Giriş
İnsanlık tarihi boyunca toplumların sosyoekonomik gelişimi, farklı dönemlerde farklı yaklaşımlarla tanımlanmış ve ölçülmüştür. Günümüzde bilginin bir meta olarak dolaşımda olduğu enformasyon çağında, toplumların sosyoekonomik durumlarının karşılaştırmalı analizi büyük önem taşımaktadır. Geleneksel kalkınma anlayışı uzun bir dönem boyunca ulusal gelir artışı ve sanayileşmeye dayalı ekonomik büyümeyi kalkınma ile özdeşleştirmiştir. Gayri safi ulusal hâsıla (GSYİH) ve kişi başına düşen ulusal gelir gibi ekonomik göstergeler, kalkınmayı en iyi yansıtan sayısal veriler olarak kabul edilmiştir. Ancak bu gelir odaklı yaklaşım, kalkınmanın gerçek refahı ölçmekte yetersiz kaldığı eleştirileriyle karşılaşmıştır.
Bu eleştirilere yanıt olarak, gelişme ekonomisinde “insani gelişme” anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu anlayış, kalkınmanın merkezine insanı koyar ve bireylerin yaşam kalitelerinin yükseltilmesine odaklanır. İnsani gelişme yaklaşımının felsefi temeli, Amartya Sen tarafından geliştirilen “yapabilirlik yaklaşımı”dır. Bu yaklaşıma göre, ekonomik gelişme insanların daha kaliteli yaşaması için bir araç olmalıdır; bireyler ekonomik gelişmenin araçları değil, nihai hedefleridir. Yapabilirlik, belirli bir işlevi kazanma veya farklı yaşam biçimlerini elde etme özgürlüğüdür. Bir toplumun başarısı, bireylerinin yararlandığı temel özgürlüklerin ve yapabilirliklerin genişliği ile ölçülebilir.
İnsani Gelişme Endeksi (İGE), 1990’dan bu yana Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından hazırlanan İnsani Gelişme Raporlarında ülkelerin yaşam kalitesi ve standardını değerlendiren bir ölçüm birimi olarak kullanılmaktadır. İGE, uzun ve sağlıklı bir hayat, bilgili olma ve iyi bir yaşam standardına sahip olma gibi üç temel boyutu ele alır.
Ancak İnsani Gelişme Endeksi de bazı eleştirilere tabi tutulmuştur. Bu eleştiriler, gelir eşitsizlikleri, çevre, özgürlük ve insan hakları gibi önemli göstergelerin dahil edilmemesini sorgulamaktadır. İslami perspektiften bakıldığında ise, İnsani Gelişme Endeksi’nin yalnızca materyal gerçekliklere odaklanması ve değerlere herhangi bir referans vermemesi nedeniyle yetersiz olduğu dile getirilmiştir. Bu bağlamda, Müslüman entelektüel çevrelerde, insanı merkeze alan İslami öğretilere dayalı alternatif insani gelişme endeksleri geliştirme çabaları yoğunlaşmıştır.
İslami Gelişme Yaklaşımının Temelleri ve Göstergeleri
İslami anlayışta gelişme, bireyin dünya ve ahirette “felah”ına ulaşmasını sağlayacak kapsamlı bir süreci ifade eder. Felah, ırk, renk, yaş veya cinsiyet fark etmeksizin tüm insanların maddi ve manevi refahını yükseltmeyi amaçlayan kuşatıcı bir kavramdır. Bu yaklaşım, sadece ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda siyasi katılım, hukukun üstünlüğü, yolsuzlukla mücadele, nitelikli eğitim ve sosyal adalet gibi alanlarda kurumsal kalitenin iyileştirilmesini de içerir.
İslami gelişme çalışmalarının temelini, “Makâsıdü’ş-Şerîa” (Şeriatın amaçları) prensibi oluşturur. Bu prensip, insanlığın maddi ve manevi bütünlüğünü kapsayan gelişimi hedefler ve beş temel unsurun korunmasını ve geliştirilmesini amaçlar:
- Dinin korunması: İslam’ın şartları ve ibadetlerin yerine getirilmesi gibi unsurları içerir.
- Hayatın korunması: Ortalama yaşam süresi ve gıda güvenliği gibi göstergelerle ölçülebilir.
- Nefsin/Soyun korunması: Çocuk ölüm oranları, cinayet suçu oranları ve çevresel güvenlik gibi faktörleri kapsar.
- Aklın korunması: İlk, orta ve lise eğitimi gibi unsurlarla ilgilidir.
- Malın korunması: Mal güvenliği ve faizsiz finansal sistem gibi konuları içerir.
Bu beş unsurun gelişimi, insanların dünyada ve ahirette felaha erişmesini sağlamayı hedefler. İslami gelişme, denge, istikrar ve çok boyutluluk üzerine kurulu kuşatıcı bir çerçeveye sahiptir.
Konvansiyonel insani gelişme endeksleri, maddi ve somut gelişmişliği ölçerken değerlere bir referans vermediği için İslami perspektiften yetersiz bulunmuştur. İslami gelişme kavramına göre, kâmil bir gelişme için insanın çok boyutlu doğası göz önünde bulundurulmalı; gelişmişlik çalışmalarına yalnızca maddi değil, ahlaki ve manevi boyutlar da dahil edilmelidir. Bu yaklaşım, geleneksel kalkınma anlayışını, gelişme kavramını basitleştirme ve tek boyutlu inceleme nedeniyle antropolojik ve teleolojik açılardan eleştirir. Bazı araştırmacılar, İslami gelişmenin amacının konvansiyonel olana ahlaki ve manevi göstergeler ekleyerek mevcut eksiklikleri tamamlamak olduğunu ifade ederler.
İslami Gelişme Endeksi (İGE) çalışmaları genellikle Suudi Arabistan, Endonezya ve Malezya gibi ülkelerde yoğunlaşmış olup, İslami Araştırmalar ve Eğitim Enstitüsü (RTI) ve İslam Kalkınma Bankası (IsDB) gibi kurumlar bu alanda aktif rol oynamaktadır. Hendrie Anto, ulusal gelişme endekslerinden hareketle İslami Gelişme Endeksi geliştirirken, H. Hasan ve Salman Ali bireysel anketlere dayanarak Şeriat eksenli bir endeks oluşturmuşlardır.
İslami İyi Oluş (Wellbeing) Endeksi
İslami gelişmenin maddi ve manevi boyutunu vurgulayan çalışmaların yanı sıra, bireylerin iyi oluşlarını İslami açıdan ölçen “İslami İyi Oluş (Wellbeing) Endeksi” de geliştirilmiştir. Bu endeks, iman ve salih amellerin Müslüman bireylerin manevi mutmainliğini sağlaması açısından önemli olduğu kabulüyle, İslam’ın gerekliliklerinin hangi oranda yerine getirildiğini ölçer.
Batchelor’a göre, İslami İyi Oluş Endeksi, rol model olabilecek ülkeleri tespit etmek ve devletlerin vatandaşlarının iyi oluşlarını artırmak adına uygulayacağı politikalara rehberlik etmek açısından önemlidir. İslam siyaset düşüncesinde yöneticinin performansı, yönetilenlerin refahına göre değerlendirildiğinden, bu endeks yöneticiler ve uygulanan politikalar hakkında da bilgi verir.
Batchelor’un Pew Araştırma Merkezi, Transparency International, Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası verilerini kullanarak oluşturduğu endeks beş göstergeye sahiptir:
- Ortaokul eğitimi
- Kadınlara iyi davranma
- Çocuk bakımı
- Gelir dağılımı
- Yolsuzluk oranı
Aydın’ın Tevhidi antropolojiyi esas alarak geliştirdiği İslami gelişme endeksi ise sağlık, eğitim ve gelir göstergelerine ek olarak şu unsurları da içerir:
- Maneviyat
- Yolsuzluk
- Ahlakilik
- Toplumsallık
- Özgürlük
- Güvenlik
Endeks Sonuçları ve Tartışmalar
İslami Gelişme Endeksi çalışmalarında yapılan karşılaştırmalı analizler, dikkat çekici sonuçlar ortaya koymuştur. Örneğin, İnsani Gelişme Endeksi’nde birinci sırada yer alan Malezya, İslami Gelişme Endeksi’nde üçüncü sıraya gerilerken, Endonezya İslami Gelişme Endeksi’nde birinci sırada yer almasına rağmen BM İnsani Gelişme Endeksi’nde altıncı sıradadır. Genel olarak, bu endeksler kamu kaynaklarının yönetiminde ahlaki prensiplerin uygulanmasında Müslüman ülkelerin başarılı olmadığını göstermiştir; dini yaşantı kişisel hayatta etkisini gösterirken, kamusal alanda bu etki düşmektedir.
Hossein Askari tarafından geliştirilen “İslamilik Endeksi” de bu alandaki önemli çalışmalardan biridir. Bu endeks, ülkelerin ekonomi, hukuk ve yönetişim, siyasi haklar ve insan hakları ve uluslararası ilişkiler bakımından İslami kriterlerle ne kadar uyumlu olduğunu ölçmeyi amaçlar. Endeks, namaz veya oruç gibi kişisel ibadetleri değerlendirmeye almaz. Aksine, hukuksal bütünlük, yolsuzluğun önlenmesi, güvenlik, devlet etkinliği, medeni ve siyasi haklar, sosyal refah, kişisel özgürlük, kadın hakları, eğitime ve sağlık hizmetlerine erişim ve demokrasi düzeyi gibi kriterlere odaklanır.
İslamilik Endeksi’nin en çarpıcı bulgusu, genellikle Müslüman olmayan ülkelerin, özellikle Yeni Zelanda, Kanada ve Kuzey Avrupa ülkelerinin, İslami kriterlere göre daha yüksek sıralamalarda yer almasıdır. Bu durum, Müslüman ülkelerin pratik uygulamalarda İslami öğretilerden uzaklaştığını göstermektedir. Endeksi hazırlayanlar, Müslüman ülkelerin İslami değerlerin, özellikle ekonomik adalet hususunda, en iyi temsilcileri olmadığını belirtmişlerdir.
Ancak İslamilik Endeksi de eleştirilere maruz kalmıştır. En büyük eleştirilerden biri, endeksi somut hale getiren göstergelerin her birinin İslami öğretilerle birebir ilişkisinin kurulmasındaki zorluktur. Bazıları, bu endeksin “İslamîlik” kelimesini kullanarak popülerlik kazanmayı amaçladığını ve bilinçli olmasa da bir istismar içerdiğini savunmaktadır. Ayrıca, endeksin Müslümanlarla ilgili bir ayrıştırıcılık özelliği olmadığını, ne Müslümanların durumunu ve sorunlarını anlamada ne de çözüm üretmede katkı veren bir bilgi üretmediğini düşünenler de vardır. Eleştirmenler, endeksin kapsamı, sınıflandırması ve metodolojisiyle ilgili sorunları olduğunu ve Batı’nın gelişmişliğinin ön kabulüne dayanarak Batılı olmayan toplumların kalkınma sorunlarını inanç ve kültüre dayalı ideolojik bir çerçevede açıkladığını belirtir. Bu durumun, Batı’daki sömürgeciliğin azgelişmişlik sorunları üzerindeki etkilerini gizlemeye yönelik olabileceği de dile getirilmiştir.
Türkiye’nin Konumu ve Genel Değerlendirmeler
Türkiye’nin insani gelişme açısından durumu incelendiğinde, raporlar Türkiye’nin düzenli ancak dengesiz bir gelişme eğilimi içinde olduğunu göstermektedir. Türkiye orta gelişme kategorisinde bir ülkedir ve aynı veya daha alt gelir düzeyindeki ülkelerle karşılaştırıldığında eğitim ve okullaşma endeks değerleri daha düşüktür. Bu bulgular, insani gelişmişlik alanında Türkiye’nin gelir boyutunun güçlü, bilgi boyutunun ise zayıf olduğunu gösterir. Türkiye’nin uluslararası insani gelişmişlik performansında, kendi içinde iyi bir gelişim izlemesine rağmen, diğer orta kategorideki ülkelerin de başarılı performans göstermesi nedeniyle sıralamada büyük oynamalar gerçekleşmemiş ve üst gelişmişlik kategorisine yükselmek mümkün olamamıştır. Özellikle vurgulanması gereken nokta, Türkiye’nin ekonomi alanında sağladığı başarıyı bireylerinin yaşam kalitesine yansıtamamış olmasıdır. İslamilik Endeksi’nde ise Türkiye 95. sırada yer almıştır.
İslami STK’ların Dönüşümü ve Etik Finans
Toplumsal düzeyde, İslami sivil toplum kuruluşları (STK’lar) da gelişim ve değişim içinde olup, toplumsal refaha katkıda bulunmaktadırlar. Son yirmi yılda İslami STK’lar, geleneksel informel cemaatsel yapılardan formalleşmiş kurumsal yapılara doğru bir geçiş yaşamıştır. Bu kurumsallaşma süreci, hukuksal yapıdaki rahatlamalar ve yeni medya/iletişim kaynaklarının etkisiyle hızlanmıştır. Misyonlarında içe dönük bilinçlendirme faaliyetlerinden dışa dönük bilgilendirme ve proje temelli çalışmalara doğru bir kayma yaşanmıştır. Bu durum, STK’ların mevcut sistemle uyumsuzluktan ziyade, sisteme entegrasyonu özendiren bir mahiyet kazanmalarına yol açmıştır.
Mali kaynaklar açısından da önemli bir değişim yaşanmıştır; geleneksel hayırseverlik ve dini dayanışma kaynaklarına ek olarak, girişimcilikle zenginleşmiş kişilerin finansörlüğü ve giderek artan dış kaynaklı proje fonları (uluslararası fonlar, kamu fonları) önem kazanmıştır. Bu mali değişim, İslami STK’ların kurumsal yapılarını, toplumsal ilişkilerini ve faaliyet biçimlerini etkilemiştir. Ayrıca, cemaatsel temelli gönüllü ilişkilerden profesyonel örgütsel yapılara doğru bir evrilme söz konusudur. Bu profesyonelleşme, kadınların İslami STK’lardaki katılım ve etkinliklerinin artmasına da yol açmıştır. Mekânlar da kapalı alanlardan daha görünür ve erişilebilir kamusal mekânlara dönüşmüştür. Nihayetinde, İslami STK’lar devlete rakip bir konumdan, sosyal refah müessesesi olarak devlete yardımcı bir konuma doğru evrilmiştir.
İslami finans da bu etik ve sorumlu gelişme arayışının bir parçasıdır. Etik finans, parasal kaynakların ahlaki temellere dayalı olarak yaratılması, tahsisi, değişimi ve yönetimini ifade eder. İslam’ın bütün temel ilke ve kuralları içine etik boyutlar yerleşiktir. İslami finans, faizin yasaklanması, kar ve zararların paylaşılması, haram mal ve sektörlerden kaçınma, spekülasyon ve belirsizliğin yasaklanması gibi belirli etik ilkelere tabidir. Bu yönleriyle Batı bankacılık ve finans sistemine bir alternatif oluşturmaktadır. İslami finans, çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim kriterlerini içeren sosyal sorumluluk yatırımları ile benzerlikler taşır. Amacı, insanların ve gelecek nesillerin refahını, inançlarını, hayatlarını ve servetlerinin korunmasını teşvik etmektir. İslami finansın, sürdürülebilir kalkınmanın tüm işlev ve unsurlarını kapsayan bir finans doktrini olduğu ifade edilmektedir.
Özeleştiri ve Gelecek Odaklılık
İslami gelişme tartışmaları, Müslüman dünyasının kendi içsel sorunları ve İslamofobi oluşumundaki sorumluluğu konusunda da özeleştirel bir bakış açısı gerektirdiğini ortaya koymaktadır. Müslümanların, Batı’nın elini güçlendiren ancak İslam’ın ruhuyla bağdaşmayan eylem ve söylemlerini göz ardı etmemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Toplumsal olarak asıl sorunun eleştirme değil, özeleştirme yetersizliği olduğu belirtilir. Kişilerin veya kurumların kutsallaştırılması, hoşgörüsüzlük, tefrika, İslam’ı geçmişte dondurmak ve evrensel ahlak anlayışının üretilememesi gibi konular, İslam dünyasının yüzleşmesi gereken sorunlar arasındadır. Özellikle şiddet ve terör yanlısı örgütlerin dini istismar etmesi, İslam’ın barış ve hoşgörü dini olduğu kanısını silmeye yol açmıştır.
Sonuç
“İnsani Gelişime Alternatif Bir Bakış: İslami Gelişme Endeksleri” başlıklı makale ve ilgili kaynaklar, geleneksel ekonomik ve insani kalkınma modellerinin sınırlılıklarına dikkat çekerek, İslami öğretilere dayalı çok boyutlu bir gelişme anlayışının gerekliliğini vurgulamaktadır. İslami gelişme endeksleri, insan refahının yalnızca maddi göstergelerle değil, aynı zamanda ahlaki, manevi, sosyal ve kültürel boyutlarla birlikte ele alınması gerektiğini savunur. “Felah” ve “Makâsıdü’ş-Şerîa” gibi temel İslami kavramlar, bu alternatif kalkınma paradigmasının felsefi ve pratik çerçevesini oluşturur.
Bu endeksler ve yaklaşımlar, Müslüman toplumların mevcut durumlarını, ekonomik başarılarının ötesinde, İslami değerlerle ne kadar uyumlu olduklarını değerlendirmeleri için bir araç sunar. Karşılaştırmalı analizler, çoğu Müslüman ülkenin ekonomik potansiyellerine rağmen, hukukun üstünlüğü, yolsuzlukla mücadele, eğitim kalitesi ve sosyal adalet gibi alanlarda İslami ideallerden uzak kaldığını gözler önüne sermiştir. Bu durum, kişisel dindarlığın kamusal alana yansımasında sorunlar olduğunu göstermektedir.
Öte yandan, etik finans ve İslami sivil toplum kuruluşlarının dönüşümü gibi alanlar, İslami ilkelerin pratik hayata aktarılması ve toplumsal refaha katkı sağlanması noktasında umut verici gelişmeler sunmaktadır. İslami finans, faizsizlik, risk paylaşımı ve haram sektörlerden kaçınma prensipleriyle etik bir alternatif sunarken, İslami STK’lar da kurumsallaşma, profesyonelleşme ve dışa dönük faaliyetlerle toplumun ihtiyaçlarına yanıt vermektedir.
Sonuç olarak, İslami gelişme endeksleri, Müslüman dünyası için sadece niceliksel değil, niteliksel ve değer odaklı bir ilerleme yol haritası sunmaktadır. Bu çalışmalar, mevcut eksiklikleri tespit etmeye ve İslami öğretilerin ruhuna uygun, insan odaklı, adil ve sürdürülebilir bir kalkınma modelini inşa etmeye yönelik sürekli bir çabayı temsil etmektedir. Özeleştirinin bu süreçteki önemi ve Batı’nın ilerlemesinin altında yatan adalet ve ahlaki değerlerin İslami prensiplerle benzerliği, Müslüman toplumların gelecekteki gelişim stratejileri için önemli dersler barındırmaktadır. Bu, statik bir geçmişe takılıp kalmak yerine, İslam’ın dinamik ve çağa uygun yorumlarını geliştirerek küresel sorunlara çözüm üreten bir anlayışa yönelme çağrısıdır.