KATILIM BANKACILIĞI, İSLAMİ FİNANSMAN MODELLERİ VE ORTAKLIK KÜLTÜRÜ: REEL EKONOMİ VE AİLE İŞLETMELERİ BAĞLAMINDA BİR DEĞERLENDİRME
Giriş
İktisadi çalışmalarda bankacılık faaliyetlerinin önemli bir yeri bulunmaktadır. Yirminci yüzyılın sonlarından itibaren yaşanan finansal krizler, küresel ölçekte konvansiyonel finans sistemine olan güveni azaltmış ve yeni finansal paradigmalar arayışını başlatmıştır. Bu arayışlar içerisinde, 1950’lerden itibaren gelişen İslami finansal kuruluşların küresel krizler sırasındaki görece istikrarlı performansı, İslami finans sistemine olan ilgiyi artırmıştır. Türkiye’de “katılım bankacılığı” adıyla bilinen bu finansal kuruluşlar, bankacılık sektöründeki konumlarını güçlendirmektedir.
İslami finansın temelinde yatan felsefe, paradan para kazanmak yerine, insanların birlikte iş yaparak kazanç elde etmesi üzerine kurulmuş bir ticari iş birliği düzenidir. Bu anlayış, kâr ya da zarara ortaklık prensibini esas alır ve emek sarf edilmeden sadece para üzerinden gelir elde etmeyi, yani faizi yasaklar. Faizin yasaklanmasının temel nedenleri arasında, topluma ekonomik bir katma değer yaratılmadan haksız zenginleşmeye yol açması ve bir kesimi emeksiz mutlu ederken diğerini fakirleştirmesi gösterilmektedir. Bunun yerine, karşılıklı iş birliği, güven ve ortaklığa dayalı, toplum yararına fayda sağlayan mal veya hizmet üretimi teşvik edilir.
Bu bağlamda, katılım bankalarının reel iktisadi faaliyetlere aracılık etme potansiyeli önem taşımaktadır. Bununla birlikte, katılım bankacılığının özünde yer alan emek-sermaye ortaklığı ve iş ortaklıkları prensiplerinin ne ölçüde hayata geçirildiği, hem İslami finansman modellerinin teorik çerçevesi hem de pratikteki uygulamaları açısından akademik bir incelemeyi gerektirmektedir.
Bu blog yazısı, sağlanan akademik kaynaklardan hareketle, İslami finansın temel ilkelerini, öne çıkan ortaklık modellerini (Mudâraba, Muşâraka, Mufâvada, Vücûh), katılım bankacılığının bu modelleri reel ekonomiyi destekleme noktasında nasıl kullandığını (ya da kullanmadığını) ve bu ortaklık prensiplerinin, özellikle ülke ekonomisi için hayati önem taşıyan aile işletmeleri ve KOBİ’ler özelinde “ortaklık kültürü” kavramıyla ilişkisini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Yazı boyunca, teorik bilgilerin yanı sıra, Konya ilinde KOBİ ölçeğindeki aile işletmeleri üzerinde yapılan bir araştırmanın bulgularına da atıfta bulunularak konunun pratik boyutları ele alınacaktır.
İslami Finansın Temel Prensipleri ve Faiz Yasağı
İslam ekonomisinin en temel özelliklerinden biri, ekonomide faizin yasak olması ilkesidir. Faiz, sermaye sahibinin hiçbir riski üstlenmeksizin sahip olduğu sermaye ile sabit bir gelir sağlamasını yasaklar. Faiz gelirinin haklı bir karşılığı bulunmadığı, başkalarının mallarını karşılıksız almak gibi olduğu ifade edilir. İslam’a göre gelir, emek harcayarak, girişim faaliyetinde bulunarak veya risk üstlenerek elde edilir. Faiz ise bunun tam tersini teşvik eden ve garanti bir gelir sağlayan araçtır. Bireyler faiz kazancı elde ettiklerinde emek sarf etmez, risk üstlenmez ve iktisadi faaliyetlere girişmekten kaçınırlar. Bu durum, üretimi azaltarak toplumsal refahı düşürmektedir.
Faizin, sadece borç alan ve veren taraflar için değil, aynı zamanda bütün toplum için sosyoekonomik ve ahlaki hayatı bozduğu savunulur. Faiz uygulamaları, sermayenin etkin kullanımı sorununa ek olarak emek faktörünü de olumsuz etkiler, gelir dağılımında adaletsizliğe ve dengesizliğe yol açar. Güçlü finansal imkanlara sahip olanlar, faiz enstrümanı ile risksiz ve emeksiz kazanç sağlarlar. İktisadi girişimlerin risklerinin tamamen girişimciye yüklenmesi ise fon akışında dengesizliklere yol açar.
Faizsiz bir iktisadi yapının tesis edilmesi, İslami finansın temel uğraşıdır. İslam’ın temel referansları ve tarihsel tecrübeler ışığında faiz yerine kullanılabilecek farklı finansal araçlar ve uygulamalar mevcuttur. Bu araçlar ve uygulamalar temelde dürüstlük, diğerkâmlık, karşılıklı güven, israftan kaçınma, risk-görev-sorumluluk paylaşımı, üretim, gelir ve servet dağılımında adalet gibi ahlaki değerlere dayanır.
İslami Finansman Modelleri: İş Ortaklığına Dayalı Yöntemler
İslam ekonomisinde faiz yerine tercih edilecek en temel araç, reel iktisadi faaliyetleri konu alması açısından kâr-zarar ortaklığı (ortaklık finansmanı) yöntemi olarak görülmektedir. Bu yöntem, sermaye ve reel iktisadi faaliyet arasında doğrudan bir ilişki tesis eder ve sermayenin doğrudan iktisadi faaliyete konu olmasını sağlar. Ortaklık finansmanı ile projeler ve girişimler arasında değerlendirme yapılır ve kaynak dağılımı en faydalı ve kârlı seçimlerden yana gerçekleşir.
İslami finans literatüründe iş ortaklığına dayalı çeşitli finansman yöntemleri bulunmaktadır. Bunlardan başlıcaları şunlardır:
- Mudâraba (Emek-Sermaye Ortaklığı): En basit tanımıyla, bir tarafın (kurum/sermayedar) yatırım için gerekli finansmanı sağladığı, diğer tarafın (müşteri/mudârib) ise emeğini (işgücü, bilgi, tecrübe) ortaya koyduğu bir iş birliğidir. Elde edilen kâr, önceden belirlenen oranlara göre taraflar arasında bölüşülür. Eğer zarar meydana gelirse ve bu zararın nedeni mudâribin bir hatası veya ihmali değilse, zararın tamamını sermayedar üstlenir. Kâr paylaşımı mutlaka oran üzerinden yapılır. Mudâribin işleri şahsen yürütmesi beklenir ancak boyutlar genişledikçe yardımcılar tutabilir. Mudâraba, katılım bankalarının fon toplaması ve girişimcilere aktarması şeklinde kullanılabilir. Avrupa’daki “commenda” ortaklığı ile benzerlikler taşır.
- Muşâraka (Şirket/İnan Ortaklığı): İki veya daha fazla kişinin hem sermaye hem de emek veya sadece sermaye yahut sadece emek ile katılabildiği, kâr ve zararın anlaşılan oranlara göre paylaşıldığı ortaklık türüdür. Ortaklar, anlaşılan oranlarda kâr ve zarara katılırlar. Muşâraka’nın farklı türleri bulunmaktadır.
- Mufâvada (Genel Ortaklık): Bazı fıkıh âlimlerine göre câiz görülen, sermayesi olan iki veya daha fazla kişinin bütün mal varlıklarını ve yeteneklerini birleştirerek kurdukları, her ortağın hem sermaye hem de emek koyduğu ve tüm borçlardan müteselsilen sorumlu olduğu bir ortaklık türüdür. Kuruluş ve sonrasında her ortağın şirkete bütün mallarını katması ve sermaye oranlarının eşit kalması şartı, yapısının sürdürülmesini zorlaştırabilir ve inan şirketine dönüşme eğilimi gösterebilir. Bazı âlimler ise konusu meçhul vekâlet ve kefaletin birleştiği bu akdi garar (belirsizlik) içerdiği gerekçesiyle câiz görmez.
- Vücûh (Kredi Ortaklığı): Sözlükte “yüz, itibar” anlamına gelen vech kelimesinin çoğulu olan vücûh, sermayesi olmayan ancak ticari tecrübe ve itibara sahip kişilerin, itibarlarını kullanarak vadeli mal satın alıp işe başladıkları ve kâr/zararı paylaştıkları ortaklıktır. Fıkıhta ebdân (işgücü) ve emvâl (sermaye) ortaklıklarına ek olarak üçüncü bir tür olarak kabul edilir. “Mefâlîs şirketi” veya “kredi şirketi” olarak da adlandırılır.
Bu modeller, İslam ekonomisinin temelini oluşturan kâr-zarar ortaklığı prensibini yansıtır ve sermayenin risksiz bir şekilde sabit getiri elde etmesi yerine, reel ekonomik faaliyetin risk ve ödülüne doğrudan katılımı teşvik eder.
Katılım Bankacılığı: Teoriden Pratikteki Yansımalar
Katılım bankaları, İslami prensiplere göre çalışan finansal kuruluşlardır ve reel iktisadi faaliyetlerde aracı olma konusunda önemli tecrübe ve birikime sahiptirler. Ancak, kaynaklar katılım bankalarının İslami prensiplere uyarak bankacılık faaliyetlerini yürütme konusunda başarılı bir tablo ortaya koyduklarını, bununla birlikte reel iktisadi faaliyetleri destekleme konusundaki potansiyellerine henüz ulaşamadıklarını ifade etmektedir.
Teoride Mudâraba ve Muşâraka gibi iş ortaklığına dayalı finansman modelleri İslami finansın merkezindeyken, pratikte katılım bankaları dahil olmak üzere aracı kurumların bu yöntemleri neredeyse hiç kullanmadığı belirtilmektedir. Bu durumun temel sebebi olarak, ticari kuruluş olmaları ve kâr sağlama endişelerinin reel iktisadi faaliyetlerde etkinliği sağlama anlayışının önüne geçmesi gösterilebilir. Daha çok mal finansmanı (commodity financing) yapıldığına dair eleştiriler mevcuttur.
Bununla birlikte, katılım bankacılığının özü olan emek-sermaye ortaklığını hayata geçirmek adına atılan adımlar da bulunmaktadır. Örneğin, Albaraka Türk tarafından “Albaraka Garaj” adıyla kurulan Girişim Hızlandırma Merkezi, teknoloji alanındaki yenilikçi fikirleri ve girişimcileri kuluçka ve hızlandırma imkanları ile desteklemeyi, faizsiz hizmet sunarak finansal destek sağlamayı ve gerektiğinde hisse alımı yaparak Mudâraba yoluyla ortaklık kurmayı hedeflemiştir. Bu proje, sadece mal finansmanı yapmak yerine iş ortaklıkları kurarak toplumun kalkınmasını sağlamak ve özdeki hedefleri gerçekleştirmek yönünde atılmış “dünyada bir ilk” adım olarak nitelendirilmiştir. Bu tür girişimler, katılım bankacılığının teorik potansiyelini pratik uygulamalara yansıtma çabaları olarak değerlendirilebilir.
Ortaklık Kültürü ve Aile İşletmeleri Bağlamı
İş hayatında birlikte iş yapma girişimleri, yani ortaklık büyük önem taşımaktadır. Özellikle finansal kaynak sağlamak, riski paylaşmak, yetki ve sorumlulukları paylaşmak, bilgi, beceri ve tecrübeyi birleştirerek güç oluşturmak ve ekonomik kazanç elde etmek gibi nedenlerle insanlar ortaklık kurmaya yönelirler. Kurulan bu ortaklıklar, bulundukları toplumun ihtiyaçlarına, inançlarına, değerlerine ve iş yapış şekillerine göre farklılık gösterir ve o yerin kültürüyle şekillenir.
Ortaklık kültürü, bir örgüt içinde bulunan insanların zamanla geliştirdikleri ve ortaklığı daha iyi yürütmek amacıyla belirledikleri, toplum içindeki değerler, inançlar ve normlarla şekillendirilmiş kültürel bir bütünlüktür. Ortaklık kültürü, o örgüt içerisindeki insanların iş yapış şekillerini ve olaylara bakış açılarını yansıtır. Hem örgütün iç öğeleri (iklim, iletişim, iş yapma yeteneği) hem de dış öğeleri (kanunlar, yönetmelikler, dini kurallar, örgüt kültürü tipleri) tarafından şekillenir. Her işletmenin ortaklık kültürünün farkına varması ve bunu işletmeye değer katacak hale getirmesi önemlidir.
Bu bağlamda aile işletmeleri, ekonomik örgütler olarak önemli bir yere sahiptir. Mülkiyetin ve yönetimin kısmen veya tamamıyla aile üyelerinde olduğu bu işletmeler, genellikle kan bağına dayalı, duygu ağırlıklı yapılardır ve iş ilişkileri ile aile ilişkileri iç içe geçmiştir. Aile işletmeleri, aileye kazanç sağlamak, neslin devamını güvence altına almak, aileyi bir arada tutmak gibi nedenlerle de ortaklık kurarlar. Ailenin kendine has bir kültürü vardır ve bu kültür, aile işletmesinin iş yapış şekillerini, işi algılama biçimlerini etkiler. Her aile işletmesinin kendine has kuralları ve iş yapış şekilleri olabilir, zira değerler, inançlar ve normlar farklılaşabilmektedir.
Konya ilinde KOBİ ölçeğindeki aile işletmeleri üzerinde yapılan bir araştırma, bu işletmelerin ortaklık kültürleri ve karşılaştıkları sorunlar hakkında önemli bulgular sunmaktadır. Araştırma katılımcıları arasında yaş ve eğitim dağılımı çeşitlilik göstermekte, genç neslin daha çok üniversite mezunu olduğu ve işletme alanıyla ilgili eğitimler aldığı görülmektedir. Aile işletmesi kurma nedenlerinin başında aileye finansal kaynak sağlamak, aile üyelerine fırsat yaratmak ve aileyi bir arada tutmak gelmektedir.
Aile işletmelerinin kendine özgü avantajları olduğu gibi (hızlı karar alma ve uygulama yeteneği), bir dizi dezavantaj ve sorunla da karşılaştıkları görülmektedir. Araştırma bulgularına göre en önemli sorun alanlarından bazıları şunlardır:
- Kurumsal Yapı Oluşturamama: Birçok aile işletmesi için temel sorunlardan biridir. Kurumsallaşma eksikliği, işletmenin büyümesini ve gelecek nesillere aktarılmasını engellemektedir. Vizyon, misyon ve değerlerin yazılı olmaması veya içselleştirilememesi yaygındır.
- Kuşaklar Arası İletişim Eksikliği ve Çatışma: Aile işletmelerinin en çok etkilendiği sorunlardan biridir. Farklı görüşler, algı farklılıkları ve duygusal yoğunluk iletişim engellerine yol açabilir. Bu durum hem ortaklar arasında hem de ailede gerginliğe ve verimlilik düşüşüne neden olabilir. Ortak eşlerinin veya çocuklarının işe karışması da çatışma kaynağı olabilir.
- Profesyonel Yönetici Eksikliği: Belirli bir büyüklüğe ulaşan işletmelerde profesyonel yönetici ihtiyacı ortaya çıkar ancak aile işletmeleri gizliliğin ortadan kalkacağı, aile üyelerinin daha güvenilir olduğu gibi nedenlerle buna sıcak bakmayabilir. Yönetici seçimi genellikle kan bağı veya duygusal yakınlık temelinde yapılabilir, bu da objektiflikten uzaklaşılmasına neden olabilir.
- İş ve Görev Tanımlarının Yapılmaması: Yetki ve sorumlulukların net olarak belirlenmemesi, iş bölümü ve uzmanlaşma eksikliklerine yol açar.
- Sermaye Yetersizliği ve Finansmana Erişim Zorluğu: Özellikle ortak ayrılmaları durumunda sermaye küçülmesi yaşanabilir. Dış kaynakların yüksek maliyeti ve faiz oranları nedeniyle öz sermaye ile iş yapmak yaygındır.
- Piyasa Değişimlerine Ayak Uyduramama ve Yeni Ürün Geliştirmede Yavaşlık: Esnek yapılarına rağmen bazı işletmeler piyasadaki değişimlere adapte olmakta ve yenilik yapmakta zorlanabilir.
- Devir Planlamasının Yapılmaması: Yeni kuşaklara işletme devir oranları düşüktür ve devir planlaması genellikle yapılmamaktadır. Yeni nesilden belirli şartlar (eğitim, dil, deneyim) beklenmektedir.
Bu sorunların ana kaynağı olarak, öncelikli olarak kurumsal yapı oluşturamama, ardından kuşak çatışması ve iletişim kopukluğu gösterilmiştir. Sorunların çözümünde ilk başvurulan merci genellikle kurucudur; kurucu “akil adam” konumundadır.
Ortaklık Kültürünün İnşası ve Aile Anayasası
Aile işletmelerinin karşılaştığı sorunlarla başa çıkabilmesi ve gelecek nesillere aktarılabilmesi için sağlam bir ortaklık kültürünün inşası hayati önem taşımaktadır. Ortaklık kültürü; işletmeyi sağlam temellere oturtacak, iletişimi, sadakati, güveni, paylaşmayı, iş bölümünü, sevgi ve saygıyı, sorumluluk bilincini tesis edecek bir unsurdur.
Bu kültürün oluşumunda ve kurumsallaşmanın sağlanmasında önemli bir çözüm olarak Aile Anayasası hazırlanması önerilmektedir. Aile Anayasası, hem işletmenin örgütlenme durumunu, ortakların hak ve çıkarlarını hem de kültürel unsurları yazılı hale getiren, ailenin işletme ile olan ilişkilerini düzenleyen önemli bir belgedir. Genel olarak şu başlıkları içerebilir: aile soyadını taşımanın sorumlulukları, yardımlaşma, sosyal sorumluluklar, iletişimi geliştirme, aile toplantıları, hisse devri/satışı, varis seçimi/hazırlığı, profesyonel/akraba yöneticilerin hak ve sorumlulukları gibi konular. Aile Anayasası, özellikle büyük aile işletmeleri tarafından daha fazla önemsense de, KOBİ ölçeğindeki işletmeler de bu belgenin önemini kavramakta ve uygulamaya başlamaktadır.
Aile işletmesi ortakları, ortaklık sürecinin kendilerine bilgi ve tecrübe kazandırdığını, itibar sağladığını ve çevrelerini genişlettiğini ifade etmişlerdir. Bu pozitif kazanımlar, ortaklık kültürünü güçlendiren unsurlardır. Karşılıklı güvenin tesis edilmesi ve devamı, aile işletmelerinin sağlam bir örgüt olmasını sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Güven, bireyler arası ilişkilerin niteliğini derinden etkiler ve kaybedildiğinde önemi daha iyi anlaşılır. Kurumsallaşma, iletişim kanallarının açık tutulması ve çatışma çözümüne yönelik resmi yapılar oluşturulması (düşük oranlarda olsa da görülmektedir), ortaklar arasındaki uyumu ve güveni artırmaya yardımcı olabilir. Yazılı vizyon, misyon ve değerlere sahip olmak da uyum faktörü ile anlamlı bir ilişki göstermektedir.
Sonuç
İslami finansın özünde yer alan kâr-zarar ortaklığı ve iş birliği prensipleri, faizsiz bir ekonomik düzenin tesis edilmesinde anahtar rol oynamaktadır. Mudâraba, Muşâraka gibi modeller, sermayeyi reel ekonomik faaliyetlere doğrudan bağlayarak toplumsal fayda yaratmayı hedefler. Türkiye’deki katılım bankacılığı sistemi, bu prensiplere dayanmakla birlikte, reel ekonomiyi destekleme potansiyelini tam olarak kullanamadığı ve teorideki iş ortaklığı modellerini pratikte yeterince uygulamadığı yönünde eleştirilerle karşılaşmaktadır. Albaraka Garaj gibi girişimler, bu boşluğu doldurma ve emek-sermaye ortaklığını hayata geçirme çabaları olarak umut vericidir.
Diğer yandan, ülke ekonomisinin bel kemiği olan aile işletmeleri ve KOBİ’ler, doğaları gereği birer ortaklık yapısıdır. Bu işletmelerin sürdürülebilirliği ve gelecek nesillere aktarımı, sağlıklı bir ortaklık kültürü oluşturmalarına bağlıdır. Kurumsallaşma eksikliği, kuşak çatışmaları, iletişim sorunları gibi içsel problemler, aile işletmelerinin gelişimini engelleyen temel faktörlerdir.
Sonuç olarak, hem katılım bankacılığı sisteminin İslami finansın özüne daha uygun modelleri (gerçek iş ortaklıkları) benimsemesi, hem de aile işletmelerinin kendi içlerinde güçlü bir ortaklık kültürü inşa etmesi, her iki yapının da reel ekonomiye katkılarını artırması ve sürdürülebilir başarı yakalaması için elzemdir. Aile Anayasası gibi araçlar, bu ortaklık kültürünü yazılı ve kalıcı hale getirmek, rolleri, sorumlulukları ve beklentileri netleştirmek, dolayısıyla güven, uyum ve devamlılığı sağlamak açısından önemli bir role sahiptir. İslami finansın etik ve iş birliği prensipleri, bu tür ortaklıkların hem ekonomik hem de sosyal açıdan daha sağlam temeller üzerine kurulmasına ilham verebilir. Reel ekonomiyi güçlendirmek, sadece finansal araçları çeşitlendirmekle değil, aynı zamanda iş yapış biçimlerimizdeki kültürel ve ahlaki prensipleri de yeniden gözden geçirmekle mümkündür.

