GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MERSİN

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MERSİN

Mersin’i de içine alan antik adıyla Kilikya bugünkü adıyla Çukurova Bölgesi, Anadolu’nun en eski yerleşim bölgelerinden biridir. Mersin yerleşiminin idari bir birim olarak ne zaman ortaya çıktığı ile ilgili net bir bilgi maalesef bulunmamaktadır. Evliya Çelebi 17. Yüzyılda ünlü seyahatnamesinde Kariye-i Mersin Oğlu olarak ifade ettiği Mersin’i 70 haneli bir Türkmen köyü olarak tanımlamıştır.

GEÇMİŞTE MERSİN

Her ne kadar Osmanlı Dönemi’nde Mersin, bölgede kuruluşunu en geç tamamlayan genç kentlerden biri olsa da antik dönemde Mersin’den Tarsus’a Kilikya kıyılarında Zephyrion, Ingira, Aulai, Ankhiale, Kyinda, Kundi, Sizzu gibi kayıp kentlerin olduğuna dair bulgular tespit edilmiştir. Mersin tarih boyunca Hititler, Asurlar, Medler, Persler, Büyük İskender’in kurduğu Makedon İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Bizans, Ermeni Krallığı, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi birçok devletin kontrolüne girmiştir.

Mersin’in Osmanlı idaresine girmesi ise II. Mehmet zamanında gerçekleşmiştir. Bu zamana kadar Mersin ve çevresi Karamanoğullarının kontrolündeydi. Mersin’de Osmanlı hakimiyeti 1483’te II. Bayezid döneminde kesin olarak sağlanmıştır. Mersin Sancağı 1500 ve 1518 yıllarında Ermenek, Gülnar, Karataş ve Mut olmak üzere dört kazadan oluşmaktaydı. 1522’de Selendi, 1555’te Silifke, 1584’te Anamur, Bozdoğan, Sinanlı kazalarının kurulmasıyla birlikte kaza sayısı dokuza yükselmiştir (Ulutaş, 2020).

Bu arada 17. Yüzyılın başlarında İçel sancağında yaşanan Muslu Çavuş isyanına ve o’nu zekice bir planla hal’ettiren Kuyucu Murad Paşa’ya değinmekte fayda vardır. 17. yüzyılın başlarında Anadolu’da Celâlî isyanlarıyla ciddi güvenlik sorunları yaşanmıştır. İçel sancağında, 1603’te diğer bölgelerden kaçarak toplanmış medreseli öğrenci (suhte) gruplarının büyük isyanı, toplumsal düzeni altüst etmiştir. Bu isyan, sert önlemlerle bastırılmışsa da sonrasında yeni sorunlara yol açmıştır. İçel’e atanan sancak beyinin güvenliği sağlamak için uyguladığı sert tedbirler halkın tepkisini çekmiştir. Bu kargaşa döneminin bir ürünü olarak, yerli halktan Muslu Çavuş adında biri Celâlî lideri olarak öne çıkmıştır.

İÇEL’DE CELALİ İSYANLARI

Muslu Çavuş, dağlık alanlara kaçan suhte grupları ve sancak dışından gelen Celâlî perâkendeleriyle bir araya gelerek 1606’dan itibaren yöresinde devlet otoritesine karşı çıkarak halka zulmetmeye, hükümranlık kurmaya başlamıştır. Takip eden yılda İçel’in neredeyse tüm önemli kaleleri onun eline geçmiştir. İçel’in zor coğrafi koşulları nedeniyle bölgeye asker sevk edilememiştir. Taşeli olarak adlandırılan bölge isyancı gruplar açısından doğal bir barınak işlevi görmüştür.

Kuyucu Murad Paşa’nın bu coğrafyaya asker sevketmek istemeyişi ve öncelikli hedefinde, ilki Halep’te isyan eden Canbolatoğlu Ali Paşa, diğeri ise Kalenderoğlu olarak iki dişli âsi liderin olması Muslu Çavuş’un ortadan kaldırılması için farklı bir strateji izlemesini gerektirmiştir. Vezîriâzam Kuyucu Murad Paşa, önce Muslu Çavuş’a sancak beyliği vererek onu kandırmış, ardından ortak hareket ettiği Karaman Beylerbeyi Zülfikar Paşa tarafından Konya Meram bağlarında götürüldüğü bir bağ evinde infaz edilmiştir (Köse, 2018).

Yeniden Mersin’e dönersek, 1840’lı yıllara kadar birkaç barakanın ve dükkânın bulunduğu balıkçı köyü olduğu bilinmektedir. Kaynaklarda ise uzunca bir süre Mersin bir idari birim olarak değil de Mersin İskelesi olarak geçmektedir. 1840’ların başından itibaren köy olarak zikredilmeye başlanmıştır. Mersin Tarsus’un Gökçeli Kazası’na bağlı bir balıkçı köyü olarak idari birim statüsünü almıştır.

Hızla büyüyen Mersin 1864 sonrasında Halep Vilâyeti’ne bağlı Adana Sancağı’nın Gökçeli, Kalınlı ve Elvanlı Nahiyelerinden oluşan bir kazası statüsünü almıştır. 1877’de Adana Vilâyeti’ne bağlı kaza merkezi konumuna yükselmiştir. 1888’de yine Adana Vilâyeti’ne bağlı sancak merkezi olmuştur. Cumhuriyet dönemine kadar bu konumunu koruyan Mersin Sancağı 1933 yılında İçel ile Mersin birleştirilerek İçel (Mersin) Vilâyeti olmuştur.

2002’de ise Mersin mi İçel mi tartışmalarına son verilerek Mersin adı hem il adı hem de il merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Mersin, kurulmuş olduğu 19. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın başlarına kadar geçen yaklaşık yüzyıllık dönemde Anadolu’nun güneyinde bölgedeki diğer liman kentleri ile gelişen ilişkiler ve ticari etkinliklerin artmasıyla birlikte kent giderek kendine özgü bir karakter ortaya koymaya başlamıştır.

19. yüzyıl ortalarında başlayıp 1870’li yıllara kadar süren dönemdeki ekonomik canlılık, Fransa ve İngiltere rekabetinden kaynaklanmıştır. 1840-1873 yılları arasındaki dönemde Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları sonunda, Fransa Doğu Akdeniz ticareti üzerindeki denetimini kaybetmiş ve İngiltere rakipsiz kalmıştır ve böylece İngiltere’nin Osmanlı pazarına yönelme süreci hızlanmıştır. 1873 ve 1896 yılları arasında yaşanan ekonomik buhran ve gerilemenin ardından, Birinci Dünya Savaşı öncesinde ekonominin canlanması da Almanya’nın rekabet sahnesinde yerini almasıyla bağlantılı olarak gerçekleşmiştir. 1840 ile 1914 yılları arasında ticaretteki değer artışı dokuz kat yükselmiş, bu artış içinde ithalat, ihracatı çok az bir oranda geride bırakmıştır. Liman kentlerinden yapılan ihracattaki artışın en hızlı olduğu dönem 1840-1873 arasındaki dönemdir.

İMTİYAZLAR

1838 Balta Limanı Anlaşması, dış ticaret üzerindeki tekelleri ve diğer engelleri kaldırmış, yerel tüccarlardan iç gümrük vergileri alınması kararını getirmişken yabancı tüccarlar bu uygulamanın dışında tutulmuştur. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ticaretinde, farklı uluslardan, dinlerden ve etnik kökenlerden gelen tüccarlar için önemli avantajlar sağlanmış, bu da ticaret ve iş ilişkilerinde gayrimüslim nüfusun önemli ölçüde etkili olmalarına zemin hazırlamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun kapitalist dünya sistemi ile bütünleşmesi sürecinde zanaata ve imalata dayanan geleneksel iş bölümü yıkılarak yerini yeni bir örgütlenme ve iş bölümüne bırakmıştır. Bu değişim sonucunda, özellikle liman kentlerinde küçük şehir burjuvazisinin yerine dış ticaretin yarattığı yeni iş alanlarında hizmet veren yeni bir sınıf belirmiş ve ekonomik etkinlik kıyı bölgelerde yoğunlaşmaya başlamıştır.

Bu süreçte, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan ve ekonomik alanda denetimden uzak olan yabancı girişimciler özellikle Doğu Akdeniz’deki Osmanlı limanlarını tercih etmeye başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak gelişen yeni ticari ilişkilerle uluslararası ölçekte birbiriyle ilişkili alanlar olarak giderek daha çok önem kazanmaya başlamıştır. Bu kesimlerdeki tüccarlar, ulusal sınırları aşan ve açık ekonomiye dayanan iş örgütlenmeleri ve ilişkileri geliştirmeye başlamışlardır. Böylece, bir yandan merkezi yönetimin bu alanlar üzerindeki etkisi zayıflarken diğer yandan ticaretten elde edilen gelir, devletin elinden yabancı kaynaklara ve bunların yerel düzeydeki ortaklarına aktarılır hale gelmiştir.

1873 ve 1896 yılları arasında yaşanan büyük bunalımın da etkisiyle Osmanlı dış ticaretinde, sanayileşmiş ülkelerden gelen talebin yavaşlamasına bağlı olarak önemli bir daralma yaşanmış ve Avrupa’dan sermaye ihracı da gerçekleşmemiştir. Ancak, bu dönem 1898-1913 arasında dünya ekonomisinin bunalımdan çıkmasıyla birlikte yerini yeni bir genişleme sürecine bırakmıştır. Bu dönemdeki ticaret hacminin genişlemesinde yabancı sermaye tarafından inşa edilen demiryollarının önemli bir etkisi olmuştur. Gelişen ulaşım altyapısı ile merkez ülkelere bol ve ucuz hammadde aktarımının gerçekleştirilmesi olanaklı hale gelmiş, Fransız sermayesi Suriye, Makedonya ve Batı Anadolu’da, Alman sermayesi ise İç Anadolu ve Makedonya’da demiryolu yapımına girişmiştir.19 Ocak 1884 Mersin-Adana hattı inşaatı

Doğrudan yatırımların büyük bir bölümü, 19. yüzyılın ortalarından itibaren demiryolu ve limanların inşa edilmesine yöneliktir. Örneğin, İmparatorluk genelinde en büyük ağırlığa sahip (tüm yatırımların %50’si) Fransız sermayesinin %75’i demiryolları ve limanlara yatırılmıştır. Diğer yandan, tüm yatırımlar içinde %25 paya sahip Alman yatırımlarının %86’sı demiryollarına, %5’i limanlara ve %8’i belediye hizmetlerine yapılmıştır. Burada ilgi çekici olan, 1876-1887 arasındaki dönemde İmparatorluk genelinde, söz konusu yabancı yatırımlar sınırlı kalırken Mersin-Adana arasındaki demiryolu ve karayolu yapımının bu dönemde gerçekleşmiş olmasıdır. Fransız sermayesinde olduğu gibi Alman sermayesinin Osmanlı İmparatorluğu’na girişinde de demiryolu imtiyazları önemli bir rol oynamıştır ve bu süreçte özellikle Deutsche Bank etkinliği göze çarpmaktadır.

19. yüzyılın son çeyreğinde Fransa’nın ihraç ürünlerin çoğunu aldığı görülmektedir. Örneğin bu dönemde ihraç edilen pamuğun beşte dördü ve susam tohumunun dörtte üçü Fransa’ya gitmektedir. 1872 yılında üretilen buğday ve arpanın üçte biri yine Fransa tarafından alınırken, üçte birlik diğer bir bölümü İtalya’ya, kalan üçte birlik bölümü ise İngiltere ve Avusturya’ya gönderilmektedir. İthal ürünler arasında ise en önemli payı pamuklu dokuma ürünleri almaktadır ve bu mallar, İngiltere, Almanya ve İtalya’dan ithal edilmektedir. Diğer önemli ithal ürünler ise çoğunluğu Fransa’dan ithal edilen konserve, ABD ve Avusturya-Macaristan’dan ithal edilen kahve ve şeker ile hemen hemen tümü İngiltere’den ithal edilen makine-teçhizat ve Rusya’dan ithal edilen petrol ürünleridir.

LİMAN KENTİ

1883 tarihli yıllıkta Mersin, Adana ve Tarsus’un limanı olarak tanımlanmakta, yaklaşık 6000 kişilik bir nüfusa sahip olan şehirde, oteller, lokantalar, eczaneler, hanlar, pazarlar, kiliseler ve camilerin bulunduğu belirtilmektedir. Detaylı ticari verilere ulaşılan ilk yıllık 1885-1886 tarihlidir. Bu yıllığa göre şehirde toplam 17 tüccar bulunmaktadır ve ticari etkinlik olarak, merkez kullanımları içinde, uzmanlaşmış hizmet sunan doktor ve avukat ile birlikte perakende sektöründe manifaturacılık yer almakta, üretim sektörüne ilişkin etkinliklerin yanı sıra kentte oteller ve lokantalar bulunmaktadır. Tüccarların toplam sayısı yetersiz gibi görünse de (bu yetersizlik eksik kayıtlardan da kaynaklanabilmektedir) konsoloslukların, belediyenin, dini yapıların, otellerin ve lokantaların varlığı şehirde canlı ve sosyal bir ticari yaşamın sürdürülmekte olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu, dünya pazarları içinde hammadde üretiminde uzmanlaşmış, mamul mallar ithal eden bir ekonomi haline gelmiştir. Bu ithalat içinde İngiliz pamuklu dokuma ürünlerinin önemli bir payı söz konusudur.MERSİN

1908 yılındaki faaliyetlere yönelik Doughty Wylie tarafından hazırlanan rapora göre Adana’da 14, Tarsus’ta 3 ve Mersin’de 2 adet çırçır fabrikası bulunurken Adana’da 5, Tarsus’ta 3 ve Mersin’de 1 değirmen hizmet vermektedir. Bu dönemde, Adana’da 2 ve Tarsus ile Mersin’de birer buz fabrikası bulunmaktadır. 1910 yılında bölgede fabrikaların sayısında artış gerçekleşmiş, çırçır fabrikaları sayısı Adana’da 19’a, Tarsus ve Mersin’de 4’e, buz fabrikaları sırasıyla 5, 2 ve 2 adet, un değirmenleri ise 5, 3 ve 1 adet olarak artış göstermiştir.

Ticaret Yıllıkları incelendiğinde Mersin’de, söz konusu çırçır fabrikalarının sahiplerinin Zelveyan ve Athanassiades adındaki tüccarlar, un değirmenlerinin sahiplerinin Lykiardhopulo ve Marino adındaki tüccarlar, buz fabrikalarının sahiplerinin ise Cokinakis ve Sechopulo adındaki tüccarlar olduğu görülmektedir. Bu dönemde fabrikalardaki işçi ücretleri Tarsus ve Adana’daki pazarlarda talebe göre belirlenmekte ve çırçır fabrikalarında özellikle kadınlar ve çocuklar çalışmaktadır.

13 Ekim 1920 tarihli yazıda General Goureud tarafından Debbas & Cie İşletmesi yetkililerine gönderilen yazıda Mersin ve çevresinde en çok gereksinim duyulan ürünlerin bir listesi gönderilmiş ve Fransız firmaların bu ürünler için bir iş alanı oluşturabileceği belirtilmiştir. Buna göre gereksinim duyulan ürünler şöyle sıralanmıştır:

  • İç çamaşır (tuhafiye)- Genellikle renkli, ucuz, kalitesi biraz daha düşük olan ürünler, jarse, bayan için çamaşırlar, çoraplar, daha az talep edilen siyah-beyaz ürünler.
  • Şapka dükkânı- Daha çok talep gören gri, siyah, mavi, yeşil, kahverengi fötr şapkalar, tüm formalar, siyah rozetler (kurdeleler)
  • Paris ürünleri- Özellikle sunumu iyi yapılmış ve canlı renkleriyle dikkat çeken; orta kaliteli, aşırı pahalı olmayan ürünler. Siyah, beyaz, kırmızı veya hardal rengi cüzdanlar, rugan kemerler.
  • Tuhafiye- Özellikle kauçuklanmış kumaşlar, jartiyer, erkekler için renkli şeritleri olan, her çeşit çamaşır, dikiş iğneleri, sade veya tümü renkli nakış iplikleri, her çeşit düğme, merserize pamuk (kumaş) gibi ürünler.
  • İpekçilik (İpek ürünler)- Özellikle yüksek kaliteli, renkli ve çok pahalı olmayan, kurdeleli, canlı renkleri olan cep mendilleri.
  • Parfümeri- Özellikle bilinen esanslar ve lüks parfümler. 12’li veya 2 ila 3’lü rulo kutular halinde kokulu sabunlar, losyonlar, tüketimi fazla olan kolonyalar, makyaj pudrası, göz altı ürünler ve tercih edilen sabunlardan yapılmış diş temizleme ürünleri (Ünlü & Selvi, 2012).

Cumhuriyet döneminde uluslararası limanın kurulması, kırsal alandan ve diğer şehirlerden kente yoğun bir göçün yaşanması, kentin özellikle batı koridorunda yeni üretilen konut alanları ile çok hızlı bir şekilde gelişmesine yol açmıştır.MERSİN

Günümüzde Mersin, Doğu Akdeniz’de önemli bir liman kentidir. Fakat nefasetini kaybetmiş, bir beton ormana dönüşmüş, Erdemli’ye kadar uzanan sahil şeridinde kibrit kutusu misali devasa binaların kondurularak yeşil ve denizin birlikteliğinin ortadan kaldırıldığı, aşırı göç sonrasında planlı şehir olmaktan çok uzak bir kent görünümündedir. Nüfusu gibi, ticaret hacmi de ithalat ve ihracatı da artmış bir liman kentidir fakat modern bir kent değildir.

 

 

 

KAYNAKLAR

Köse, E. (2018). İçel’de Bir Celâlî: Muslu Çavuş İsyanı. Tarih Dergisi, 67(1), 23–58. https://doi.org/10.26650/TurkJHist.2018.338980

Ulutaş, S. (2020). Osmanlı Arşivinde Mersin Tarihine İlişkin Kaynaklar. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 17(1), 487–518. https://doi.org/10.33437/ksusbd.628539

Ünlü, Tolga., & Selvi, T. (2012). Gelişen ticaret, değişen kent Mersin. Mersin Ticaret ve Sanayi Odası.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir