan sosyal ve kültürel değişimler (örneğin televizyonun getirilmesi) ciddi dinî muhalefetle karşılaşmış, bunun en kanlı örneği 1979 Kâbe baskını olmuştur.
1990’daki Körfez Savaşı sırasında ABD askerlerinin Suudi topraklarında konuşlanması, Sahve (Uyanış) ulemasının sert muhalefetine yol açmış, hükümet bu muhalefeti baskılamış ve birçok din adamı gözaltına alınmış veya ülkeden kaçmak zorunda kalmıştır. Sahve hareketinin baskılanması, hanedanın Batı karşısında insan hakları ihlalleri eleştirilerine karşı elini güçlendirmiştir. Günümüzde ulemanın rolü büyük ölçüde Suudi hanedanın icraatlarını meşrulaştırmakla sınırlı kalmıştır.
Kabilelerin Rolü: Ülkenin kurucusu İbni Suud, kabile liderlerini ve mensuplarını bürokrasiye dâhil ederek veya evlilik yoluyla devlet mekanizmasına entegre etmeye çalışmış ve Vehhabilik aracılığıyla kabilelerin yaşam alışkanlıklarını dönüştürmüştür. Suudi toplumunda yarı bedevilik veya yarı şehirlilik yapısı hâkimdir. Ülke genelinde irili ufaklı 70’ten fazla kabile bulunmaktadır. Bunlar arasında Kahtaniler, Uteybe, Aneze (Suudi ailesinin mensup olduğu kabile), Harb, Muteyr, Şammarlar, Asir, Suhul, Gamid ve Devasir öne çıkmaktadır.
Bazı kabileler (örneğin Uteybe ve Suhul), devlet bürokrasisinde ve önemli kurumlarda geniş temsil gücüne sahiptir. Kabileler, güvenlik güçleri için insan kaynağı sağlamaktadır. Kan bağına dayalı kabilevi kimlik, kentleşme ve modernleşmeyle birlikte giderek zayıflasa da gelenekler gereği kabileler hâlen mensuplarına sahip çıkabilmekte ve hanedan içi muhalifler kabilelerine sığınabilmektedir. Ayrıca, hanedan, kabileler ve ulemadan oluşan üçlü meşruiyet çemberindeki denge hâlâ önemini korumaktadır.
Muhammed bin Selman Dönemi ve Reform Arayışları
2015 yılında Kral Selman bin Abdülaziz’in tahta geçmesiyle, Suudi siyasetinde radikal değişiklikler yaşanmaya başlanmıştır. Kral Selman’ın oğlu Muhammed bin Selman’ı Veliaht Prens olarak ataması, binlerce prensin ve farklı çıkar gruplarının bulunduğu hanedan içinde ciddi yankı bulmuş ve muhalefetle karşılaşmıştır. Muhammed bin Selman, iktidara geldikten sonra ülkenin çehresini değiştirmeyi ve petrole bağımlılığı azaltmayı vaat eden Vizyon 2030 programını başlatmıştır. Bu program, yabancı yatırımları çekmek, ekonomiyi çeşitlendirmek, turizmi artırmak, özel sektörü büyütmek, kamu sektöründeki istihdamı azaltmak, vergi gelirlerini artırmak ve mega projeler inşa etmek gibi hedefleri içermektedir.
NEOM gibi devasa akıllı şehir projeleri, ülkenin geleceğini şekillendirecek, liberal elit gruplar oluşturmayı ve kabile kültürünü, dinî bağları zayıflatmayı hedeflemektedir. Ancak bu ekonomik reformlar, düşen petrol gelirleri, bütçe açığı, yüksek genç işsizliği ve Covid-19 pandemisi gibi zorluklarla karşı karşıyadır. Sübvansiyonların azaltılması ve vergilerin artırılması gibi adımlar, halkın refah seviyesini etkileme potansiyeli taşımaktadır.
Sosyal ve Dinî Reformlar
Vizyon 2030 kapsamında önemli sosyal ve dinî reformlar da hayata geçirilmiştir. 35 yıllık sinema yasağı kaldırılmış, restoranlarda müzik çalınmasına ve eğlence aktivitelerine izin verilmiştir. Ahlak polisinin (Mutava) yetkileri kısıtlanmış. Kadınların araç kullanmasına izin verilmiş, kamusal alanda cinsiyet ayrımı kuralları esnetilmiş, kadınların bir erkeğin izni olmaksızın iş kurabilmesi ve boşanan kadınların çocuk velayetini alabilmesi gibi düzenlemeler yapılmıştır. Ayrıca kadınların kıyafetleriyle ilgili düzenlemeler gevşetilmiş, abaye giyme zorunluluğu kaldırılmıştır.
Bu reformlar, toplumda ve ulema sınıfında rahatsızlıklara yol açsa da geri adım atılmadan uygulanmaktadır. Dinî alanda ise, “ılımlı İslam” söylemi öne çıkarılarak, daha liberal bir toplum inşa edileceği vaat edilmiştir. Aşırıcılıkla mücadele kapsamında ders kitapları düzenlenmiş ve nefret vaaz eden din görevlilerine yaptırımlar getirilmiştir. Resmi ulema, Muhammed bin Selman’ın reform sürecini desteklemiştir. Ancak, reformların dışarıdan gelen baskılar sonucunda mı yoksa doğal bir süreçle mi olduğu tartışmaları devam etmektedir. Kontrollü sekülerleşmenin kabileciliğe ve aşiretçiliğe karşı bir alternatif haline gelmesi, geleneksel yapıda ısrar eden kesimlerde kaygı uyandırmaktadır.
Yeni Dış Politika Hamleleri
Muhammed bin Selman’ın savunma bakanlığı gibi stratejik görevlere getirilmesiyle Suudi dış politikasında agresif ve iki ayaklı bir çizgi izlenmeye başlanmıştır. Bir yandan İran’ın bölgesel etkinliğini sınırlandırmak, bir yandan da Arap isyanlarından sonra ortaya çıkan değişim talepleri ve bu talepleri destekleyen ülkelere karşı bölgesel statükoyu korumak hedeflenmiştir. Riyad yönetimi, Arap Baharı isyanlarını kendi rejimine sıçrama tehlikesi olarak algılamış ve bu süreci durdurmak için aktif karşı tutum benimsemiştir.
Bahreyn’e asker gönderilmesi, Mısır’da Sisi darbesinin desteklenmesi, Yemen’deki iç savaşa müdahale ve Katar’a yönelik abluka, bu politikaların somut örnekleridir. Muhammed bin Selman, İran karşıtı bir Arap cephesi inşa etmeyi hedeflemiş ve bu uğurda ABD teşvikiyle İsrail ile dahi yakınlaşmaktan kaçınmamıştır. Bu pragmatik yaklaşım, İran’a karşı denge arayışının yanı sıra Batı kamuoyundaki imajı düzeltme çabasını da içermektedir.
Batılı ülkelerden gelen eleştiriler ve oluşan belirsizlik ortamı (özellikle Cemal Kaşıkçı cinayeti sonrasında uluslararası prestijin zarar görmesi ve yatırım planlarının iptali) Veliaht Prensi alternatif iş birliği arayışlarına yöneltmiştir. Suudi Arabistan, Çin ile kapsamlı stratejik ortaklıklar kurmuş ve Çin, ülkenin en büyük ticari ortağı haline gelmiştir. Ekonomik çeşitlendirme, teknoloji transferi, terörle mücadelede iş birliği ve diplomatik dayanışma beklentileri, Çin ile ilişkilerin ideolojik farklılıkların önüne geçmesine sebep olmuştur. Benzer şekilde, ABD’nin Ortadoğu’ya azalan ilgisi ve İran tehdidi karşısında Rusya da Suudi Arabistan için dengeleyici bir aktör olarak görülmeye başlanmıştır. Türkiye ile ilişkiler ise Arap Baharı sürecindeki farklı yaklaşımlar (Türkiye’nin değişimi, Suudi Arabistan’ın statükoyu desteklemesi) nedeniyle bozulmuş, ancak Katar ablukasının kaldırılması gibi son gelişmelerle bir iyileşme sinyali ortaya çıkmıştır.
Zorluklar ve Gelecek Senaryoları
Suudi Arabistan, Muhammed bin Selman yönetiminde önemli dönüşümler yaşarken, aynı zamanda ciddi zorluklarla karşı karşıyadır. Hanedan içi taht rekabeti, aşiretler ve nüfuzlu gruplar arasındaki çekişmeler, ekonomik baskılar (bütçe açığı, işsizlik), geleneksel yapıların reformlara direnci ve artan toplumsal bölünme endişeleri ülkenin iç istikrarını tehdit edebilir. Muhammed bin Selman’ın gücü şahsında toplaması da çeşitli riskler barındırmaktadır.
Dış politika alanında ise, İran ile süregelen gerilim, Yemen’deki savaşın maliyeti ve başarısızlığı, bölgesel ittifakların kırılganlığı (Katar ablukasının sonu), ve özellikle Joe Biden yönetimi altında ABD ile ilişkilerdeki potansiyel değişim ülkenin önündeki başlıca dışsal belirsizliklerdir. Cemal Kaşıkçı cinayeti gibi olaylar, Veliaht Prens’in uluslararası imajına zarar vermiş ve dış yatırımları etkilemiştir.
Reformların geleceği konusunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bir kesim, bu reformların topluma zarar vereceğini savunurken, yeni orta sınıf ve gençler modernleşmede geç kalındığını düşünmektedir. Bazı uzmanlar ise reformların derin toplumsal, kültürel ve dinî meseleleri perdeleyen yüzeysel değişiklikler olduğunu, baskının arttığını ve toplumsal eşitsizliğin derinleştiğini öne sürmektedir.
Sonuç
Suudi Arabistan, Arap isyanlarının tetiklediği bölgesel değişim ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın liderliğinde eşi benzeri görülmemiş bir dönüşüm sürecindedir. Ülkenin geleneksel dayanakları olan din-devlet ittifakı ve kabile yapısı sarsılırken, ekonomik modelini petrolden uzaklaştırma ve toplumu modernleştirme çabaları hız kazanmıştır. Sosyal kısıtlamaların gevşetilmesi, kadın haklarına yönelik adımlar ve “ılımlı İslam” söylemi, uluslararası imajı düzeltme ve değişen iç toplumsal beklentilere yanıt verme amaçlı stratejik hamleler olarak değerlendirilmektedir. Dış politikada ise, İran karşıtlığı ekseninde şekillenen daha agresif bir tutum benimsenmiş ve yeni bölgesel ve küresel ittifaklar aranmıştır.
Bununla birlikte, bu iddialı dönüşüm süreci, hanedan içi çekişmeler, kabile ve nüfuzlu grupların direnci, ekonomik kırılganlıklar ve sosyal gerilimler gibi önemli iç riskler barındırmaktadır. Dış faktörler (petrol fiyatları, pandemi, ABD politikası) da ülkenin geleceğini doğrudan etkilemektedir. Reformların yüzeysel kalma ihtimali ve artan baskılar endişe kaynağıdır. Suudi Arabistan, mevcut kırılgan dengeleri yönetme ve gelecekteki olası şoklara karşı dayanıklılık geliştirme konusunda ciddi bir sınavdan geçmektedir. Ülkenin önümüzdeki dönemdeki rotası, iç dinamiklerin dönüşümü ve dışsal baskıların etkileşimi sonucunda şekillenecektir ve bu süreç hem bölgesel hem de küresel düzeyde önemli yansımalara sahip olacaktır.