MOLLA KABIZ HADİSESİ (Ö.1527): KANUNİ DÖNEMİNDE ZINDIKLIK, İDEOLOJİ VE HUKUKİ MÜCADELE

molla kabız

MOLLA KABIZ HADİSESİ (Ö.1527): KANUNİ DÖNEMİNDE ZINDIKLIK, İDEOLOJİ VE HUKUKİ MÜCADELE

Giriş

On altıncı yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, idari ve sosyal yapısındaki değişimlerin yanı sıra, ilim ve fikir hayatının da en yüksek seviyede bulunduğu bir dönem olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde, imparatorluktaki Ehl-i Sünnet doktrininin kurumsallaşması ve resmî ideoloji haline gelmesi süreci yaşanırken, bu ideolojiye karşı çıkan farklı dini anlayışlar ve sosyal çalkantılar da gözlemlenmiştir. İşte bu kritik süreçte meydana gelen ve Osmanlı uleması ile hukuki yapısını derinden etkileyen önemli olaylardan biri de Molla Kabız hadisesidir.

Molla Kabız (ö. 934/1527), kaynaklarda genellikle “Kābız-ı Acem”, “Kābız-ı Mülhid” veya “Kābız-ı Fâsid” gibi lakaplarla anılan, İran menşeli (Acem coğrafyasından) olduğu belirtilen bir din adamıdır. Medrese tahsili gördüğü ve ulema zümresinden olduğu bilinmekle birlikte, hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Molla Kabız’ı Osmanlı tarihi kayıtlarına geçiren asıl mesele, Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) ortaya attığı, Hz. Îsâ’nın Hz. Muhammed’den (Peygamberimizden) daha üstün (efdal) olduğu yönündeki iddiasıdır.

Bu iddia, sadece teolojik bir tartışma olmakla kalmayıp, o dönemde Osmanlı’nın Safeviler ve içerideki heteredoks (Kızılbaş) hareketlerle mücadele ettiği bir zamanda, Ehl-i Sünnet’i kendi ideolojisinin merkezine oturtmuş güçlü bir imparatorluğun başkentinde mevcut düzeni tehdit eden sosyal-siyasal bir hareketin göstergesi olarak ele alınmıştır.

Molla Kabız’ın İddiaları, Yargı Süreci ve Hukuki Çözümleme

1. İddia ve Propagandanın Sosyal Boyutu

Molla Kabız, iddiasını Kur’an âyetleri ve hadisleri çerçevesinde, kendi “kısır görüşü” ile tevil ve tefsir ederek savunmuştur. Onun bu görüşleri, özellikle İran coğrafyasından harmanlanmış türlü çeşit akımlar için bir standart belirleme arayışının bir parçası olarak görülür. Molla Kabız’ın savunduğu bu anlayış, bazı araştırmacılar tarafından, inançlarında Hz. İsa’ya olağandan fazla ağırlık veren “İsevi Müslümanlık” ya da “Hubmesihilik” eğilimlerini temsil ettiği şeklinde yorumlanmıştır. Hatta bu eğilimin, o dönemde Horasan’ın estetikçi mektebi etkisiyle Anadolu’da yayılan tasavvufi düşüncelerle birlikte, Hurufîlik etkilerini taşıyan, Kitab-ı Mukaddes’i savunan bir şahsiyet olmasının da akla yakın olduğu öne sürülmüştür.

Molla Kabız, fikirlerini sadece ulema çevrelerinde değil, “uluorta halk arasında”, “umumi yerlerde ve hatta bir rivayete göre bazı meyhanelerde” dile getirmiş ve bu durum İstanbul halkını büyük bir teessür ve heyecan içinde bırakarak şehirde “kargaşa çıkma olasılığı” yaratmıştır. Onun bir din bilgini olması ve ayet/hadislerle propaganda yapması, Müslüman halk üzerinde etkili olmuş, çevresinde bir kitle oluşmaya başlamıştır. Bu tür faaliyetler, “memleketin maneviyatını sarsacak bir tehlike” olarak görülmüş ve bazı ulemanın şikayetleri üzerine durum Dîvân-ı Hümâyun’a intikal etmiştir.

2. Divan-ı Hümâyun’daki Yargılama Krizi (İlk Duruşma)

Molla Kabız, 8 Safer 934 (3 Kasım 1527) tarihinde Dîvân-ı Hümâyun’a sevk edildi. Yargılamaya, o sırada makam sahibi olan Vezîriâzam Makbul İbrâhim Paşa başkanlık etti. Paşa, meselenin çözümü için Rumeli Kazaskeri Fenârîzâde Muhyiddin Çelebi ile Anadolu Kazaskeri Kādirî Çelebi’yi (Kadri Çelebi) görevlendirdi.

İlk duruşmada, Molla Kabız “bütün cerbezesini kullanarak hiçbir ilmî değeri olmayan safsatalarını tekrarladı”. İddialarını âyet ve hadislerle ispat etmeye çalıştı. Ancak, kazaskerler Molla Kabız’a tatminkâr bir şekilde cevap veremediler. Hatta kazaskerlerin, Molla Kabız’ı bilimsel yolla redde muvaffak olamayınca sinirlenip bağırmaya ve tehdit etmeye başladıkları kaydedilmiştir. Osmanlı kaynakları, kazaskerlerin “ilmî yetersizlikleri” yüzünden Molla Kabız’ı ilzam edemediklerini (susturamadıklarını) yazarak onları eleştirmiştir.

Yargılamayı kafes arkasından takip eden Kanuni Sultan Süleyman, Molla Kabız’ın bâtıl fikirlerinin çürütülememesinden “müthiş kızmıştı”. İbrahim Paşa’ya, “Bir mülhid Hz. İsa’nın, Hz. Peygamber Efendimizden üstün olduğunu iddia etsin ve rahat rahat İstanbul sokaklarında dolaşsın, bu ne iştir” diyerek sormuştu. Sadrazam ise, “Kazaskerlerimiz cevaba muktedir değiller ki” şeklinde cevap vermek zorunda kalmıştı. Bu durum, imparatorluktaki fikir hürriyetinin derecesini gösteren ve mevcut ulemanın bilimsel kapasitesinin yetersizliğini gözler önüne seren bir olay olarak değerlendirilmektedir.

İbrahim Paşa, kazaskerlerin yetersizliği üzerine onların verdiği idam hükmünü kabul etmedi ve Molla Kabız hüküm verilmeksizin hapse konuldu.

3. İbn Kemal’in Müdahalesi ve İdam Hükmü

Kanuni’nin emri ve müdahalesi üzerine, ertesi gün yeni bir mahkeme heyeti kuruldu. Bu heyette, ilmiye sınıfının en üst düzey temsilcileri olan Şeyhülislâm Kemalpaşazâde (İbn Kemal) ve İstanbul Kadısı Sâdeddin (Sadi) Çelebi yer aldı.

İkinci duruşmada Molla Kabız iddialarını tekrarladı. Şeyhülislâm İbn Kemal, Molla Kabız’ı sonuna kadar dinledikten sonra, onun dayandığı Kur’an âyetlerini ve hadisleri yanlış anladığını gösterdi. İbn Kemal’in “derin bilgisi” sayesinde öne sürdüğü kanıtlar karşısında Molla Kabız söyleyecek söz bulamayarak “pes etti”. Molla Kabız’ın “aciz bir şekilde yenilgiyi kabullenmekten başka yapacak bir şeyi kalmadığı” ve “ilmî delillerle ispat edildiği” kroniklerde belirtilmiştir.

Tartışmanın sonunda İbn Kemal, Molla Kabız’ın zındıklık suçu işlediğini belirten fetvasını verdi. Kemalpaşazâde, bu olay üzerine, Hz. Muhammed’in üstünlüğüne dair (Risâle fî efḍaliyyeti Muḥammed ʿaleyhi’s-selâm) ve zındıklık kavramını hukuki açıdan inceleyen (Risâle fîmâ yeteʿallaḳu bi-lafẓi’z-zındîḳ) risaleler kaleme aldı. Bu risalelerde, Molla Kabız’ın “sapıklığa davet ettiği” ve “dini ifsada çalıştığı” için toplumda fesada sebebiyet veren bir zındık olduğu açıkça ifade edilmekteydi.

Fetvanın ardından, Kadı Sâdeddin Efendi, Molla Kabız’ı iddiasından vazgeçip Ehl-i Sünnet inancına dönmeye (tevbe etmeye) davet etti. Ancak, Molla Kabız “kesinlikle kabule yanaşmadı” ve batıl itikadında ısrarcı oldu. Osmanlı kronikleri, onun tek başına, canı pahasına inancına sadık kaldığını ve sözlerinden dönmeyi reddettiğini kaydeder. Bu ısrar üzerine kadı, şer ‘-i şerife göre idamına hükmetti. Molla Kabız, 9 Safer 934 (4 Kasım 1527) tarihinde boynu vurularak idam edildi.

4. Molla Kabız Hadisesinin İdeolojik Sonuçları

Molla Kabız’ın idamı, Osmanlı tarihinde sadece münferit bir olay olmanın ötesinde, ehl-i sünnet ideolojisine dayalı meşruiyet için önemli bir dönüm noktasıdır. Molla Kabız, Hıristiyanlığa geçmiş bir mürted değil, İslam dairesinde ve Müslüman bir alim kimliği altında savunan bir kişiydi.

İbn Kemal, risalelerinde zındıklık kavramını yeniden tanımlayarak, kamu düzenini tehdit eden ve Osmanlı hilafetini ve saltanatını tanımayan “Müslüman düşmanlarına” karşı kullanılan hukuki bir terim haline getirmiştir. Zındık’ın, küfrünü gizleyip sapıklığa davet eden ve bu şekilde tanınan (ma’rûfen) kişi olduğu vurgulanmış, bu tip zındıklar, “kuttau’t-tarîk” (eşkıya) gibi, yani kamu düzenini bozanlar ile aynı statüde değerlendirilmiştir. Bu bağlamda, Molla Kabız hadisesi, “Osmanlı saltanatını ve hilafetini reddeden” şeklinde siyasi bir anlam taşımaya başlayan zındıklık tabirinin kullanımında önemli bir aşamayı temsil etmektedir.

Olay aynı zamanda, Kanuni Sultan Süleyman devrinde hukukun işleyişi ve ulemanın durumu hakkında çarpıcı bir tablo sunar. Bir yandan, Avrupa’da Katoliklerin insanları diri diri yaktığı bir dönemde, Molla Kabız’ın en azından ilmi bir münakaşaya ve nazariyesini ispata davet edilmesi, 16. asırda hukukun Türkiye’de ne kadar esaslı olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Öte yandan, ilk duruşmada üst düzey kazaskerlerin Molla Kabız karşısında acze düşmeleri, imparatorluğun en parlak döneminde dahi bazı ulemanın yeterli bilimsel bilgi birikimine sahip olmadığını göstermiştir.

Sonuç

Molla Kabız’ın Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1527) idam edilmesi, sadece dinsel bir sapkınlığın cezalandırılması değil, Osmanlı Devleti’nin resmi Ehl-i Sünnet ideolojisinin kökleşme sürecinde karşılaştığı zorlukları ve bu zorluklara karşı geliştirdiği hukuki tepkileri gösteren merkezi bir olaydır. Hadise, kazaskerlerin yetersiz kalması üzerine bizzat Sultan’ın müdahalesiyle çözülmüş ve Şeyhülislâm İbn Kemal‘in bilimsel otoritesi, Molla Kabız’ın iddialarını çürütmekte ve zındıklık terimine devletin meşruiyetini tehdit eden siyasi muhalifleri tanımlayan yeni bir hukuki anlam yüklemekte belirleyici olmuştur.

Molla Kabız’ın “İsevi Müslümanlık” eğilimini canı pahasına, son anına kadar ısrarla ve inatla savunması, dönemin imparatorluk merkezinde var olan fikir ayrılıklarının derinliğini ortaya koymaktadır. Onun idamı, hukuken kamu düzenini bozma ve dinde fesat çıkarma gerekçesine dayandırılmış olsa da ardında Osmanlı ulemasının entelektüel zafiyetini ve imparatorluğun ideolojik standartlarını koruma azmini bırakan, 16. yüzyıl Osmanlı fikir hayatının çözüm bekleyen meselelerle dolu önemli bir dönemi olarak tarihe geçmiştir. Bu hadise, ilerleyen yüzyıllarda yaşanacak benzer fikri ve sosyal çatışmaların habercisi ve hukuki zemininin belirlenmesinde bir kilometre taşı teşkil etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir