Giriş
Servet dağılımındaki eşitsizlik, günümüz dünyasının en kritik ve karmaşık sorunlarından biridir. Ekonomik bir olgu olmanın ötesinde, bireylerin yaşam kalitesini, toplumsal yapıyı ve hatta siyasi istikrarı derinden etkileyen çok boyutlu bir konudur. Bu eşitsizlik, yalnızca maddi bir uçurumu ifade etmekle kalmaz; aynı zamanda insanların yaşam biçimlerini, psikolojik durumlarını ve toplumsal ilişkilerini de şekillendirir. Son yıllarda yapılan çeşitli raporlar ve araştırmalar, küresel servetin giderek daha küçük bir kesimde toplandığını ve bu durumun yol açtığı sosyolojik ve psikolojik etkilerin toplumsal huzursuzluğu artırabileceğini ve adalet algısını zedeleyebileceğini gözler önüne sermektedir. Bu blog yazısında, mevcut servet dağılımının çarpıcı tablosunu ortaya koymak, bu durumun sosyolojik ve psikolojik etkilerini incelemek ve nihayetinde toplumsal huzursuzluk ve adalet sorunları üzerindeki yansımalarını değerlendirmek amaçlanmaktadır.
Mevcut Durum: Servetin Aşırı Yoğunlaşması ve Artan Yoksulluk
Küresel servet dağılımındaki dengesizlik, endişe verici boyutlardadır. Kaynaklara göre, dünya nüfusunun yalnızca %1,1’lik kısmı, dünya genelindeki toplam servetin neredeyse yarısına (%45,8’ine) sahiptir. Buna karşılık, dünya nüfusunun %55’lik çoğunluğunun toplam servetten aldığı pay ise yalnızca %1,3’tür. Oxfam‘ın raporları da bu tabloyu doğrulamaktadır; en zengin yüzde 1’lik kesim, 2020’den bu yana oluşan 42 trilyon dolarlık yeni servetin üçte ikisini almıştır. Milyarderlerin serveti, pandeminin en kötü döneminde (24 ayda) son 23 senenin toplamından daha fazla artmıştır.
2024 yılında milyarderlerin toplam serveti 2 trilyon dolar artarak 15 trilyon dolara ulaşmıştır ve en zengin on kişi günde ortalama 100 milyon dolar kazanmıştır. Bu süreçte dünya genelinde 3,6 milyar insan yoksulluk sınırının altında yaşamaya devam etmektedir. Son 25 yıldır ilk kez aşırı servet ve aşırı yoksulluk eş zamanlı olarak artmaktadır. 2020’den bu yana gelir piramidinin altındaki %90’lık kesimin kazandığı her bir dolara karşılık milyarderler 1,7 milyon dolar kazanmıştır. Bu veriler, servet dağılımındaki derin uçurumu ve bunun ne kadar hızlı büyüdüğünü açıkça göstermektedir.
Sosyo-Psikolojik Etkiler: Toplumsal Dokunun Zedelenmesi ve Bireysel Çöküşler
Gelir ve servet eşitsizliğinin, bireyler ve toplum üzerinde bir dizi derin sosyolojik ve psikolojik etkisi bulunmaktadır. Sosyolojik olarak, ekonomik uçurum sosyal sınıflar arasında belirgin bir ayrım yaratır. Yüksek gelir grupları temel yaşam standartlarına kolayca erişebilirken, düşük gelirli gruplar bu imkanlardan mahrum kalır. Bu durum, toplumsal uyumu zedeleyerek farklı gelir grupları arasında kopukluğa, ayrımcılığa, güvensizliğe ve yabancılaşmaya yol açabilir. Eşitsizlik aynı zamanda sosyal mobiliteyi kısıtlar; yoksul bireylerin daha iyi bir yaşama ulaşma şansı, eğitim ve iş imkanlarına erişimle sınırlıdır, bu da kuşaklar arası eşitsizliklerin artmasına neden olur.
Psikolojik düzeyde ise, düşük gelirli bireylerin daha yüksek stres seviyelerine sahip olduğu ve bunun depresyon, anksiyete ve diğer zihinsel sağlık sorunlarını artırdığı araştırmalarla gösterilmektedir. Yaşam standartlarını yükseltme konusundaki umutsuzluk, psikolojik çöküşlere yol açabilir. Gelir eşitsizliği, kişiler arası karşılaştırmaların arttığı bir ortam yaratarak, insanların kendilerini daha zengin bireylerle karşılaştırıp değersiz hissetmelerine neden olabilir. Bu durumlar toplumsal huzursuzluğa ve bireysel tükenmişliğe yol açarken, yoksul bireylerin kendi durumlarından sorumlu tutuldukları hissine kapılması onları topluma karşı yabancılaştırabilir ve öfkeye neden olabilir.
Yasa Dışı Faaliyetlere Yöneliş: Bir Sonuç Olarak Eşitsizlik
Gelir eşitsizliğinden kaynaklanan sosyolojik dışlanma ve psikolojik baskılar, bazı bireyleri yasa dışı faaliyetlere yönlendirebilir. Hayatta kalmak, daha iyi bir yaşam sürmek veya temel maddi ihtiyaçları karşılamak amacıyla suç işlemek, ekonomik zorunluluğun ve bireylerin toplumsal/psikolojik dışlanmışlık hissinin bir sonucu olabilir. Toplumun sunduğu sosyal hizmetlerden, iş imkanlarından veya eğitim fırsatlarından mahrum kalan bireyler için yasa dışı aktiviteler (uyuşturucu ticareti, hırsızlık vb.) bir “çıkış yolu” veya hayatta kalma stratejisi olarak ortaya çıkabilir. Hızlı kazanç cazip hale gelebilir. Bazı durumlarda ise, yasa dışı faaliyetler aracılığıyla toplumsal statüyü yükseltme veya güç kazanma amacı güdülebilir.
Toplumsal Sonuçlar: Güvenlikten Adalete Yansımalar
Bireylerin yasa dışı işlere yönelmesi, toplumsal düzeyde bir dizi olumsuz sonuca yol açar. Suç oranlarının artması, toplumda güvenlik sorunlarına ve bireylerde korku ve şüphe hissine neden olur. Yasa dışı faaliyetlerle mücadele, devletin ekonomik kaynaklarını bu alana yönlendirmesine sebep olur; bu da vergi gelirlerinin bir kısmının suçla mücadeleye harcanması ve toplumsal hizmetlerin zayıflaması anlamına gelebilir, bu da daha fazla eşitsizliğe yol açar. Ayrıca, yasa dışı faaliyetler toplumsal normların ve değerlerin bozulmasına neden olabilir; suç işlemek bazen toplumda “kahramanlaştırılabilir”, bu da özellikle genç nesiller için yanlış bir örnek teşkil edebilir ve toplumsal yapıyı daha da bozabilir.
Vergi Adaleti ve Çözüm Önerileri
Servet dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi ve yol açtığı toplumsal sorunların hafifletilmesi için çeşitli çözüm önerileri dile getirilmektedir. Bu önerilerin başında vergi adaleti gelmektedir. Vergilemede adalet, aynı ödeme gücüne sahip olanların eşit, daha fazla ödeme gücüne sahip olanların ise daha çok vergi ödemesini gerektiren dikey ve yatay adalet ilkelerine dayanır. Anayasal bir ilke olmasına rağmen, pratikte tam olarak uygulanamadığı eleştirileri mevcuttur.
Türkiye gibi ülkelerde mevcut vergi sisteminin adaletsiz olduğu, yüksek oranda dolaylı vergilere dayandığı (%65-70 bandında) ve bu durumun düşük gelirliler üzerindeki yükü artırdığı belirtilmektedir. Ayrıca, mevcut sistemde emek gelirlerinin sermaye gelirlerine kıyasla daha yüksek oranda vergilendirildiği, çeşitli sermaye kazançlarına istisnalar getirildiği veya düşük oranlarda vergilendirildiği, hatta kripto piyasası gibi alanlardan yıllarca vergi alınmadığı eleştirileri yapılmaktadır. Vergi afları gibi uygulamaların da sistemi “laçkalaştırdığı” ve dürüst mükellefleri cezalandırdığı savunulmaktadır. Bu durum, vergi yükünün toplumun dar bir kesimi üzerinde yoğunlaşmasına yol açmaktadır. Vergi adaletinin sağlanması için sistemin topyekûn yeniden inşa edilmesi gerektiği önerilmektedir.
Uluslararası düzeyde, Oxfam gibi kuruluşlar süper zenginlerin daha yüksek oranlarda vergilendirilmesi çağrısı yapmaktadır. Dünya milyoner ve milyarderlerinden alınacak %5’e varan bir servet vergisinin yılda 1,7 trilyon dolar gelir sağlayabileceği ve bu parayla 2 milyar insanın yoksulluktan kurtarılabileceği öngörülmektedir. Mevcut durumda hükümetlerin topladığı 1 dolarlık verginin sadece 4 cent’inin servetlerden alındığına dikkat çekilmektedir. Oxfam, milyoner ve milyarderlerin en az %60 oranında, hatta daha yüksek oranlarda vergilendirilmesini, sermaye gelirleri üzerindeki vergi oranının en az üç katına çıkarılmasını önermektedir. Elde edilen vergi gelirlerinin sağlık, eğitim, gıda güvenliği gibi kamu hizmetlerine ve düşük karbonlu bir ekonomiye geçişe harcanması gerektiği vurgulanmaktadır.
G20 ülkeleri de ultra yüksek net değere sahip olanların adil vergi payı ödemesinin önemini kabul etmiş ve vergi kaçakçılığının vergi sistemlerinin hakkaniyetini zedeleyebileceğini belirtmiştir. Mali şeffaflığı ve uluslararası vergi iş birliğini artırma taahhüdünde bulunmuşlardır. Dünyanın 3.000 milyarderi için servetin %2’si oranında koordineli bir asgari vergi standardı önerisi gündeme gelmiş, ancak tüm ülkelerin oybirliği sağlanamamıştır. Bununla birlikte, uluslararası vergilendirme iş birliğinin son on yılda geliştiği ve banka bilgilerinin otomatik değişimi gibi araçlarla vergi kaçırma olasılığının azaldığı, dolayısıyla süper zenginlerin adil paylarını ödemelerini sağlayacak araçlara zaten sahip olunduğu ifade edilmektedir.
Türkiye’nin insani gelişmede “çok yüksek insani gelişme” kategorisinde yer almasına (193 ülke arasında 45. sıra) rağmen, İnsani Gelişme Endeksi eşitsizliklere uyarlandığında sırasının 166 ülke arasında 66.’lığa gerilediği belirtilmiştir. Bu durum, ortalama gelişmelerin derinleşen eşitsizlikleri maskelediğine işaret etmektedir.
Sonuç
Servet dağılımındaki eşitsizlik, yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda toplumsal huzursuzluk ve adaletin temelini tehdit eden karmaşık bir olgudur. Kaynaklar, servetin giderek artan bir şekilde küçük bir elit kesimde yoğunlaştığını ve bunun toplumun büyük bir kesiminde derin yoksulluk, sosyolojik dışlanma ve psikolojik sorunlara yol açtığını göstermektedir. Bu durum, yasa dışı faaliyetlere yönelişi tetikleyebilir ve toplumsal güvenliği, hizmetleri ve normları olumsuz etkileyerek bir kısır döngü yaratabilir. Mevcut vergi sistemlerinin adaletsiz yapısı ve süper zenginlerin vergilendirilmesindeki yetersizlikler, bu eşitsizliğin sürmesine katkıda bulunmaktadır.
Toplumların daha adil ve dengeli bir yapıya evrilmesi için, devletlerin temel hizmetlere erişimi artırmak, iş fırsatlarını eşitlemek, psikolojik destek sağlamak gibi stratejiler geliştirmesi ve en önemlisi, servet ve gelir eşitsizliğini azaltacak etkili ve adil vergi politikaları uygulaması gerekmektedir. Süper zenginlerin politik etkisinin sınırlandırılması ve vergilendirme konusunda uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi de bu yolda atılması gereken önemli adımlardır. Servet eşitsizliğinin hem ekonomik hem de sosyo-psikolojik etkilerinin göz önünde bulundurulması, daha adil ve sürdürülebilir bir geleceğin inşası için elzemdir.