Site icon Finans ve Bankacılık

SALGINDAN GÜÇLÜ ÇIKIŞ: GENÇ GİRİŞİMCİLER İÇİN MUDARABA VE RİSK SERMAYESİ ÇÖZÜMLERİ

salgın, risk sermayesi

Giriş

2020 yılının Mart ayından itibaren tüm dünyayı etkileyen büyük bir salgınla karşı karşıya kalınmıştır. Bu salgın süreci, küresel çapta olduğu gibi ülkemizde de ekonomik ve sosyal yapılar üzerinde derin etkiler yaratmıştır. Salgının seyri ve geleceği belirsizliğini korurken, aşının bulunamaması gibi senaryoların da göz ardı edilmemesi gerektiği vurgulanmaktadır; zira tarih, benzer durumlarda virüsle birlikte yaşama gerçeğini işaret etmektedir. Örneğin, İstanbul’da 18. yüzyıl boyunca vebanın sadece belirli yıllarda görülmediği, diğer tüm yıllarda insanların bu hastalıkla bir arada yaşadığı bilinmektedir. Böylesi potansiyel bir uzun süreli kriz durumunda, ülkenin bu felaketle nasıl başa çıkacağı sorusu merkezi önem taşımaktadır.

Uzun süren bir salgın ortamında karşılaşılabilecek en önemli paradoks, bir yanda karantina önlemleri gereği bireylerin kendilerini izole etmesi, diğer yanda ise ekonominin ayakta kalmasını sağlamaktır. Ekonominin çöküşünün önlenmesi veya salgından güçlü bir çıkışın gerçekleştirilmesi, ancak ekonomiye yepyeni dinamikler kazandıracak kurumların oluşturulması ve bunların yüksek verimlilikle işletilmesiyle mümkündür. Bu bağlamda, Türkiye’nin en önemli ve henüz tam olarak harekete geçirilmemiş kaynağı, genç ve oldukça iyi yetişmiş, girişimci nüfusudur. Bu potansiyelin tam anlamıyla kullanılabilmesi, salgından hızlı bir çıkış için elzem görülmektedir. Ne var ki, bu genç ve potansiyel girişimcilerin finansmana erişimi konusunda önemli engeller bulunmaktadır; bankacılık sistemi genellikle ipotek edebilecek mal varlığı olan veya uzun süreli başarılı bilanço geçmişi gösterebilen, yani kendisini zaten ispatlamış şirketlere kredi sağlamaktadır.

Genç, çalışkan ancak parası olmayan girişimcilere banka sisteminin kapalı olması, birçok harika projenin çizim masasından sanayi üretimine geçemeden heba olmasına yol açmaktadır. Makalenin temel amacı, bu kritik sorunsala çözüm önerileri sunarak, uzun süreli bir salgın sürecinde ekonominin hangi kurumlarla ileri taşınabileceğini irdelemektir. Özellikle, genç girişimcilerin finansmanını sağlayacak yeni ve etkin mekanizmalar üzerinde durulacaktır. Bu mekanizmaların yerli ve milli olması, halk tarafından benimsenmesini artırarak başarı şansını yükseltirken, aynı zamanda Batı ile uyum içinde olması yabancı sermaye ihtiyacı açısından faydalı olacaktır.

Yeni Ekonomik Dinamikler ve Öne Çıkan Sektörler

Salgın sonrası dönemde teknolojik atılımın ve yüksek nitelikli mal/hizmet ihracatının sağlanması için kaynakta üç ana sektör öne çıkarılmaktadır. Bunlar; İslamî finans veya Girişim Sermayesi, Yüksek ve meslekî eğitim/sanayi işbirliği ile bu alanları finanse ve organize edecek vakıflar veya üçüncü sektördür. Makale, özellikle İslamî finans ve girişim sermayesi konularına odaklanmaktadır.

İslamî Finansın Rolü ve Mevcut Durumu

İslamî finans, genellikle 1960’larda ortaya çıkmış modern bir gelişme olarak algılansa da kökleri İslamiyet’in başlangıcına, hatta daha öncesine, eski Mezopotamya’ya kadar uzanan çok daha köklü bir geçmişe sahiptir. Ancak, bu alandaki tarihsel bilgi eksikliği sonucunda, atalarımızın kullandığı finansal enstrümanlar hakkında çok az şey bilindiği belirtilir. Bu bilgisizliğin bir sonucu olarak, günümüz İslamî finans sektörü oldukça kısıtlı sayıda enstrümanla (Murabaha, tavarruk, muşaraka mutanakısa, icara, sukuk gibi) yetinmek zorunda kalmaktadır. Bu enstrümanlar genellikle konvansiyonel finans sisteminden ithal edilmiş ve İslam hukuku ile uyumlu (Shari’ah compliant) hale getirilmiştir.

Mevcut İslamî finans enstrümanlarının bazı ortak özellikleri ve sınırlılıkları şunlardır:

Bugünkü haliyle İslamî finans sektörü, Batı’nın geliştirdiği konvansiyonel sisteme çok benzer şekilde çalışmakta, mütevazı karlar elde ettiğini ve en önemlisi girişimcileri yeterince desteklemediğini ifade eder. Konvansiyonel bankaların da girişimcilere mesafeli durması sonucunda, ülkemizde girişimci finansmanı büyük ölçüde KOSGEB gibi devlet kurumlarınca sağlanmakta, bu da hem sınırlı kalmakta hem de bürokratik engellerle karşılaşmaktadır. Oysa ekonominin sıçrama yapabilmesi için genç girişimcilerin finanse edilmesi şarttır. Bu noktada, İslamî finans sektörünün özel bir sorumluluğu ve büyük bir potansiyeli olduğu belirtilir.

Katılım bankalarının, muhafazakâr kesimin âtıl durumdaki tasarruflarını toplayıp önemli yatırımlara kanalize etme gibi önemli bir başarıları olduğu teslim edilir. Ancak bu süreçte desteklenenler teknolojiye hâkim genç girişimciler değil, kendini ispatlamış firmalardır. Bunun en açık göstergesi, genç girişimcilere yönelik Mudaraba finansmanının katılım bankalarının toplam yatırım portföyünün sadece yüzde beş veya altısını oluşturmasıdır.

Mudaraba Ortaklığı: Girişimciliğin Anahtarı

Kaynak, katılım bankalarının Mudaraba’yı yeterince kullanmamasından duyulan üzüntüyü dile getirir. Çünkü Mudaraba ortaklığı, genç girişimcilere odaklanmanın yanı sıra, Peygamber sünnetidir ve İslamî açıdan en makbul ortaklık türüdür. Buna rağmen Mudaraba’nın yaygınlaşamamasının nedeninin, fonların uyumsuzluğu (mismatch of funds) sorununda aranması gerektiği ifade edilir. Vatandaşların katılım bankalarına genellikle kısa dönemli tasarruflar yatırdığı, ancak genç girişimcilere yönelik Mudaraba finansmanının uzun dönemde sonuç verdiği belirtilir. Ayrıca, henüz adı duyulmamış genç bir girişimciyi finanse etmenin yüksek risk taşıdığı da kabul edilir. Özetle, sorun katılım bankalarının “banka” olmalarından kaynaklanmaktadır; halkın tasarruflarını toplayan bir bankanın bu fonları en az riskli şekilde değerlendirmeyi seçmesi doğal karşılanabilir.

Buna karşılık, her türlü zorluğa rağmen Mudaraba yatırımlarının yeniden canlandırılması şarttır. Bunun nedeni sadece İslamî açıdan mükemmelliği ve halk tarafından benimsenme potansiyeli değil, aynı zamanda genç girişimciyi en etkin şekilde finanse etmesidir.

Mudaraba ortaklığının etkinliğinin sebepleri detaylıca açıklanmaktadır:

Bu nedenlerle, koronavirüs salgını dolayısıyla durgunluğa giren ekonomiyi canlandırmak ve ekonomik büyümenin önemli unsurlarından biri olan girişimciliği desteklemek için Mudaraba ortaklığının finans sistemimize muhakkak yeniden dahil edilmesi gerektiği kuvvetle savunulur.

Katılım Bankalarının Mudaraba’ya Teşviki

Katılım bankalarını Mudaraba finansmanı sağlamaya teşvik etmek amacıyla üç somut öneri sunulmaktadır:

  1. Katılım bankalarının yatırımlarında kullandıkları enstrümanların risk durumları ile vergi oranları arasında ilişki kurulabilir. En riskli Mudaraba yatırımlarına yüzde yüz vergi istisnası uygulanarak her türlü vergiden muaf hale getirilirken, Muşaraka yatırımları daha az, Murabaha/tavarruk yatırımları ise en yüksek oranda vergilendirilebilir.
  2. Katılım bankalarının toplam yatırımları içindeki Mudaraba oranında her sene küçük bir artış (örneğin %2) şartı getirilebilir, böylece 10 sene içinde %20’lik bir orana ulaşılması hedeflenebilir.
  3. Katılım bankalarının risk sermayesi şirketlerinin hisse senetlerini satın almaları Mudaraba yatırımı statüsünde kabul edilerek, bu bankaların risk sermayesi sektörünü desteklemesi sağlanabilir.

Ancak, tüm bu teşvik ve zorlamalara rağmen, katılım bankalarının “banka” olmaları nedeniyle Mudaraba/girişimci finansmanı konusunda çok büyük adımlar atmalarını beklemenin gerçekçi olmadığı belirtilir. Önemli ve radikal adımların ancak banka olmayan kurumlar tarafından atılabileceği ifade edilir. Bunun nedeni, fonların uyumsuzluğu sorununun bu tür kuruluşlar için problem teşkil etmemesidir; yeni teknolojileri deneyecek genç girişimcilerin sabırlı sermaye tarafından finanse edilmesi gerekmektedir ve bankalar bu kategoriye girmez.

Vakıfların Sabırlı Sermaye Rolü

Çağlar boyunca İslam dünyasında en sabırlı sermayenin kaynağının şüphesiz vakıflar olduğu belirtilir. Vakıflar, genellikle zengin ve dindar kişilerin gelir getirmesi amacıyla yaptıkları bağışlardan oluşur. Bağışlanan mal veya para “Allah’ın malı” sayılır, geri alınamaz, satılamaz ve ebediyen gelir getirir; bu gelirler de vakfın amacına harcanır. Vakfedilen mal veya para gözden çıkarılmış, feda edilmiş ve asla geri alınamayacağı için en sabırlı sermaye türüdür.

Vakıflar tarih boyunca çeşitli hayır amaçları için kurulmuştur. Osmanlı döneminde, Balkanlarda tüccarları finanse etmek üzere para vakıflarının kurulduğu bilinmektedir. Bu vakıflar sermayelerini tüccarlara aktarır, kâr veya zararı paylaşır ve elde edilen kâr paylarını yetim ve öksüzlerin ihtiyaçları gibi alanlara harcarlardı. Dolayısıyla, günümüzde de genç girişimcilerin finanse edilmesi amacıyla vakıf kurulmasında veya bu amaçla vakıf ile girişimci arasında Mudaraba ortaklığı oluşturulmasında hiçbir hukukî sakınca yoktur. Girişimciyi en etkin şekilde destekleyen Mudaraba ortaklığının, vakıf yoluyla en sabırlı sermayeye kavuşması büyük önem taşımaktadır.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, vakfın ana sermayesinin değil, bu sermayenin yıllık getirisinin Mudaraba finansmanına yatırılması gerektiğidir. Bu, “hisse senedi vakıfları” konusunu gündeme getirir. İslamî açıdan, 1905-1906 yıllarında Kahire, İskenderiye ve Kerbela müftülerinin fetvalarıyla hisse senetleriyle vakıf kurulmasına izin verildiği belirtilir. Türkiye’de de 1967 Vakıflar Kanunu ile hisse senedi vakıfları kurulabilmektedir ve ilk örnek Vehbi Koç Vakfı’dır. Hisse senedi vakıfları, bağışlanan şirket hisse senetlerinden oluşur ve her sene temettü veya bedelsiz hisse senedi alır. Girişimciye Mudaraba ortaklığıyla aktarılan sermaye işte bu temettülerden oluşur. Böylece Mudaraba’nın potansiyel riski, vakfın ana sermayesini riske atmamış olur. Vehbi Koç Vakfı’nın bu temettüleri eğitim ve sağlık alanında kullandığı, ancak girişimci finansmanı konusunda faaliyeti olmadığı not düşülür.

Mudaraba ve Risk Sermayesi: Paralel Yapılar

Genç girişimcileri finanse etmek amacıyla bir vakıf kurulacaksa, bu finansmanın “equity finance” (hisse senedi finansmanı) yoluyla sağlanması gerektiği belirtilir. Yani, vakfın sahibi olduğu holding şirketlerinden gelen temettüleri, genç girişimcilerin kurduğu şirketlerin hisse senetlerini satın alarak yatırıma dönüştürmesi önerilir. Bu yöntem, literatürde “equity finance” olarak bilinir ve en yaygın uygulandığı yer California’daki Silicon Valley’dir, ki burası Risk Sermayesi (Venture Capital)’nin dünya merkezidir.

Bir Amerikan risk sermayesi şirketinin işleyişi İslamî Mudaraba ile tamamen aynı olup risk sermayesi şirketi şu şekilde işler:

  1. Girişimci, projesi için finansman sağlamak amacıyla şirkete başvurur.
  2. Risk sermayesi şirketi, projeyi inceler; en önemli değerlendirme kriteri projenin fizibilitesi ve kâr potansiyelidir, ipotek veya bilanço gibi unsurlar değildir.
  3. Proje onaylanırsa, girişimciden bir anonim şirket kurması istenir.
  4. Talep edilen nakit karşılığında, risk sermayesi şirketi yeni kurulan girişimci şirketinin hisse senetlerini talep eder. Hisselerin miktarı karşılıklı pazarlıkla belirlenir ve genellikle projenin riski ile girişimcinin vermesi gereken hisse senedi sayısı doğru orantılıdır; risk ne kadar yüksekse, girişimcinin elden çıkarması gereken hisse sayısı o kadar artar.
  5. Nakit ve hisse senetleri el değiştirerek, risk sermayesi şirketi ile girişimci şirket arasında bir ortaklık kurulmuş olur.
  6. Bu ortaklıkta sermayenin tamamını risk sermayesi şirketi temin eder, girişimci ise sadece emek, fikir ve zekâsını ortaya koyar. Bu, Mudaraba’daki kapitalistin sermaye, girişimcinin ise emek koyması prensibiyle tamamen aynıdır.
  7. Projeden elde edilen kâr, ortakların ellerindeki hisse senedi sayısına göre paylaşılır. Bu sayı, pazarlık sonucu saptanmıştır. Mudaraba’da da kâr önceden belirlenen orana göre paylaşılır (zarar olmadıkça) [kaynakta oran detayı yok ama paylaşım prensibi aynı].
  8. Zarar ise tamamıyla sermayeyi sağlayan kapitalist ortağa, yani risk sermayesi şirketine aittir. Zarar sermayeyi takip eder. Bu prensip de Mudaraba’daki “zarar sermayeyi takip eder, girişimci emeğiyle zarar eder” prensibiyle tamamen aynıdır.

Bu şartların İslamî Mudaraba ile tamamen aynı olduğu kaynak tarafından net bir şekilde belirtilir.

Salgından Çıkışta Risk Sermayesinin Potansiyeli

Risk sermayesinin, gerek girişimciliği bankalardan çok daha etkin ve doğrudan finanse etmesi, gerekse Peygamber sünneti olması nedeniyle kültür ve geleneklerimize uygunluğu, ayrıca tamamen faizsiz olması ve halk tarafından benimsenmesi neticesinde salgından en hızlı çıkışı sağlama potansiyeline sahip olduğu vurgulanır.

Bu sektörün bu özelliklerinden dolayı mutlaka kurulması gerektiği ifade edilir. Ancak, şu anda bunun önündeki en önemli engelin, mevcut risk sermayesi yönetmelikleri olduğu belirtilir. Kaynakta, yazarın 1993 yılında hazırladığı bir yönetmeliğin üst düzey bir bürokrat tarafından sabote edildiği ve sektörün “ölü doğduğu” bilgisi verilir. Sektöre yeniden hayat vermek için, sektörde faaliyet gösterenler, konuyu iyi bilen akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir heyet tarafından günümüz şartlarına uygun, yepyeni bir yönetmeliğin hazırlanması ve bürokrasinin bu sürece müdahalesinin önlenmesi gerektiği öne sürülür.

Sonuç

Salgın gibi belirsizliklerle dolu ve potansiyel olarak uzun sürebilecek kriz dönemlerinde ekonomik dayanıklılığı artırmak ve güçlü bir çıkış yapmak, mevcut yapıların ötesine geçmeyi gerektirmektedir. Kaynak, bu süreçte Türkiye’nin genç ve girişimci nüfusunun eşsiz bir potansiyel sunduğunu, ancak bu potansiyelin geleneksel finansman mekanizmaları tarafından yeterince desteklenemediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bankacılık sisteminin, riskten kaçınma eğilimi ve fonların uyumsuzluğu gibi nedenlerle genç, sermayesiz girişimcileri finanse etmede yetersiz kaldığı görülmektedir.

Bu bağlamda, İslamî Mudaraba ortaklığının ve modern karşılığı olan Risk Sermayesi modelinin, girişimcilik finansmanında sunduğu etkinlik, risk paylaşım yapısı ve kültürel/dini uyumu nedeniyle kritik bir alternatif oluşturduğu vurgulanmaktadır. Özellikle Mudaraba’nın, sermayenin kapitalist tarafından, emeğin ise girişimci tarafından sağlandığı, karın paylaşıldığı ancak zararın sadece sermaye sahibine ait olduğu yapısı, genç ve sermayesiz yeteneklerin önünü açma potansiyeline sahiptir.

Bu modellerin başarıyla uygulanabilmesi için, banka dışı, sabırlı sermayeye sahip kurumların devreye girmesi gerektiği belirtilmektedir. Tarihsel olarak en sabırlı sermaye kaynağı olarak gösterilen vakıfların, hisse senedi vakıfları aracılığıyla elde ettikleri yıllık gelirleri (temettüleri), ana sermayeyi riske atmadan Mudaraba/Risk Sermayesi finansmanına yönlendirebileceği fikri önemli bir çözüm yolu sunmaktadır.

Son olarak, bu potansiyelin tam olarak gerçekleştirilebilmesi önündeki mevcut en önemli engel olarak gösterilen risk sermayesi yönetmeliklerinin güncellenmesi ve bürokratik engellerin kaldırılması, salgından güçlü çıkış hedefi doğrultusunda atılması gereken acil adımlardan biri olarak belirlenmiştir. Özetle, salgın sonrası toparlanma sürecinde girişimciliği merkezine alan, Mudaraba ve Risk Sermayesi gibi etkin finansman modellerini vakıflar gibi sabırlı sermaye kaynaklarıyla buluşturan ve buna uygun yasal/kurumsal altyapıyı oluşturan bir yaklaşım, Türkiye’nin potansiyelini harekete geçirmesi için hayati öneme sahiptir.

KAYNAK: SALGINDAN GÜÇLÜ ÇIKIŞ, Prof. Dr. Murat Çizakça

Exit mobile version