Giriş
Ekonomik eşitsizlik, çağımızın en önemli ve tartışmalı konularından biri olmaya devam etmektedir. Gelir ve servet dağılımındaki uçurumlar, sosyal adaletten ekonomik istikrara kadar pek çok alanda derin etkilere sahiptir. Bu bağlamda, Thomas Piketty’nin on beş yıllık kapsamlı araştırmasına dayanan ve 2013 yılında tamamladığı “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” adlı eseri, modern eşitsizlik tartışmalarına yeni bir boyut kazandırmış ve geniş yankı uyandırmıştır.
Bu blog yazısında, Piketty’nin bu çığır açan çalışmasından elde edilen temel bulgular ve kavramlar ışığında, gelir ve servet eşitsizliğinin tarihsel dinamiklerini, günümüzdeki tezahürlerini ve geleceğe yönelik olası eğilimlerini inceleyeceğiz. Piketty’nin vurguladığı gibi, kesin tanımlanmış kaynaklar, yöntemler ve kavramlar olmaksızın eşitsizlik konusunu sistematik ve metodik bir şekilde incelemek mümkün değildir. Bu nedenle, bu yazı boyunca Piketty’nin titiz araştırmasına ve ampirik kanıtlara dayanan analizine sıkça başvuracağız.
Eşitsizlik Tartışmalarına Tarihsel Bir Bakış: Malthus’tan Kuznets’e
Piketty, eşitsizlik konusundaki tartışmaları tarihsel bir bağlama oturtarak, farklı dönemlerde öne sürülen teorileri ve yaklaşımları ele almaktadır. Thomas Malthus ve David Ricardo gibi klasik iktisatçılar, kıtlık ilkesi ve nüfus artışının ekonomik gelişmeyi sınırlayabileceği yönündeki endişeleriyle bilinirken, Karl Marx, kapitalin sonsuz birikimi ve bunun sonucunda artan eşitsizlik öngörüsünde bulunmuştur. Ancak Piketty, bu “apokaliptik” öngörülere karşı, Simon Kuznets’in 1955 yılında ortaya koyduğu ve ileri kapitalist gelişme aşamalarında gelir eşitsizliğinin otomatik olarak azalacağını savunan iyimser teorisine (“Kuznets eğrisi”) dikkat çekmektedir.
Kuznets’in bu teorisi, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası “otuz şanlı yıl” olarak adlandırılan dönemdeki ekonomik büyüme ve göreli refah artışı ile desteklenmiş gibi görünmektedir. Ancak Piketty, Kuznets’in teorisinin Soğuk Savaş döneminin siyasi atmosferinden de etkilendiğini ve az gelişmiş ülkeleri “özgür dünyanın yörüngesinde” tutma amacını taşıdığını belirtmektedir. Piketty’ye göre, gelir eşitsizliğinin dinamikleri ancak uzun vadeli bir perspektifle ve vergi kayıtları gibi tarihsel kaynaklar kullanılarak incelenebilir. Kendisi de Anthony Atkinson ve Emmanuel Saez gibi önemli araştırmacılarla işbirliği yaparak, yirmi ülkeyi kapsayan geniş bir tarihsel gelir eşitsizliği veri tabanı oluşturmuşlardır. Özellikle ABD’de 1970’lerden itibaren en üst %1’lik kesimin gelirindeki “şaşırtıcı büyüme” bu çalışmalarla ortaya konulmuştur.
Temel Bir Ayrışma Gücü: r>g
Piketty’nin çalışmasının merkezinde yer alan ve eşitsizliğin uzun vadeli dinamiklerini anlamak için kritik öneme sahip olan kavram, sermaye getiri oranı (r) ile ekonomik büyüme oranı (g) arasındaki ilişkidir. Piketty’nin temel tezi, sermaye getiri oranının sürekli olarak ekonomik büyüme oranından yüksek olması durumunda (r> g), miras yoluyla edinilen servetin, emek geliriyle elde edilen servetten daha hızlı bir şekilde artacağıdır. Bu durum, zamanla servet yoğunlaşmasının artmasına ve eşitsizliğin derinleşmesine yol açmaktadır. Piketty, bu ilişkinin uzun vadede “güçlü ve istikrarsızlaştırıcı etkilere” sahip olabileceğini vurgulamaktadır. Kümülatif büyüme ve kümülatif getirilerin yasaları, bu temel eşitsizlik dinamiğinin anlaşılmasında kilit rol oynamaktadır.
Piketty, 1700’den 2010’a kadar İngiltere ve Fransa için yaptığı tahminlerle, küresel sermaye getiri oranının tarihsel olarak büyüme oranının üzerinde seyrettiğini göstermektedir. Yirmi birinci yüzyıl için ise, bu oranın yaklaşık %4 civarında devam edebileceği öngörülmektedir. Bu durum, miras yoluyla edinilen servetin öneminin azalmadığı, hatta bazı durumlarda artabileceği anlamına gelmektedir. Balzac’ın “Goriot Baba” romanındaki Vautrin karakterinin Rastignac’a verdiği öğüt, çalışma, yetenek ve çabayla sosyal başarıya ulaşmanın yanıltıcı olabileceği, zenginliğin büyük ölçüde miras yoluyla elde edildiği bir toplumu yansıtmaktadır. Piketty, günümüzde de emek gelirine kıyasla miras yoluyla edinilen servetin göreli öneminin değişip değişmediği sorusunu bu bağlamda ele almaktadır.
Emek Geliri ve Servet Eşitsizliği: Günümüzdeki Durum
Piketty’nin analizi, eşitsizliğin sadece servet yoğunlaşmasıyla sınırlı olmadığını, aynı zamanda emek geliri dağılımında da önemli eşitsizliklerin mevcut olduğunu göstermektedir. Örneğin, İskandinav ülkelerinde (1970’ler-1980’ler) nispeten düşük emek geliri eşitsizliği görülürken, ABD’de (2010) ve gelecekte (2030) bu eşitsizlik seviyesinin önemli ölçüde yüksek olduğu tahmin edilmektedir. En üst %10’luk kesimin emek gelirindeki payı, düşük eşitsizlikli toplumlarda %20 civarında iken, yüksek eşitsizlikli toplumlarda %35 ve hatta %45’e ulaşabilmektedir.
Servet sahipliği eşitsizliği ise emek geliri eşitsizliğinden çok daha belirgindir. İskandinav ülkelerinde (1970’ler-1980’ler) orta seviyede bir servet eşitsizliği görülürken, Avrupa’da (1910) ve olası yüksek eşitsizlik senaryolarında (örneğin, Avrupa 1910 ve ABD 2010), en üst %10’luk kesimin toplam servetteki payı %70 ve hatta %90’a kadar çıkabilmektedir. En üst %1’lik “dominant sınıf”ın servetteki payı ise bu eşitsizlik yapısında önemli bir yer tutmaktadır. Piketty, Yüksek gelir elde edenlerin çoğunluğunun (%9’luk kesim) aslında doktor, avukat, tüccar gibi serbest meslek sahipleri ve girişimcilerden oluştuğunu belirtirken, en üst %1’lik kesime ulaşmak ve ortalama gelirin onlarca katı bir gelire sahip olmak için önemli miktarda varlık sahibi olmanın daha olası olduğunu vurgulamaktadır.
Eğitim, Teknoloji ve Piyasa Dışı Faktörlerin Rolü
Piketty, emek geliri eşitsizliğinin belirlenmesinde eğitim ve teknolojinin önemli rol oynadığını kabul etmekle birlikte, bu faktörlerin tek başına son yıllarda gözlemlenen eşitsizlikteki keskin artışı açıklamakta yetersiz kaldığını savunmaktadır. Claudia Dale Goldin ve Lawrence F. Katz’ın çalışmalarında gösterdiği gibi, üniversite mezunları ile lise mezunları arasındaki ücret farkı artmıştır. Ancak Piketty, özellikle en üst %1’lik ve %0,1’lik kesimlerin gelirlerindeki “patlamanın” daha belirgin bir olgu olduğunu ve bu durumun yüksek eğitim almış kişiler arasında dahi önemli farklılıklar yarattığını belirtmektedir.
ABD’de 1970’ten bu yana en üst %10’luk kesimin ulusal gelirdeki payındaki artışın büyük ölçüde (%75’e yakını) en üst %1’lik kesimin performansından kaynaklanmaktadır. Bu durum, teknolojik değişim ve eğitim düzeyindeki artışın eşitsizliği azaltacağı yönündeki “marjinal verimlilik teorisi” ve “teknoloji ve eğitim arasındaki yarış” hipotezinin sınırlılıklarını ortaya koymaktadır.
Piketty, benzer teknolojik değişimlerin ve ekonomik büyüme oranlarının gözlemlendiği farklı zengin ülkelerde (ABD, Avrupa, Japonya) gelir dağılımlarının farklı şekillerde evrilmesinin, bu teorilerin yetersizliğini gösterdiğini savunmaktadır. Ona göre, üst düzey yöneticilerin maaşlarındaki “patlama”, sadece marjinal verimlilikle değil, aynı zamanda firmaların büyüklüğü, yönetim karmaşıklığı ve “meritokratik aşırılık” olarak adlandırdığı, modern toplumların belirli bireyleri “kazanan” olarak belirleme ve onları cömertçe ödüllendirme ihtiyacıyla da ilişkilidir.
Küresel Servet Sıralamaları ve Mirasın Rolü
Piketty, Forbes gibi dergiler tarafından yayınlanan küresel servet sıralamalarına temkinli yaklaşmakla birlikte, bu tür bilgilerin küresel servet dağılımı ve zaman içindeki evrimi hakkında önemli bir sosyal talebi karşıladığını belirtmektedir. Ancak, bu sıralamaların önemli metodolojik sorunları olduğunu ve miras yoluyla edinilen servetlerin büyüklüğünü düşük tahmin ettiğini vurgulamaktadır. Bunun nedeni, gazetecilerin kapsamlı vergi kayıtlarına ve diğer resmi bilgilere erişiminin sınırlı olması ve genellikle halka açık şirketlerin hissedarlarına odaklanmalarıdır.
Miras yoluyla edinilen servetler genellikle daha çeşitlendirilmiş portföylerde tutulduğu için bu tür bir yaklaşım mirasın boyutunu ölçmeyi zorlaştırmaktadır. Piketty, bu nedenle, bu tür sıralamaların mirasın sermaye oluşumundaki rolü veya servet eşitsizliğinin evrimi gibi hassas konuları incelemek için çok sağlam bir temel oluşturmadığını belirtmektedir. Ayrıca, bu tür yayınların genellikle girişimcileri yücelten ve “hak edilmiş servetin” faydasını vurgulayan ideolojik bir eğilime sahip olabileceğine dikkat çekmektedir. Piketty, servetin ahlaki hiyerarşisi üzerine yapılan sonuçsuz tartışmaların ötesine geçmek için mali bir yaklaşımın (örneğin, aşamalı bir sermaye vergisi) daha uygun olabileceğini savunmaktadır.
Üniversite Vakıfları ve Sermaye Getirilerindeki Eşitsizlik
Bireysel karakter tartışmalarından uzaklaşarak sermaye getirilerindeki eşitsizliği daha iyi anlamak için Piketty, Amerikan üniversitelerinin vakıf fonlarının son yıllardaki gelişimini incelemenin faydalı olduğunu belirtmektedir. ABD’de yüz milyon dolarlardan on milyarlarca dolara kadar değişen büyüklüklerde çok sayıda üniversite vakfı bulunmaktadır. Harvard, Yale, Princeton ve Stanford gibi en büyük vakıflar on milyarlarca dolarlık varlık yönetmektedir. Piketty’nin dikkat çektiği önemli nokta, vakıf büyüklüğü arttıkça elde edilen yıllık reel getiri oranının da artmasıdır.
Bir milyar doların üzerindeki vakıflar yıllık %10’a yakın reel getiri elde ederken, 50 milyon doların altındaki vakıfların getirisi %5 civarında kalmaktadır. Bu durumun temel nedeni, portföy yönetimindeki ölçek ekonomileridir. Büyük vakıflar, dünyanın en iyi yatırım fırsatlarını belirleyebilecek üst düzey portföy yöneticilerine yüksek ücretler ödeyebilirken, küçük vakıfların böyle bir kapasitesi bulunmamaktadır. Bu örnek, büyük servet sahiplerinin daha yüksek getiri elde etme ve servetlerini daha hızlı büyütme potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir.
Sosyal Hareketlilik ve Eğitim Kurumlarının Rolü
Bütün ülkelerde kamu eğitim harcamalarının temel amaçlarından biri sosyal hareketliliği teşvik etmektir. Ancak Piketty’nin analizleri, yirminci yüzyılda ortalama eğitim seviyesindeki önemli artışa rağmen, kazanılmış gelir eşitsizliğinin azalmadığını göstermektedir. Yüksekokul diplomasının artık ilkokul diplomasının yerine geçtiği, üniversite diplomasının ise lise diplomasının anlamını taşıdığı bir “vasıf kayması” yaşanmıştır. Ancak bu durum, farklı beceri hiyerarşilerinde kazanan ve kaybedenlerin daha hızlı değiştiği anlamına gelmemektedir.
Mevcut veriler, eğitim ve kazanılmış gelirlerin kuşaklar arası korelasyonunun uzun vadede daha fazla hareketliliğe işaret etmediğini, hatta son yıllarda hareketliliğin azalmış olabileceğini göstermektedir. Piketty, İskandinav ülkelerinde kuşaklar arası geçişkenliğin en düşük, ABD’de ise en yüksek olduğunu belirtmektedir. Yüksek öğretime erişimin ücretsiz olması gerektiği yönündeki yaygın Avrupa inancı ile ABD’deki daha eşitsiz sisteme doğru bir yönelimin engellenmesi, bu konudaki farklı yaklaşımları yansıtmaktadır.
Ancak Piketty, ücretsiz yükseköğretimin tek başına tüm sorunları çözmeyeceğini, Pierre Bourdieu ve Jean-Claude Passeron’un analizlerinde vurguladığı gibi, sosyal ve kültürel seçilim mekanizmalarının da etkili olduğunu belirtmektedir. Fransa’daki “grandes écoles” sistemi, daha avantajlı sosyal kökenlere sahip öğrencilere daha fazla kamu kaynağı ayırırken, daha mütevazı geçmişlerden gelen üniversite öğrencilerine daha az kaynak ayrılması bu duruma bir örnektir. Piketty, “cumhuriyetçi meritokrasi” söylemi ile mevcut sistemin eşitsizlikleri artıran gerçekliği arasındaki uçuruma dikkat çekmektedir.
Sonuç
Thomas Piketty’nin “Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital” adlı eseri, eşitsizlik konusundaki tartışmalara kapsamlı bir tarihsel ve ampirik temel sunmaktadır. Çalışma, sermaye getiri oranının ekonomik büyüme oranından sürekli olarak yüksek olmasının (r> g), servet yoğunlaşmasını ve eşitsizliği artıran temel bir dinamik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Piketty’nin detaylı analizleri, sadece servet eşitsizliğinin değil, aynı zamanda emek geliri eşitsizliğinin de önemli boyutlarda olduğunu ve eğitim ve teknoloji gibi faktörlerin eşitsizliği azaltma potansiyelinin sınırlı kaldığını göstermektedir.
Üniversite vakıflarının farklı getiri oranları örneği, büyük servet sahiplerinin sermayelerini daha hızlı büyütme avantajına sahip olduğunu somut bir şekilde gözler önüne sermektedir. Piketty’nin vurguladığı gibi, sosyal bilimciler, ekonomik olayları sadece teorik modellerle değil, aynı zamanda tarihsel veriler ve diğer sosyal bilim disiplinleriyle işbirliği içinde anlamaya çalışmalıdır.
Eşitsizlik konusundaki bilimsel araştırmaların, demokratik tartışmayı bilgilendirme, önyargılı veya sahte kavramları açığa çıkarma ve tüm pozisyonları sürekli eleştirel incelemeye tabi tutma gibi önemli bir rolü bulunmaktadır. Sonuç olarak, Piketty’nin çalışması, eşitsizliğin karmaşık ve çok boyutlu bir olgu olduğunu, sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal, siyasi ve kültürel faktörlerin de bu dinamikleri şekillendirdiğini hatırlatmaktadır. Eşitsizlikle mücadele ve daha adil bir toplum inşa etme çabaları, bu kapsamlı analizlerin ışığında daha bilinçli ve etkili bir şekilde yürütülebilir.