Giriş
Günümüzde insanlık, kalkınma süreçlerinde geçmişte ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları birbirinden ayrı olarak ele almanın getirdiği ciddi sıkıntılarla yüzleşmektedir. Dünya nüfusunun artmasıyla temel ihtiyaçlar ve hizmet gereksinimleri de artmakta, bu durum sanayi, teknoloji, tekstil, inşaat ve gıda gibi çeşitli sektörlerde ihtiyaçların çoğalmasına yol açmaktadır. Ancak gezegenimizin kaynakları sınırlıdır. Kaynakların plansız ve bilinçsiz kullanımı, “kullan ve at” yöntemi gibi uygulamalarla birleştiğinde çevre sorunlarının artmasına ve çevreye ciddi zararlar verilmesine neden olmaktadır. Özellikle nüfus artışı ve sanayileşme sonucunda artan çevresel riskler, sürdürülebilirlik kavramının önemini günden güne artırmaktadır.
Sürdürülebilirlik, en geniş anlamıyla belirsiz bir süre boyunca bir durum veya sürecin sürdürülebilme kapasitesini ifade eder. İnsan faaliyetlerinin doğaya verdiği zararı önleme ve dünyanın geleceğini güvence altına alma, sürdürülebilirliğin temelini oluşturur. Bu bağlamda, sürdürülebilirlik tek başına değil, doğal kaynakların kullanımı, hava kirliliği, doğaya bırakılan atıklar, çevre, ekonomi ve kalkınma gibi insan iradesine ve edimlerine bağlı kavramlarla ilişkilendirilerek kullanılır. Bir sorunun çözülebilmesi için öncelikle iyi tanımlanması ve anlaşılması gerekir. Uygarlığımızın “Sürdürülebilirlik” sorununu çözmenin yolu da eyleme kadar düşünmekten ve yeni fikir ve anlamlar üretmekten geçmektedir.
Bu yazıda, sürdürülebilirlik kavramının ne olduğu, neden kritik öneme sahip olduğu ve ekonomik, çevresel ve sosyal olmak üzere üç temel boyutu detaylı olarak ele alınacaktır. Ayrıca, sürdürülebilirliği sağlamaya yönelik temel yaklaşımlar, araçlar ve kurumsal düzeydeki yansımaları incelenerek, konuya ilişkin kapsamlı bir çerçeve sunulması amaçlanmaktadır.
Epistemolojik Olarak Sürdürülebilirlik
Sürdürülebilirlik, İngilizce “sustainability” sözcüğünün karşılığı olarak “daimî olma kapasitesi” ve “süreklilik arz etme” gibi ifadelere karşılık gelmektedir. Bu bağlamda, çeşitlilik ve üretkenliğin devamının sağlanması ve daimî olabilme yeteneğini koruma olarak tanımlanabilmektedir. En yalın haliyle ise, başka canlıların yaşamlarını bugün ve gelecekte tehlikeye sokmadan üretim yapmak şeklinde ifade edilebilmektedir. Oldukça geniş bir kavram olan sürdürülebilirlik temel olarak çevre koruma, ekonomik büyüme ve sosyal gelişim başlıklarında ele alınmaktadır.
Sürdürülebilirlik, dışsal bir etkene bağımlılığı da içinde barındırmaktadır. Bir şeyin sürekli olması durumu herhangi bir iradeden bağımsız olarak da gerçekleşebilirken, sürdürülebilir olması bir iradenin bu doğrultuda tercih kullanmasına bağlıdır. Bu çerçevede sürdürülebilirlik tek başına pek bir anlam ifade etmemekte doğal kaynakların kullanımı, hava kirliliği, doğaya bırakılan atıklar, çevre, ekonomi, kalkınma gibi doğrudan insan iradesine ve edimlerine bağlı kavramlarla ilişkili olarak kullanılmaktadır (Akgül, 2010, s. 134).
Sürdürülebilirlik konusu, enerji, ekonomi ve çevre üçgeninin tam merkezinde bulunmakta, bu nedenle de hükümetler ve hükümetler arası kurumların yanında sosyal bilimcilerden fen ve doğa bilimcilerine, politikacılardan yerel ve uluslararası çevre örgütlerine kadar uzanan çok geniş bir yelpazede tartışılmaktadır (Yeni, 2014, s. 183).
Sürdürülebilirliğin Tarihsel Gelişimi
Sürdürülebilirlikkavramı, endüstri devrimi ile başlayan ekonomik faaliyet süreçlerinde yalnızca ekonomik faydaya dayalı, uzun vadede çevresel ve sosyal gelişimi önemsemeyen anlayışa bir alternatif olarak ileri sürülmüştür. Kavramın daha çok gündeme gelip tartışılmaya başlanması 1970’lerde Club of Rome tarafından yayımlanan “Büyümenin Sınırları” adlı raporla gerçekleşmiştir. Bu raporda, 21. Yüzyılda insanoğlunu bekleyen tehlikeler üzerinde durulmuştur. Sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma kavramlarının önünü açan ikinci adım ise 1972 yılının haziran ayında Birleşmiş Milletlerin Stockholm’de düzenlediği, Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansında gelmiştir. İnsanın içinde yaşadığı ekolojik çevrenin korunması, iyileştirilmesi ve gelecek nesillere bozulmadan aktarılabilmesi konularındaki kaygılar gündeme taşınmıştır. 1983 yılında BM’nin “Ortak Geleceğimiz” raporunda sürdürülebilirlik kavramına yer verilmiştir.
Sürdürülebilirlik, toplumun ekonomik ve sosyal gelişiminin sürekli olması için gereken iradenin doğru ve yeterli biçimde hayata geçip geçmediğinin sorgulanması çerçevesinde, yani kalkınma kavramı çerçevesinde ele alınabilmektedir.
Sürdürülebilirlik, bir kalkınma stratejisi olarak görülmektedir. Sürdürülebilir kalkınmanın temel ilkesi, ekonomik, çevresel ve sosyal olmak üzere üç farklı alanda sürdürülebilirliği sağlamaktır. Ekonomik, çevresel ve sosyal bileşenlerin yenilenme kapasiteleri sistemin doğal sermayeleri olarak algılanmaktadır.
Sürdürülebilirlik ve Sürdürülebilir Kalkınma Kavramları
Literatürde sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma kavramlarıyla ilgili herkes tarafından kabul edilen ortak veya tek bir tanım bulunmamaktadır. Her iki kavram da farklı yazarlar tarafından farklı bağlamlarda ve farklı yanıtlar için kullanılmıştır. Ancak, sürdürülebilir kalkınmanın en yaygın olarak kullanılan tanımı, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden günümüzün ihtiyaçlarını karşılayan bir gelişme biçimidir. Sürdürülebilirlik ise bir süreci veya durumu zaman içinde devam ettirebilme kapasitesi olarak tanımlanır. Bazı yazarlar, sürdürülebilirliğin sürdürülebilir kalkınmanın çevresel boyutuna veya bir sürece, sürdürülebilir kalkınmanın ise ürüne, yani son duruma atıfta bulunduğunu iddia etse de literatürde bu iki kavramın birbirinin yerine kullanıldığı çalışmalar da mevcuttur.
Tarihsel olarak bakıldığında sürdürülebilir kalkınma, ilk olarak çevresel konulardaki endişelere yanıt vermek için ortaya çıkmış; ardından hem kalıcı ekonomik büyümeyi hem de sınırlı doğal kaynakların verimli kullanılmasını içerecek şekilde genişlemiştir. Sürdürülebilir kalkınmada sürdürülmesi gereken, faydanın sürdürülmesi (gelecek nesillerin faydasının azalmaması) ve fiziksel verimin sürdürülmesi (doğal kaynakların akışının ve doğal sermayenin sağlam tutulması) olmak üzere iki temel açıdan cevaplanabilir. Bu kapsamda sürdürülebilir kalkınma, doğal çevreyi ve sosyal eşitliği koruyan ve geliştiren ekonomik ve sosyal kalkınma türlerini kapsar.
Sürdürülebilirliğin Üç Boyutu
Sürdürülebilirliğin sağlanması, ekonomik, çevresel ve sosyal boyutların eşit ölçüde göz önünde bulundurulmasını gerektiren bütüncül bir yaklaşımla mümkündür. Bu üç boyut, birbiriyle etkileşim halindedir ve aralarında ikame mümkün değildir. Yani, bu sermaye kaynaklarından herhangi birindeki kayıp, bir diğerindeki fazlalıkla telafi edilemez.
Çevresel Boyut
Sürdürülebilirliğin çevresel boyutu, çevreye uyum ve değişim yönetimi kapsamında değerlendirilir. Bu boyut, doğal ekosistemlerin ve onları oluşturan türlerin insan hayatını sürdürmesi için gerekli koşulları ve süreçleri sağlayan “ekosistem hizmetleri” gibi konulara odaklanır. Bu hizmetler, doğal varlıkları (toprak, bitkiler, hayvanlar, hava ve su) insanlığın değer verdiği şeylere dönüştürür. Zararlı kontrolü, tozlaşma, iklim düzenlemesi, toprak tutma, taşkın kontrolü, temizlik, geri dönüşüm ve doğal kaynakların kendini yenilemesi gibi birçok yaşam destek işlevini içerir. Doğal ekosistemler geçmişi anlamamızda referans görevi görür ve manevi zenginleşme, bilişsel gelişim, rekreasyon, estetik deneyim fırsatları sağlayarak insan sağlığına katkıda bulunur.
Çevresel sorumluluklar, işletmelerin doğal çevreye ilişkin faaliyetlerine odaklanır ve ekolojik ayak izini azaltmak, çevreyi korumak ve yenilenemeyen kaynakların kullanımını azaltmak gibi faaliyetleri içerir. Ancak, doğal çevre tehlikeye girerse, insan yaşamı için hava, su ve yiyecek gibi temel ve gerekli kaynaklar da tehlikeye atılacaktır.
Sosyal Boyut
Sürdürülebilirliğin sosyal boyutu, toplumsal refahın, adaletin ve eşitliğin sağlanmasını hedefler. Bu, gelir dağılımı adaletsizliğiyle mücadele etmek, işsizlik sorunlarını çözmek ve yoksulluğu azaltmak gibi konuları içerir. Sosyal kalkınma açısından sürdürülebilirlik, salt tüketim toplumundan çevreye duyarlı ve bu bilinçle tüketim yapan toplumlara dönüşümü ifade eder. Birleşmiş Milletler, sürdürülebilir ulaşımı tanımlarken de insanların ve malların hareketliliği için gerekli hizmetlerin, bu neslin ve gelecek nesillerin ekonomik ve sosyal gelişmişlik düzeyini ileri taşıyacak, güvenli, etkin, erişilebilir ve düşük maliyetli bir şekilde sağlanması gerektiğini vurgular.
Sosyal boyut, aynı zamanda toplum-merkezli inisiyatifleri, yeterli sağlık şartları, uygun teknoloji, yeterli besin, temiz su ve herkes için barınak gibi temel ihtiyaçlara erişimi ve sosyal bütünleşmeyi de kapsar. Sürdürülebilir eğitimin de sürdürülebilir gelişmenin sosyal boyutu altında yer alan önemli bir unsur olduğu belirtilmektedir. Kapsayıcı toplumları desteklemek ve herkes için adalet sağlamak, sürdürülebilir kalkınma hedefleri çerçevesinde yer almaktadır.
Ekonomik Boyut
Sürdürülebilirliğin ekonomik boyutu, ekonomik faaliyetlerin çevresel sonuçlarını tam olarak dikkate alan ve dolayısıyla tükenmeyen kaynakların kullanımına dayanan kalkınmayı ifade eder. Ekonomik kalkınma açısından sürdürülebilirliğin sağlanması, dünya kaynaklarının sınırlı olması sebebiyle ekonomik faaliyetler açısından kaynak kullanımında duyarlılığı gerektirir. Ekonomik olarak sürdürülebilir işletmeler, garanti nakit akışları ve karlılığı olan işletmelerdir. İşletmelerin geleneksel ekonomik sorumlulukları, müşteri değeri yaratma ve finansal performans ile ilgilidir. Kaynak verimliliği, gezegenin kısıtlı kaynaklarının sürdürülebilirliğinin sağlanması için birim girdi başına daha fazla ürün ya da hizmetin üretilmesi sürecini tanımlar.
Daha az girdiyle daha çok değer üretilmesini ve doğa ile çevreye verilen zararın tüm yaşam döngüsü boyunca asgari düzeye indirilmesini öngörür. Ekonomik büyüme ve enerji tüketiminin ekolojik ayak izini artırarak çevre üzerinde olumsuz bir etki meydana getirebildiği de önemli bir bulgudur. Ülkeler arasındaki rekabet, kıt doğal kaynakların daha fazla kullanılmasına ve çevre tahribatına neden olabilir. Bu bağlamda sürdürülebilirlik, ekonomik kalkınma için de kritik öneme sahiptir.
Sürdürülebilirliği Sağlamaya Yönelik Temel Yaklaşımlar ve Araçlar
Sürdürülebilirliği hayata geçirmek politik, ekonomik, yönetimsel, teknolojik ve sosyal olduğu kadar finansal bir dönüşümü de gerektirir. Bu dönüşümü sağlamaya yönelik birçok farklı yaklaşım ve araç geliştirilmiştir:
Yaşam Döngüsü Analizi (YDA)
Bir ürünün veya hizmetin “beşikten mezara” tüm yaşam döngüsündeki çevresel etkilerini ele alan bir değerlendirme yöntemidir. Hammaddelerin temininden başlayarak üretim, sevkiyat, kullanım ve kullanım sonrası bertaraf aşamalarını kapsar. YDA, sadece çevresel etkilerin hesaplanmasını değil, olası iyileştirme faaliyetlerinin etkinliğinin değerlendirilmesini de mümkün kılar. Uluslararası Standartlar Örgütü (ISO) tarafından ISO14040:2006 standardıyla belgelendirilir. Ekolojik ayak izi, karbon ayak izi ve su ayak izi gibi kavramlar da YDA içerisinden türeyen yaklaşımlardır. YDA’nın en önemli özelliklerinden biri, üreticilerin tasarımdan atıkların bertaraf edilmesine kadar ürünlerinden kaynaklanan tüm etkilerin sorumluluğunu almalarıdır.
Üçlü Bilanço Hesabı (Triple Bottom Line – TBL)
İşletmelerin sadece ekonomik kar oluşturan operasyonlarına değil, sosyal ve çevresel etkilerine de odaklanmaları gerektiğini savunur. Sürdürülebilirlik performansı ölçümünde kullanılan bu yaklaşım, bir kurumun ne kadar değer yarattığını, o kurumun ekonomik, sosyal ve çevresel performanslarını eş zamanlı olarak değerlendirerek ölçmeyi önerir. Parasal değerleme veya endeks olarak hesaplama yöntemleri kullanılabilir, ancak parasal değerleme konusunda teorik ve pratik eleştiriler bulunmaktadır.
Beşikten Beşiğe Yaklaşımı (Cradle to Cradle)
Endüstriyel işlemlerde kullanılan tüm malzemelerin “teknik” ya da “biyolojik” besin olarak ikiye ayrılmasını öngören bir tasarım ve üretim modelidir. Teknik besinler sürekli üretim çevrimlerinde kalitesini kaybetmeden kullanılabilirken, biyolojik besinler kullanıldıktan sonra doğal ortama atılarak ayrışır ve çevreye zarar vermez. Bu yaklaşım, sistemleri bir bütün olarak düşünmeyi öngörür ve kentsel çevre, binalar, ekonomi ve sosyal sistemler gibi birçok alana uygulanabilir. Yeşil binaların yapımında veya permakültürde kullanılabilir.
Kaynak Verimliliği
Birim girdi başına daha fazla ürün veya hizmet üretilmesi sürecini tanımlar. Amacı, daha az girdiyle daha çok değer üretmek ve doğa ile çevreye verilen zararı yaşam döngüsü boyunca asgari düzeye indirmektir. Kaynak tüketiminin gezegenin kendini yenileme potansiyelinin ötesine geçtiği gerçeğine dayanır.
Döngüsel Ekonomi
Ürünlerin “kullan ve at” yönteminin aksine, kaynakların döngüde tutularak yeniden kullanıldığı, onarıldığı ve geri dönüştürüldüğü bir modeldir. Sınırlı kaynakların daha etkin kullanımı ve çevre üzerindeki baskının azaltılması açısından sürdürülebilirlikle doğrudan ilişkilidir.
Dışsallıklar
Üretim veya tüketim faaliyetleri sırasında oluşan ve bu faaliyetle doğrudan bağı olmayan üçüncü kişileri olumlu ya da olumsuz etkileyen durumlardır. Sürdürülebilirlik, özellikle negatif dışsallıkların (örn: kirliliğin maliyetinin topluma yansıması) içselleştirilmesini ve azaltılmasını hedefler.
Müşterekler ve Trajedisi
Çok sayıda birey tarafından belli bir sosyal akit çerçevesinde kullanılan, kullanım hakkı olan ama kimsenin sahiplik iddia edemediği doğal veya entelektüel varlıklardır. Doğal müştereklerde her ek kullanıcı, kişi başına düşen kullanım miktarını azaltır ve kaynağın tükenmesine neden olabilir (“müştereklerin trajedisi”). Bu durumun çözümü için özelleştirme veya devlet kontrolü gibi mekanizmalar önerilmiştir.
Kurumsal Sürdürülebilirlik ve Raporlama
İşletmelerin sadece finansal performanslarına değil, sosyal ve çevresel performanslarına da odaklanmasını ifade eder. Kurumsal raporlama, paydaşların (yatırımcılar, müşteriler, çalışanlar vb.) işletmenin finansal, çevresel ve sosyal etkileri hakkında bilgilendirilmesi açısından büyük önem taşır. Küresel Raporlama Girişimi (GRI) gibi uluslararası çerçeveler, bu raporlamanın yapılmasına yönelik kılavuzlar sunar. Sürdürülebilirlik raporlamasının kurumsal meşruiyet, itibar artışı, risk yönetimi, maliyet düşüşü ve yatırımcı nezdinde daha düşük risk algısı gibi birçok faydası bulunmaktadır. Entegre raporlama, finansal ve sürdürülebilirlik bilgilerini birleştirerek, kurumun değer yaratma sürecini ve gelecek stratejilerini paydaşlara aktarmayı hedefler.
Sürdürülebilir Finansman
Gezegensel boyutlara varan sosyoekonomik ve çevresel sorunların giderilebilmesi için gereklilik haline gelmiştir. Yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, döngüsel ekonomi, temiz üretim, sera gazı emisyonlarının azaltılması, ekosistem hizmetlerinin iyileştirilmesi, yeşil binalar ve altyapılar gibi alanlara kamu ve özel sektör kaynaklarının kaydırılmasını ifade eder. Kalkınma bankaları, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar ve yeşil tahviller/fonlar, sürdürülebilirlik finansmanı akışında önemli rol oynar.
Yeşil İşler ve İşletmeler
Çevreye duyarlı ve doğayla uyumlu uygulamaları benimseyen iş modelleridir. Başlangıçta ek maliyet getireceği düşünülse de maliyet tasarrufu sağlayabilir (örn: geri dönüşüm, endüstriyel simbiyoz) ve işyerlerini daha sağlıklı/güvenli hale getirerek verimliliği artırabilir.
Sürdürülebilir Üretim Stratejileri
İşletmelerin üretim süreçlerini sürdürülebilir kılmaya yönelik yaklaşımlardır. Doğa kapitalizmi, çevre odaklı stratejiler, temiz üretim, yeşil üretim ve yalın ve yeşil yaklaşımı gibi farklı modelleri içerir. Özellikle yalın (lean) üretimin çevreci bir perspektifle birleştirildiği yalın ve yeşil yaklaşımı, somut ve izlenebilir adımlar sunarak uygulanabilirliği kolaylaştırır. Yalın üretim, kayıplardan kurtulmayı hedeflerken, bu araçlar enerji ve malzeme kayıp/atıkları dikkate alındığında çevre açısından önemli kazanımlar sağlayabilir.
Bunların yanı sıra, Adil Ticaret, Eko-etiketleme, Yeşil Satın Alma, Biyoenerji kullanımı, Sürdürülebilir Ulaşım ve Akıllı Şehirler gibi spesifik alanlarda sürdürülebilirliği teşvik eden yaklaşım ve teknolojiler bulunmaktadır.
Sonuç
Sürdürülebilirlik, günümüz dünyasının karşı karşıya olduğu çevresel, sosyal ve ekonomik zorlukların üstesinden gelmek ve gelecek nesiller için yaşanabilir bir dünya bırakmak adına hayati öneme sahip, çok boyutlu bir kavramdır. Ekonomik büyüme ve enerji tüketiminin çevre üzerindeki olumsuz etkileri göz önüne alındığında, sürdürülebilirliğin sağlanması bir tercih değil, zorunluluktur.
Başta farkındalığın artırılması olmak üzere, sorunu doğru tanımlamak ve anlamak sürdürülebilirlik yolculuğunun ilk adımlarıdır. Bireylerden kurumlara, hükümetlerden uluslararası kuruluşlara kadar tüm paydaşların bu üç temel boyutu (ekonomik, çevresel, sosyal) eş zamanlı ve bütüncül bir yaklaşımla ele alması gerekmektedir.
Yaşam Döngüsü Analizi, Üçlü Bilanço, Kaynak Verimliliği, Döngüsel Ekonomi gibi çeşitli araç ve yaklaşımlar, sürdürülebilirliğin farklı veçhelerini ele alarak somut çözümler sunmaktadır. Kurumsal düzeyde sürdürülebilirlik ve şeffaf raporlama, işletmelerin sadece karlılık odaklı değil, aynı zamanda sosyal ve çevresel sorumluluklarını da yerine getirmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Yeşil işler, sürdürülebilir finansman ve teknolojik gelişmeler (örn. Endüstri 4.0’ın sunduğu potansiyel) bu dönüşümü hızlandırabilecek unsurlardır.
Ancak, doğru ve net bilgiye erişimin her zaman kolay olmadığı veya bilginin değerlendirilebilmesi için gerekli zeminin oluşmadığı görülebilmektedir. Toplumun genelinde sürdürülebilirlik konularında farkındalığın ve bilginin yetersiz olduğu araştırmalarla da desteklenmektedir. Bu durum, sürdürülebilir bir yaşamın ve sürdürülebilir toplumların tesisi için bilgiye kolay erişimin ve yaygın eğitimin kritik önemini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, sürdürülebilirlik yalnızca çevresel bir kaygı olmanın ötesinde, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla iç içe geçmiş karmaşık bir sistem sorunudur. Bu sorunun çözümü, kapsamlı bir bilgi birikimi, tüm boyutları kapsayan entegre stratejiler ve küresel çapta iş birliği gerektirmektedir. Sürdürülebilir bir gelecek için eylemek kadar düşünmek ve bu alandaki bilgi ve yaklaşımları yaygınlaştırmak büyük önem taşımaktadır.