Giriş
Finansmanın ekonomik gelişimdeki kritik rolü, günümüz küresel ekonomik yapısında giderek daha belirgin hale gelmektedir. Özellikle dinamik ve yenilikçi girişimlerin ortaya çıkışı ve büyümesi için yeterli ve uygun finansman mekanizmalarının varlığı büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda, tarihsel derinliği olan ve risk paylaşımına dayalı bir finansman modeli olan Mudarebe akdi hem İslam hukuku literatüründe hem de modern finans sistemlerinde dikkat çekmektedir.
Mudarebe, “emek-sermaye ortaklığı” olarak tanımlanan ve taraflardan birinin sermayeyi, diğerinin emeği ortaya koyarak kurduğu bir ortaklık türüdür. Bu akit, özellikle yeterli sermayeye sahip olmayan yetenekli girişimciler için finansman temini açısından stratejik bir rol oynamıştır. İslam medeniyetinde yaygın olarak uygulanan Mudarebe, Orta Çağ’da Avrupa’ya “commenda” ismiyle geçmiş ve büyük ölçüde benzerlik gösteren bir emek-sermaye ortaklığı olarak varlık bulmuştur. Daha yakın dönemlerde ise, kar-zarar ortaklığı anlayışına dayanan Girişim Sermayesi (Venture Capital) sisteminin, bu tarihsel evrimin bir sonucu olduğu ve Mudarebe ile şaşırtıcı benzerlikler taşıdığı bilimsel araştırmalarla ortaya konmuştur.
Bu çalışmanın temel amacı, Mudarebe akdinin İslam hukuku, özellikle Hanefi mezhebi kaynakları ışığında fıkhi çerçevesini, mudaribin tazmin sorumluluğu meselesini ve bu konudaki tarihsel fıkhi çözümleri (hiyel) ele almaktır. Ayrıca, Mudarebe ile modern Girişim Sermayesi arasındaki tarihsel ve yapısal benzerlikler ortaya konacak, bu modellerin günümüz Katılım Bankacılığı ve Para Vakıfları gibi İslami finans kurumlarındaki uygulamaları, karşılaşılan zorluklar ve potansiyeller değerlendirilecektir. Türkiye bağlamında Girişim Sermayesi sisteminin mevcut durumu ve Mudarebe’nin bu alandaki uygulanabilirliğine dair öneriler sunulması da çalışmanın kapsamındadır. Bu konuların derinlemesine analizi, hem klasik İslami finans prensiplerinin güncel finansal ihtiyaçlara nasıl cevap verebileceğini göstermesi hem de Türkiye’nin girişimcilik ekosistemini desteklemesi açısından önem arz etmektedir.
Mudarebe Akdi: İslam Hukukunda Temel Esaslar
Mudarebe sözleşmesi, emek ve sermayenin katılımına dayanan bir ortaklık sözleşmesidir. Bu akitte iki temel taraf bulunur: sermayedar (rabbü’l-mâl) ve girişimci (mudârib, dârib veya âmil). Sermayedar, işin yürütülmesi için gerekli sermayeyi sağlarken, mudarib ise bu sermayeyi kullanarak ticaret veya benzeri işleri yürütür. Mudarebe akdinde sermayenin genellikle nakit (altın veya gümüş) olması gerektiği ve emtianın nakdi değerinin zaman içinde değişmesi ve bu değeri belirlemedeki belirsizlikler nedeniyle şirket sermayesi yapılması caiz görülmediği Hanefi mezhebi kaynaklarında ifade edilmiştir. Akit sermayesinin ve kar oranının bilinir olması akdin geçerliliği için şarttır. Akdin hükmen başlayabilmesi için sermayenin tamamı ya da bir kısmının mudaribe teslim edilmiş olması da gerekmektedir.
Mudarebe akdi, mudaribin yetki sınırları açısından iki temel şekilde kurulur: mutlak mudarebe ve mukayyed mudarebe. Mutlak mudarebede mudarib, ticaret örfüne ve şirket yararına uygun olmak kaydıyla geniş bir hareket serbestliğine sahiptir ve genellikle herhangi bir sınırlama bulunmaz. Mutlak mudarebede mudaribin alım satım yapma, iş için yolculuğa çıkma, vekalet verme, rehin ve icare akitleri kurma gibi tüccarın adeten yaptığı işlemleri yapma yetkisi vardır. Mukayyed mudarebede ise mudarib, şirket menfaatini ve örfü gözetmenin yanı sıra sermayedar tarafından belirlenen kayıt ve şartlara riayet etmekle yükümlüdür. Mudaribin mukayyed mudarebede belirlenen şartların dışına çıkması durumunda gasp hükmünde olacağı ve bu durumda şirket zarar ederse veya sermaye malı telef olursa tazminle sorumlu olacağı belirtilmiştir.
Mudaribin statüsü işin farklı aşamalarında değişiklik gösterir. Sermaye mudaribin elinde nakit olarak kaldıkça vedîa (emanet) hükmündedir. Mudarib, sermayede tasarruf yetkisi kazandığında sermayedarın vekili statüsünde bulunur. Kâr elde edilmesi durumunda ise kârda ortak sıfatıyla hak sahibi olur. Mudarebede elde edilen kâr, taraflar arasında önceden belirlenen oranlara göre paylaşılır. Kâr ancak oran olarak belirlenebilir; belirli bir miktarın talep edilmesi akdi fasit kılar. Zarar durumunda ise genel kural, zararın sermayedar tarafından karşılanmasıdır. Mudarib, emeği karşılığında bir şey alamamakla zarara ortak olmuş olur. Ancak mudaribin ihmal, kusur veya kötü niyeti bulunmadığı sürece sermayeyi tazminle yükümlü değildir.
Hanefi Mezhebinde Mudaribin Tazmin Sorumluluğu ve Fıkhi Çözümler (Hiyel)
Mudaribin zarar veya itlaf/hasar durumunda İslam hukuku açısından sermayeyi tazminle sorumlu olmaması, mudarebe sözleşmesinin özellikle Katılım Bankaları tarafından riskli görülmesinin önemli sebeplerinden biridir. Bu nedenle mudaribin tazmin sorumluluğu meselesinin fıkhi çerçevesinin çizilmesi ve günümüz uygulamaları açısından ele alınması önem arz etmektedir. Hanefi mezhebinde mudaribin tazminle sorumlu olmaması ilkesi, mezhebe bağlı kalınarak hüküm verilen ve üzerinde ihtilaf bulunmayan müsellem bir konudur. Bu kuralın temelinde, fıkıhta benimsenen risk-damân (risk-garanti) dengesi mantığı yatar. Bu mantığa göre, şirkette riske sokulan sermaye oranında tazmin sorumluluğu üstlenilir.
Mudarib şirkete sermaye koymadığı için kural olarak tazmin sorumluluğunu üstlenmez. Elde edilen getiri de genel anlamda sermayeyi ortaya koyma, emek verme ya da tazmin sorumluluğunu üstlenme neticesinde elde edilir. Mudarebede sermayedar sermayesi sebebiyle, mudarib ise emeği sayesinde kâra hak kazanır.
Ancak, uygulamada mudaribin tazmin sorumluluğu ile ilgili benimsenen görüşe mutabık kalma noktasında problemler yaşanmış, bu durum Osmanlı dönemi fetvalarında görülen farklı türden hile ve fıkhi çözümlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Fıkıh doktrininde, değişen hayat şartlarıyla uyuşmayan hükümler karşısında fakihler, “hiyel” (hilenin çoğulu) adı verilen çıkış yollarını kullanmışlardır. “Hile-i şer’iyye” olarak da adlandırılan bu yöntemler, fıkıh kurallarını uygulanabilir kılma konusunda bir çözüm yolu olarak değerlendirilebilir.
Hanefi mezhebinde mudaribin emin olarak görülmesi ve kasıt veya kusuru bulunmadıkça tazminle yükümlü olmaması kuralı da dönemin ticari uygulamalarındaki problemleri giderme amacıyla hile-i şer’iyyeye konu edilmiş meselelerden biridir. Bu çerçevede, klasik dönem Hanefi eserlerinde mudaribi tazminle sorumlu tutmaya yönelik bazı hileler geliştirilmiştir. Bu hilelerdeki temel mantık, mudaribin karz alan kişi (borçlu) olma vasfından yararlanarak onun tazmin sorumlusu olmasını sağlamaktır. Bu fıkhi çözümlerle, mudaribi tazminle sorumlu tutmak suretiyle muhtemel suiistimallerin önüne geçmenin amaçlandığı sonucuna ulaşmak mümkündür. Günümüzde de işletmeci tarafın suiistimalinden kaynaklanması muhtemel problemleri engellemek için bu fıkhi çözümlerin kullanım imkânı bulunduğu belirtilmiştir.
Mudarebe, Commenda ve Girişim Sermayesi: Tarihsel Bağlantılar ve Yapısal Benzerlikler
Mudarebe, İslam medeniyetinde ortaya çıkmış ve uygulanagelmiş en yaygın finansman tekniklerinden biridir. İlk dönemlerden itibaren Müslümanlar, yetenekli kişilerin becerisi ile varlıklı kimselerin sermayesini birleştirerek mudarebe ortaklıkları kurmuşlardır. İslam medeniyetinde doğan bu sözleşme, Orta Çağ’da Avrupa’ya “commenda” ismiyle geçmiş ve emek-sermaye ortaklığına dayalı bu uygulama ile büyük ölçüde benzerlik göstermiştir. Commenda, özellikle denizaşırı ticari risklerin, sermaye toplama ve yatırımcı ile işletmeciyi bir araya getirme gibi ticaretin önündeki engellerin aşılmasında kullanılan önemli bir ortaklık türü olmuştur. Commenda da mudarebe gibi kar-zarar paylaşımına dayanmakta ve sermayedar (commendator) ile işletmeci (tractator) olmak üzere iki taraftan oluşmaktaydı.
Birçok araştırma, modern Girişim Sermayesi (Venture Capital) finans yönteminin, iş ortaklığı türlerinin asırlardır devam eden evriminin son halkası olduğunu göstermektedir. Bu araştırmalar, Venture Capital’in, Orta Çağ Avrupa’sında yaygın olarak kullanılan commenda iş ortaklığının evrimi sonucu oluştuğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla, Mudarebe, Commenda ve Venture Capital arasında tarihsel bir ilişki ve yapısal/fonksiyonel açıdan büyük bir benzerlik söz konusudur.
Bu büyük benzerlikler şu şekilde özetlenebilir:
- Her iki sistemde de kar/zarar esasına dayalı olarak fon toplanır ve sermaye sahiplerine önceden herhangi bir kar garanti edilmez.
- Fonlar kendileri işletilebileceği gibi üçüncü şahıslara da kullandırılabilir.
- Fonlar üçüncü kişilere kullandırılırken onlardan herhangi bir ipotek veya teminat istenmez, ancak sıkı bir şekilde kontrol edilebilir. Girişim sermayesi modelinde nakit karşılığında girişimci şirketin hisse senetleri alınır, bu da bir nevi teminat sağlar.
- Sermayenin idaresi genellikle girişimciye aittir, ancak önceden bazı konularda kısıtlamalar getirilmesi mümkündür.
- Girişimin beklenen sürede sonuç vermemesi halinde yeteri kadar ek süre verilmesi gerekir.
- Girişim sonucu elde edilen kar, önceden belirlenen oranlara göre taraflar arasında paylaştırılır.
- Genellikle karın %20-25’i girişimcilere, %70-75’i ise sermaye sahiplerine verilir. Bu oranlar işin riskine veya girişimcinin yetenek ve tecrübesine göre değişebilir.
- İşletmecinin (mudaribin) veya Girişim Sermayesi şirketinin ihmal, kusur veya kötü niyeti bulunmadığı müddetçe tüm zarar sermaye sahipleri tarafından karşılanır. Bu durumda girişimciler (mudaribler) emeklerinin karşılığını alamamak şeklinde zarara ortak olurlar. Venture Capital modelinde de sermayenin tamamını sağlayan “kapitalist ortak” zarara rücu eder.
Çağdaş Uygulamalar: Katılım Bankacılığı ve Para Vakıfları Bağlamında Mudarebe ve Girişim Sermayesi
Mudarebe sözleşmesi, günümüzde özel finans kurumlarının, özellikle Katılım Bankacılığının kuramsal temelini oluşturan önemli bir araçtır. Katılım bankacılığında, fon toplama yöntemi olarak kullanılan katılma hesaplarının fıkhi arka planında Mudarebe akdi bulunmaktadır. Bu modelde katılma hesabı açtıran mudiler sermayedar vasfını üstlenirken, katılım bankası toplanan fonu işleterek mudarib rolünü üstlenmektedir. Ayrıca Katılım Bankası, topladığı fonu müteşebbis/girişimcilere kullandırarak bu ilişkide de sermayedar vasfı gördüğü için, modern Katılım Bankacılığında “çift yönlü bir Mudarebe ilişkisi” ortaya çıkmaktadır. Klasik Mudarebede iki taraf (sermayedar ve mudarib) bulunurken, günümüz Katılım Bankacılığı uygulamasında üç taraf (mudi/birincil sermayedar, banka/ikincil sermayedar ve mudarib) ve iki işlem bulunmaktadır. Çağdaş Mudarebenin klasik Mudarebeden bir diğer farkı, sermayenin yalnızca ticarette değil, sanayi, tarım ve hizmet gibi farklı alanlarda da kullanılmasının mümkün olmasıdır.
Teoride Mudarebe, Katılım Bankacılığında hem fon toplama hem de fon kullandırma yöntemi olarak yer alsa da uygulamada bankaların Mudarebeyi daha çok fon toplama yöntemi olarak kullandıkları görülmektedir. Mudarebenin fon kullandırma yöntemi olarak yaygınlık kazanamamasının çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan biri, mudaribin zarar durumunda tazminle sorumlu olmaması ilkesinin bankalarca riskli görülmesidir. Diğer operasyonel riskler arasında mudaribin sahtekarlık yapma ihtimali, Katılım Bankasının aracılık rolünün ticaret yapma ruhuna aykırılığı, Mudarebenin bağlayıcı sayılmaması, olası vergilendirme sorunları, güven problemi ve toplumun modeline aşina olmaması sayılabilir. Ayrıca, modern Mudarebe ve Muşaraka uygulamalarında karşılaşılan vade uyumsuzluğu sorunları ve bilançoların sağlıklı yapıdan yoksun olması gibi durumlar da finansman sağlayıcılar için problem yaratmaktadır.
Mudarebe ve Girişim Sermayesi modelleri, genç ve yetenekli girişimcileri finanse etmek için büyük bir potansiyel taşımaktadır. Bu modellerin “sabrın en yüksek türü” olarak tanımlanan ve asla geri alınamayacak şekilde feda edilen sermayeye dayalı Vakıf (Waqf) kurumları tarafından uygulanması da önemli bir potansiyel alanıdır. Tarihsel olarak para vakıflarının tüccarları finanse etmek üzere kurulduğu bilinmektedir. Günümüzde de para vakıfları, özellikle mikrofinans ve girişimcilik finansmanı bağlamında yeni modeller için çalışma konusu olmaktadır.
Para vakıfları, Girişim Sermayesi şirketlerinin hisse senetlerini satın alarak veya kendi platformlarını kurarak girişimcilik ekosistemini destekleyebilir. Modern para vakfı model önerileri arasında Girişim Sermayesi/Mudarebe’yi bir sermaye işletim yöntemi olarak ele alan çalışmalar bulunmaktadır. Bu modellerin, özellikle teminat ve faiz gerektirmemesi, kar-risk paylaşımına dayanması ve mikro işletmelerin karakteristik özelliklerine uygun olması gibi nedenlerle mikrofinans ve girişimcilik alanında önemli bir rol oynayabileceği belirtilmektedir. Finansal teknoloji (fintek) imkanlarının, özellikle kitle fonlaması platformlarının, para vakıfları açısından etkin bir şekilde kullanılması da araştırmacılar tarafından önerilmektedir.
Türkiye Bağlamında Potansiyel, Zorluklar ve Öneriler
Türkiye’nin salgından güçlü çıkması ve ekonomik sıçrama yapması için genç ve oldukça iyi yetişmiş girişimci potansiyelini sonuna kadar kullanması gerektiği vurgulanmıştır. Ancak, geleneksel bankacılığın ve hatta mevcut İslami finans sektörünün, girişimcilerin finansman ihtiyaçlarını karşılamada yeterli olamadığı belirtilmiştir. Girişimci finansmanı, genellikle devlet kurumları tarafından sınırlı ve bürokratik engellerle yapılmaktadır.
Mudarebe ortaklığının, genç girişimciyi en etkin şekilde finanse etmesi nedeniyle finans sistemimize yeniden dahil edilmesi gerektiği öne sürülmektedir. Bunun nedeni, Mudarebenin kapitalist-girişimci ortaklığı olması, tüm sermayeyi kapitalist ortağın sağlaması ve girişimcinin sadece emek, fikir ve zekasını ortaya koymasıdır.
Katılım Bankalarının daha fazla Mudarebe finansmanı sağlamaya teşvik edilmesi için bazı öneriler sunulmuştur:
- En riskli olan Mudarebe yatırımlarına yüzde yüz vergi istisnası gibi vergi teşvikleri uygulanması.
- Katılım Bankalarının Mudarebe / toplam yatırım oranlarında her sene belirli bir artış şartı getirilmesi.
- Katılım Bankalarının Girişim Sermayesi şirketlerinin hisse senetlerini satın almalarının Mudarebe yatırımı statüsünde kabul edilmesi.
Ancak, bu teşvik ve zorlamalara rağmen, Katılım Bankalarının doğası gereği (fonların uyumsuzluğu vb.) Mudarebe/girişimci finansmanı konusunda önemli bir adım atmalarını beklemek zor olabilir. Bu konuda önemli ve radikal adımların, fonların uyumsuzluğu sorunu olmayan ve “sabırlı sermaye” sağlayabilen banka olmayan kurumlar, özellikle Vakıflar (Para Vakıfları) tarafından atılabileceği belirtilmiştir.
Türkiye’de Para Vakıfları üzerine yapılan çalışmaların neredeyse tamamının tarihsel nitelikte olduğu ve güncel model önerilerinin çok az olduğu tespit edilmiştir. Oysa Para Vakıfları tarihinde en köklü geçmişe sahip olan Türkiye’de, tarihsel çalışmaların yanı sıra günümüz dünyası için güncel model önerilerinin gündeme getirilmesi ve bu alana olan akademik ilginin artırılması önem arz etmektedir.
Girişim Sermayesi sektörünün Türkiye’de yeniden canlandırılması için mevcut yönetmeliklerin günümüz şartlarına uygun hale getirilmesi gerektiği ve bu konuda uzmanlardan oluşacak bir heyet tarafından yeni bir yönetmeliğin hazırlanması gerektiği ifade edilmiştir. Ayrıca, Mudarebe/Girişim Sermayesi modelinin yaygınlaşmasının önündeki temel engellerden olan güven zedelenmesi problemini ortadan kaldırmanın yollarının aranması gerektiği vurgulanmıştır. Kişilerin birbirine güven duyması, risk almalarını kolaylaştırıcı bir unsurdur. Mudarebenin Katılım Bankacılığında uygulanmasını kolaylaştırıcı yasal düzenlemelere ve toplumun bilinçlendirilip teşvik edilmesine ihtiyaç olduğu da belirtilmiştir.
Sonuç
Mudarebe akdi, İslam hukukunun kadim ve esnek finansman mekanizmalarından biri olup, sermaye ve emeği kar-zarar ortaklığı temelinde buluşturan bir yapıya sahiptir. Hanefi mezhebinde mudaribin, kural olarak, ihmal veya kusuru olmaksızın meydana gelen zararlardan sorumlu tutulmaması prensibi, risk-damân dengesine dayanmaktadır. Tarihsel süreçte bu prensibin uygulamasında yaşanan zorluklar, fıkhi çözümlerin (hiyel) geliştirilmesine yol açmış ve bu çözümlerin günümüzde de suiistimalleri önlemede kullanılabileceği düşünülmüştür. Mudarebe’nin tarihsel evrimi, Orta Çağ’daki Commenda ve günümüzdeki Girişim Sermayesi sistemleriyle güçlü yapısal ve fonksiyonel benzerlikler sergilediğini göstermektedir. Her iki model de risk paylaşımına, sermayedarın sermayeyi, mudarib/girişimcinin emeği ortaya koymasına ve karın anlaşmaya göre, zararın ise (ihmal yoksa) sermayedara ait olmasına dayanır.
Günümüz Katılım Bankacılığında Mudarebe, özellikle fon toplama aracı olarak kullanılmakta, ancak fon kullandırma tarafında risk algısı, güven sorunları, düzenleyici engeller ve operasyonel zorluklar nedeniyle tam potansiyeline ulaşamamaktadır. Buna karşılık, Para Vakıfları gibi banka dışı, “sabırlı sermayeye” sahip kurumların, Mudarebe ve Girişim Sermayesi modellerini kullanarak genç girişimciliği finanse etme potansiyeli literatürde ve kaynaklarda vurgulanmaktadır. Türkiye’nin güçlü girişimci potansiyelini etkinleştirmek ve ekonomik büyümeyi hızlandırmak için Mudarebe ve Girişim Sermayesi modellerinin canlandırılması kritik öneme sahiptir.
Ancak bunun için mevcut Katılım Bankacılığı yapısındaki ve düzenlemelerdeki zorlukların aşılması, güven zeminini güçlendirecek adımların atılması, toplumun bilinçlendirilmesi ve özellikle Para Vakıfları gibi alternatif kurumların bu alandaki rolünün artırılmasına yönelik stratejilerin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu adımlar, İslami finans prensiplerine uygun, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir finansal ekosistemin oluşturulmasına katkı sağlayabilir. Klasik Mudarebe’nin özgün risk paylaşım prensiplerini korurken, modern finansal araçlar ve kurumsal yapılarla entegrasyonu sağlamak, Türkiye’nin girişimcilik ekosistemini güçlendirecek ve reel ekonomiye somut katkılar sunacaktır. Bu potansiyelin tam olarak hayata geçirilmesi, ilgili tüm paydaşların (akademisyenler, finans kurumları, düzenleyiciler, sivil toplum kuruluşları) işbirliğini ve yenilikçi yaklaşımları gerektirmektedir.