TÜRKİYE EKONOMİSİNİN SON 25 YILI: REFORMLAR, KRİZLER VE KIRILGANLIKLAR
Giriş
2000’li yılların başında Türkiye ekonomisinde Kemal Derviş’in önemli sayılabilecek Merkez Bankası (1999 Merkez Bankası Manifestosu) ve bankacılık düzenlemeleri (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun kurulması) sonrasında iktidara gelen AKP hükümetleri son çeyrek yüzyılda ülkemizin siyasi ve ekonomik hayatına damga vurmuştur.
Bir ülkenin en önemli sektörü finans sektörüdür. Bu sektörün en önemli oyuncuları ise merkez bankaları ve bankalardır. Bu bağlamda, Kemal Derviş ülke tarihinde çok önemli bir iş yaparak olması gereken Merkez Bankası özerkliğini ve bankacılığın sağlam temeller üzerine oturmasını sağlamıştır. İçerideki bu duruma ilaveten 2001 yılının başlarında ABD’nde %6,5 civarında seyreden faiz oranları aşama aşama 2004 yılına gelindiğinde %1’lere inerken bütün Dünya’da likidite bolluğu yaşanmaya başlanmıştır.
Bu rüzgârı arkasına alan Türkiye’de özellikle bankacılık ve ardından bütün ekonomik hayatta iyileşmeler görülmüştür.
Bu yıllarda yurtiçinde hem yeni yabancı bankalar ya doğrudan ya da ortaklıklar yoluyla sisteme dahil olurken yerli bankalar önemli şubeleşme hamleleri yaparak organik büyümeye yönelmişlerdir. Paradan altı sıfır atılması psikolojik olarak bu büyümeyi desteklemiştir. İlaveten AB’ne uyum yasaları, yasal altyapının düzenlemesine fırsat verirken ülkeye kaynak girişine de katkıda bulunmuştur.
2008 yılında ABD’nde ortaya çıkan ve bütün dünyada bankacılık ve finans sektörünü müteselsilen etkileyen mortgage krizi, dünya da olduğu gibi Türkiye’de de bazı finans kuruluşlarının ya batmasına ya da el değiştirmesine sebep olmuştur. Bu durum neredeyse yedi yıldır devam eden ekonomideki bahar havasının bitmesine neden olmuştur. Bütün sektörlerde daralmalar yaşanmış, vadeler uzamış, ucuz krediye ulaşım güçleşmiştir. Bu dönemde ülke ekonomisinde büyüme durmuş hatta negatif büyüme görülmüştür. Likiditenin bolluğu ise ilk on yılda USD kurunu baskılamaya yardımcı olmuştur.
Kriz Öncesi Hazırlık ve Makroekonomik İstikrar
Türkiye ekonomisi, 2002-2007 döneminde büyük bir büyüme kaydetmiş, ancak 2006’dan itibaren hafifçe yavaşlamaya başlamıştır. Bu dönemde Merkez Bankası’nın faiz artırımları ve bilinçli büyüme yavaşlatma politikalarıyla ekonomi bir “soğuma dönemine” girmiştir. En önemlisi, 2001 krizi sonrası uygulanan istikrar programları ve reformlar sayesinde Türkiye’nin finansal sektörü daha sağlam bir yapıya kavuşmuştur. Kırılgan banka sistemi ve finansal piyasalar yerini sağlam bir finans piyasasına bırakmış; enflasyon sorunu çözülmüş, kamunun borç yükü ve faiz harcamaları düşmüştür. Kamu maliyesi daha sağlam hale gelmiştir. Bu makroekonomik yeterlilik ve dayanıklılık, Türkiye’nin krize güçlü bir yanıt verebilmesini sağlamıştır.
Döngü Karşıtı Politikalar ve Hızlı Toparlanma
1994 ve 2001 krizlerinde Türkiye ekonomisi döngüyü destekleyici (pro-cyclical) politikalar uygulamak zorunda kalmış; harcamalar kısılmış, faizler artırılmış ve bu da ekonominin daralma eğilimini güçlendirmiştir. Ancak 2008’de Türkiye, döngü karşıtı (counter-cyclical) politikalar uygulama alanına sahipti. Kriz öncesi yüksek olan faizler ciddi oranda düşürülmüş, hatta reel faizler sıfıra yaklaşmıştır. Hükümet ise belirli ürünlerdeki Katma Değer Vergisi (KDV) ve Özel Tüketim Vergilerini (ÖTV) düşürerek tüketimi teşvik etmiştir. Bu genişleyici para ve maliye politikaları sayesinde, önceki krizlerde yaşanan enflasyon patlaması ve kurdaki aşırı değer kaybı (TL %35 düşerken, 2008’de %15’e kadar) yaşanmamıştır. Ayrıca küresel piyasalarda emtia fiyatlarının düşmesi de enflasyonist baskıyı hafifletmiştir.
Türkiye, krizin etkilerini bu genişlemeci politikalarla minimuma indirebilmiştir. GSMH’da en ciddi düşüşü yaşayan ülke olmasına rağmen, aynı hızla toparlanmıştır. 2009’un sonuna gelindiğinde Türkiye yeniden iyi büyüme oranları yakalamış, sermaye çıkışı tersine dönmüş, sermaye girişleri artmış ve ihracat yeniden yükselişe geçmiştir. Ancak ekonominin esas toparlanma sebebi hane halkı tüketimlerinin artmasıydı; Türkiye yapısal olarak yatırım odaklı değil, tüketim odaklı büyüyen bir ekonomidir.
Güven Faktörü
2008 krizi sonrası Türkiye ekonomisinin hızlı toparlanmasının en önemli sebebi sisteme ve ekonomi yönetimine duyulan güven olmuştur. Daha önceki krizlerde yerleşik firmalar ve insanlar da paralarını transfer ederken, 2008 krizinde bu yaşanmamıştır. Yabancı sermaye kaçarken, yerleşiklerin dolara hücum etmemesi de Türk lirasının daha fazla değer kaybetmesini engellemiştir. Bu hem Türk halkının hem de yabancı yatırımcıların ekonomi yönetimine güveninin önemli bir göstergesiydi.
AKP Dönemi Ekonomik Performansı: Başarılar ve Kırılganlıklar (2002-2013)
AKP hükümetinin ekonomi politikalarının değerlendirilmesinde 2002-2013 yılları arasında temel ekonomik parametreler açısından bir başarı olduğu konusunda genel bir uzlaşı bulunmaktadır. Bu dönemdeki başarı, milli gelir ve kişi başına düşen gelirin artışı, enflasyonun kontrol altına alınması, borçlanma faizlerinin ve döviz kurunun istikrarı gibi göstergelerle açıklanmaktadır. Başarı hikayesinin önemli unsurları arasında AB uyum yasaları, hukuki düzenlemeler, kurumsal iyileştirmeler ve bunların yabancı sermaye için cazip bir ortam yaratması gösterilmektedir. 2002 yılında iktidara gelen AKP, IMF programına harfiyen uyarak başlamış ve bu programın kazanımları küresel krize kadar görülmeye devam etmiştir. Bu reformlar enflasyonun kontrol altına alınmasına ve bütçe açıklarının disipline edilmesine yardımcı olmuştur.
2010 Sonrası Önemli Atraksiyonlar
2010 sonrası özellikle siyasi ve toplumsal gelişmeler ekonominin önüne geçmiştir. 2020 yılına kadar yaşanan önemli gelişmeler aşağıda gösterilmeye çalışılmıştır.
20.01.2010 Balyoz Eylem Planı iddiaları ilk defa basında yer almaya başladı.
10.05.2010 Deniz Baykal, bazı uygunsuz görüntüler nedeniyle genel başkanlıktan istifa etti. 22 Mayıs’ta Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan seçildi.
31.05.2010 İsrail tarafından Mavi Marmara baskını düzenlendi.
12.09.2010 Anayasa değişikliği referandumu yapıldı. Halk “evet” oyu verdi.
12.06.2011 Genel seçimler yapıldı. Ak Parti %49,8 oy aldı. Balyoz eylem planı, Deniz Feneri davası, PKK-MİT görüşmesi iddiaları, askeriyede vesayet operasyonları 2011 yılının önemli gündem maddeleri oldu.
25.01.2013 Kabinenin önemli bakanlıklarında revizyon
11.05.2013 Reyhanlı Patlaması
27.05.2013 Gezi Olaylarının başlaması
16.09.2013 Suriye helikopterinin düşürülmesi
17.12.2013 AKP’li bakanlara yönelik yolsuzluk suçlamaları
30.03.2014 Yerel seçimler yapıldı
10.08.2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi
14.12.2014 Paralel yapı gazetecilerine operasyon
03.02.2015 TMSF, Bank Asya’ya el koydu
07.06.2015 Genel seçimler yapıldı. AKP ilk defa tek başına iktidar olamadı.
10.10.2015 Ankara Garı’nda patlama
24.11.2015 Rus Jeti Düşürüldü
17.02.2016 Ankara Merasim Sokak Saldırısı
13.03.2016 Ankara Kızılay Saldırısı
04.05.2016 Başbakan Davutoğlu’nun istifası
19.05.2016 Davutoğlu’nun yerine Binali Yıldırım geçti.
07.06.2016 Vezneciler ’de terör saldırısı
28.06.2016 Atatürk Havalimanında terör saldırısı
15.07.2016 Darbe kalkışması
20.08.2016 Gaziantep’te terör saldırısı
24.08.2016 Fırat Kalkanı Harekâtı Başladı
10.12.2016 Beşiktaş Vodafone Arena’da terör Saldırısı
17.12.2016 Kayseri’de askerlere yönelik terör saldırısı
19.12.2016 Rus Büyükelçi öldürüldü
10.01.2017 Anayasa değişikliğine dair ilk değişikliğin mecliste oylanması
16.04.2017 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumu
09.10.2017 ABD’nin Türkiye ile vizeleri durdurma kararı
29.01.2018 Suriye ‘ye askerî harekâtın başlaması
24.06.2018 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri
10.08.2018 Bakan Albayrak’ın yeni ekonomik düzene ilişin açıklamaları
12.08.2018 USD ve EURO tarihi zirvesi
03.10.2018 Enflasyon aylık bazda %6,30 arttı ve yıllık %24,52’ye yükselişi
04.10.2018 Gazeteci Cemal Kaşıkçı öldürülüşü
12.10.2018 Rahip Brunson serbest bırakılması
31.03.2019 Yerel seçimler yapılması.
2000’liyılların İlk on yılında USD kuru 1,2 TL’den sadece 2010 yılında 1,50 TL’ye gelirken yukarıda kronolojik olarak vermeye çalıştığımız görüntünün dolar kuruna etkisi aşağıda gösterilmeye çalışılmıştır. Bütün bunlara ilaveten 15 Aralık 2015’te USD faiz oranı %0,25 iken 30 Haziran 2019’da %2,5 e yükselmiş, bol para döneminin de sonuna gelinmiştir.
Yıllık Ortalama Dolar Kuru (USD/TRY) Tablosu (2010-2025) | ||
Yıl | Ortalama Dolar Kuru (USD/TRY) | Notlar |
2010 | 1,5 | |
2011 | 1,67 | |
2012 | 1,8 | |
2013 | 1,9 | |
2014 | 2,18 | |
2015 | 2,72 | |
2016 | 3,02 | |
2017 | 3,65 | |
2018 | 4,83 | Döviz krizi yaşandı |
2019 | 5,68 | |
2020 | 7,02 | Pandemi etkisi |
2021 | 8,85 | |
2022 | 16,52 | Enflasyon ve ekonomik kriz |
2023 | 23,8 | Seçim yılı etkisi |
2024 | 35,22 | Tahmini |
Dış Kaynak Bağımlı Büyüme ve Kronik Cari Açık
Son 20 yıllık dönemde ekonomik büyüme dönemleri sürekli cari açıkla birlikte gelmiştir. 2001-2009 arası dönemde milli gelirin %5’ine ulaşan cari açık, 2008 krizinin ithalatı azaltıcı etkisine rağmen pozitif hale geçememiştir. Sonraki genişleme döneminde ise açık milli gelirin yaklaşık %9’una kadar ciddi boyutlara ulaşmıştır. 1990’larda ortalama %9’luk büyüme %1,5’lik cari açıkla mümkünken, 2003-2007 döneminde ortalama %7’lik büyüme cari açığı %5’e yükseltmiştir. Bu durum, Türkiye ekonomisinin yurt içi üretimin ithal sermaye ve ara mallarına bağımlı olmasından kaynaklanan kronik bir dış açık sorunu yaşadığını göstermektedir. Türkiye ekonomisi, sermaye girişleri ve geri dönüşleriyle birebir uyumlu bir milli gelir artışı/azalışı yaşamış, dış kaynak girişlerine bağımlı bir büyüme rotasında ilerlemiştir. Bu bağımlılık, ülkeyi küresel finansal şoklara karşı daha duyarlı hale getirmiştir.
Finansal Kırılganlıkların Artışı
2008 krizi sonrası gelişmekte olan ülkelerde hisse senedi, tahvil, emlak ve kredi piyasalarında dış kaynak payının artması, ödemeler dengesi kırılganlıklarına yenilerini eklemiştir. Özellikle özel dış borcun döviz cinsinden oluşması ve bankacılık sektörünün kısa vadeli borçlanma ivmesini artırması dikkat çekicidir. Reel sektörün net döviz pozisyonu, AKP’nin iktidara geldiği ilk dönemde tedrici olarak artmış, 2006’dan sonra ve özellikle 2008 kriziyle birlikte çok yüksek bir tempoda artarak 2017’de zirve yapmıştır. 2009’da döviz geliri olmayan reel sektör firmalarının döviz üzerinden borçlanması önündeki kısıtların kaldırılması, bu yükümlülüklerin hızla artmasına yol açmıştır. Bu durum, gelişmekte olan ekonomileri küresel finansal şoklara, sermaye akımlarındaki ani giriş veya çıkışlara ve yurt dışı faiz oranlarındaki değişimlere karşı kırılgan hale getirmiştir.
Değerli TL Politikası ve Sanayisizleşme
Türkiye, uzun yıllar boyunca ticaret yaptığı başlıca paralar karşısında aşırı değerli bir Türk Lirası (TL) izlemiştir. Bu politika tercihi hem tüketim mallarında hem de ara mallarda ithalat harcamalarını artırmış, ihracatın birim fiyatlarını yükselterek yerli üretimin rekabet gücünü olumsuz etkilemiştir. Bu durum, “prematüre sanayisizleşme” tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Ucuz yabancı para ve dış kaynaklı krediye kolay erişim, yerli imalat sanayinde kullanılacak ara malların yurt içinden üretilmesi yerine, yurt dışından satın alınmasını kolaylaştırmış ve yerli imalat sanayini zayıflatmıştır.
AKP’nin ilk on yılında imalat sanayinde yaratılan katma değerin GSMH içindeki payı azalma kaydetmiştir. Toplam imalat sanayinde yaratılan değer içinde orta ve yüksek teknolojili ürünlerin oranı düşük kalmış ve AKP’li yıllarda önemli bir değişim göstermemiştir. 2018 ÖİK Raporu’na göre Türkiye’nin sanayi üretim yapısı uzun vadede ekonomik olarak sürdürülebilir değildir.
Merkez Bankası Bağımsızlığına Müdahaleler
2001 krizi sonrası yenilenen Merkez Bankası yasası, bankaya araç bağımsızlığı ve yöneticilerin görev sürelerine ilişkin güvenceler sağlamıştır. Ancak, AKP iktidara geldikten kısa süre sonra, 2003’te faiz tartışmaları başlamış ve Başbakan Erdoğan faizlerin düşürülmesi gerektiğini belirtmiştir. Durmuş Yılmaz’ın Merkez Bankası başkanlığı döneminde (2006-2011), AKP’ye yakın yöneticilerin bankada etkili olduğu ve Durmuş Yılmaz’ın pasif bir görüntü çizdiği belirtilmektedir. Özellikle özel sektörün döviz borçluluğundaki artışa sınırlama getirilmesi gerektiği uyarılarına karşı dönemin başkanı siyasi iktidarı yeterince uyarmamış ve sessiz kalmıştır. Bu dönemde başlayan müdahaleler, para politikasının etkinliğini azaltmış ve enflasyonla mücadelede tutarlılığı sekteye uğratmıştır.
Özelleştirmeler
Türkiye’deki toplam özelleştirmelerin %88’i AKP iktidarı döneminde (2003-2016) gerçekleştirilmiştir. Elde edilen gelirin önemli bir kısmı (yaklaşık %30’u) özelleştirilen kuruluşlara yapılan ödemelere gitmiş, Hazine’ye aktarılan 47 milyar dolar ise iç ve dış borç ödemeleri ile altyapı tesislerinin finansmanına harcanmıştır. Sümerbank, Tekel, TÜPRAŞ, SEKA, Telekom gibi pek çok kamu kuruluşu özelleştirilmiştir.
2020 ‘li yıllardan sonra ise hayatımıza damga vuran üç önemli unsur vardır;
- Birincisi bütün dünyada ve Türkiye’de hayatı durma noktasına getiren Pandemi,
- İkincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendinden menkul düşük faiz politikasında ısrar etmesi ve nihayetinde yüksek enflasyon
- 6 Şubat Depremi
- Üçüncüsü ise ABD’nin faiz artırmaya devam etmesidir.
Sonuç
Türkiye ekonomisinin 2008 küresel krizi karşısındaki performansı ve AKP’li yıllardaki genel seyri, basit bir başarı ya da başarısızlık hikayesi olmaktan uzaktır. Krizin ilk şokuna karşı Türkiye’nin 2001 sonrası reformlarla kazandığı makroekonomik istikrar ve uygulanan döngü karşıtı politikalar, hızlı bir toparlanma sağlamıştır. Bu toparlanma, özellikle hane halkı tüketimi ve ekonomi yönetimine duyulan güvenle desteklenmiştir.
Ancak, “başarılı” addedilen 2002-2013 dönemi bile, aslında sonraki yıllara taşınacak önemli kırılganlıkları biriktirmiştir. Ekonominin dış kaynak girişlerine olan aşırı bağımlılığı, kronikleşen cari açık sorununu derinleştirmiş ve değerli TL politikası, yerli imalat sanayinin gelişimini olumsuz etkileyerek “prematüre sanayisizleşme” riskini artırmıştır. Finansal sistemdeki döviz bazlı borçlanmalar, ekonomiyi dış şoklara karşı daha kırılgan hale getirmiştir. Merkez Bankası’nın bağımsızlığına yönelik müdahaleler, para politikasının etkinliğini sekteye uğratmıştır.
2000 ile 2010 yılı arasını daha çok ekonomik hayatın ve görünümün ağır bastığı bir dönem olarak betimlemek yanlış olmayacaktır. İkinci on yıl ise yoğun siyasi, diplomatik, askeri atraksiyonların ve bunların ülke ekonomisine bu sefer negatif etkilerinin yansıdığı bir dönem olmuştur.
Türkiye, mevcut sorunların farkında ve bu sorunları derinden yaşamaktadır. Yapılması gereken bu sorunların nasıl çözüleceğini ortaya koymaktır. Önemli olan, çözüm önerileri sunmaktır. “İktidar kötü” ya da “İktidar yanlış yapıyor” demek kolaydır; ancak Türkiye artık somut öneriler beklemektedir. Hem iktidardan hem de muhalefetten beklenti bu yöndedir. Bu nedenle, sorunların çözümüne ilişkin öngörülerin ve düşüncelerin, toplumu ikna edici bir şekilde ifade edilmesi ve mevcut sorunları dile getirmenin kolaycılığından kaçınılması gerekmektedir.