türk dünyası

TÜRK DÜNYASININ KIRILGAN BİRLİKTELİĞİ: SEMERKANT ZİRVESİ VE ORTAK GELECEK ARAYIŞI

Giriş

Türk Devletleri Teşkilatı‘nın (TDT) 11 Kasım 2022’de Özbekistan’ın tarihi Semerkant şehrinde gerçekleştirdiği zirve, Türk Dünyası’nın ortak geleceği adına atılmış tarihi bir adım olarak kayıtlara geçmiştir. Zirve sonunda yayımlanan Semerkant Bildirisi, ekonomik, siyasi ve kültürel iş birliğini derinleştirmeyi hedefleyen pek çok umut verici madde içermektedir. Ancak bildirinin giriş bölümünde yer alan ve üye ülkelerin “özellikle egemenlik, toprak bütünlüğü ve uluslararası düzeyde kabul gören sınırların dokunulmazlığı ve iç işlerine müdahale etmeme hususlarına saygı” konusundaki taahhütlerini vurgulayan ifade, dikkatli bir okumayla, Türk Dünyası’nın tarihsel hafızasında yer etmiş derin güvensizliklerin ve travmaların bir yansıması olarak okunabilir. Bu ifadenin varlığı, teşkilatın gelecekteki sağlamlığının, geçmişten gelen bu kırılganlıkların anlaşılması ve aşılmasına bağlı olduğunu göstermektedir.

Bu blog yazısı, Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği döneminde Orta Asya’da uygulanan ve bölgenin demografik, kültürel ve siyasi yapısını kökten değiştiren politikaları analiz ederek, Semerkant Bildirisi’ndeki bu “güvence” vurgusunun tarihsel arka planını aydınlatmayı ve Türk Dünyası’nın birlik yolundaki zorlukları ve fırsatları ele almayı amaçlamaktadır.

1. Çarlık ve Sovyet Mirası: “Böl, Parçala, Yönet” Politikaları

Orta Asya, tarih boyunca jeopolitik ve jeoekonomik önemi nedeniyle büyük güçlerin rekabet alanı olmuştur. 19. yüzyılda İngiltere ve Çarlık Rusyası arasındaki “Büyük Oyun”un merkezinde yer alan bölge, 20. yüzyılda ise SSCB ve ABD arasındaki Soğuk Savaş rekabetine sahne olmuştur. “Avrasya’nın kalbi” olarak nitelendirilen bu coğrafyanın kaderi, özellikle 17. yüzyıldan itibaren genişlemeye başlayan Rus işgalleriyle derinden etkilenmiştir.

Çarlık Rusyası Dönemi: 15. yüzyıldan itibaren fetihlerle genişleyen Rusya, Orta Asya hanlıklarını ele geçirerek bölgeye yerleşmiştir. Çarlık yönetimi, Orta Asya halkları arasındaki anlaşmazlıkları körükleyerek “böl-parçala-yönet” mantığıyla hareket etmiştir. Bölgeye yönelik uygulanan planlı iskân politikalarıyla çok sayıda Rus vatandaşı bölgeye yerleştirilmiş, bu durum Orta Asya’nın demografik yapısını bozmuştur. Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırma politikaları kapsamında bölge halkının din, dil ve kültürüne müdahalelerde bulunulmuş, camiler yıkılmış, dini kurumlar kapatılmış ve İslami kültürün izleri silinmeye çalışılmıştır.

Sovyetler Birliği Dönemi ve Homo Sovieticus Projesi: 1917 Bolşevik Devrimi sonrası kurulan Sovyetler Birliği, Çarlık politikalarını farklı bir ideolojik çerçevede devam ettirmiştir. Lenin ve Stalin gibi Bolşevik liderler, başlangıçta anti-emperyalist söylemlerle bölge halklarına özgürlük vaat etse de bu politikalar kısa sürede yön değiştirmiştir. Sovyetlerin nihai hedefi, tüm ulusal kimlikleri bir kenara bırakıp Sovyet üst kimliği altında birleşmiş, dili Rusça, dini ateizm olan ideal “Sovyet insanı” (homo-sovieticus) modelini yaratmaktı.

Bu hedefe ulaşmak için şu politikalar sistematik bir şekilde uygulanmıştır:

  • Yapay Sınırlar ve Etnik Ayrıştırma: Stalin döneminde, “millet oluşturma” politikası kapsamında, Türkistan coğrafyası “bir etni-bir toprak” ilkesiyle etnisite ayrımına dayalı yapay cumhuriyetlere bölünmüştür. Türklük ve Müslümanlık gibi birleştirici kimliklerin zayıflatılması amacıyla etnik motifler ön plana çıkarılarak Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen gibi farklı ulusal kimlikler bilinçli olarak inşa edilmiştir. Bu bölünme, günümüze kadar devam eden sınır sorunlarının ve etnik gerilimlerin temelini oluşturmuştur.
  • Dil ve Kültür Mühendisliği: Sovyet yönetimi, dil alanında radikal reformlar yapmıştır. Öncelikle İslam dünyasıyla bağı simgeleyen Arap alfabesi kaldırılmış, yerine Latin alfabesine geçilmiştir. Ancak Türkiye’nin de Latin alfabesine geçmesiyle olası bir Pantürkizm endişesi, Sovyetleri bu kez de Latin alfabesini kaldırıp yerine her cumhuriyet için fonetik farklılıklar barındıran Kiril alfabelerini getirmeye itmiştir. Bu sürekli alfabe değişimleri, halkların geçmişleriyle olan bağını koparmış ve ortak bir Türk dili etrafında birleşmelerini engellemiştir. Eğitimde ve kamusal alanda Rusça zorunlu kılınarak Rus kültürü etkinleştirilmiştir.
  • Din Karşıtı Politikalar: Marksist ideoloji gereği din, bir “sömürü aracı” olarak görülmüş ve İslami kimlik, Sovyet kimliğinin önündeki en büyük engel olarak algılanmıştır. Bu doğrultuda camiler ve medreseler kapatılmış, dini bayramlar yasaklanmış, vakıflara el konulmuş ve din adamları ya sürgün edilmiş ya da infaz edilmiştir.
  • Ekonomik Bağımlılık: Orta Asya ekonomileri tamamen Moskova’ya bağımlı kılınmıştır. Bölgenin zengin doğal kaynakları Sovyetler Birliği’ne aktarılırken, yerel sanayinin gelişmesi engellenmiştir. Özellikle Kazakistan’ın sanayisi ve Kırgızistan’ın ekonomisi büyük ölçüde Rusya’ya entegre edilmiştir. Tarımda kolektifleştirme politikaları (kolhoz ve sovhoz sistemleri) uygulanmış, bu durum büyük kıtlıklara ve milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur.

2. Bağımsızlık Sonrası Kırılganlıklar ve Güvensizlik Ortamı

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanan Türk cumhuriyetleri, ağır bir siyasi, ekonomik ve kültürel mirasla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Sovyet döneminde yaratılan yapay sınırlar, etnik gerilimler, ekonomik bağımlılık ve ortak bir kimlik etrafında birleşememe gibi sorunlar, bağımsızlık sonrası dönemin de temel dinamiklerini oluşturmuştur.

Türkiye ile İlişkilerde Yaşanan Güvensizlikler: Türkiye’nin 1991 sonrası Türk Dünyası ile ilişkiler kurma sürecinde hazırlıksız yakalanması ve bölgeyi yeterince tanımaması, bazı hatalı politikalara yol açmıştır. Bu durum, zaten hassas olan dengeleri daha da kırılgan hale getirmiştir.

  • İç İşlerine Müdahale Algısı: Türkiye’nin, Azerbaycan’da Ebulfeyz Elçibey’e karşı yapılan darbe sürecinde doğrudan taraf olması ve Elçibey’i desteklemesi, Haydar Aliyev yönetimiyle ilişkilerde bir soğukluk dönemine yol açmıştır. Benzer şekilde, Özbekistan kökenli Ahat Andican’ın Türkiye’de bakanlık yapması gibi gelişmeler, İslam Kerimov yönetiminde “iç işlerine müdahale” olarak algılanmış ve ilişkileri germiştir.
  • FETÖ’nün Yıkıcı Rolü: 1991’den itibaren Türk Dünyası’nda okullar açarak yayılan Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ), Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasındaki güvensizliği körükleyen en önemli faktörlerden biri olmuştur. Bu örgütün Özbekistan (1999) ve Türkmenistan’da (2002) darbe girişimlerine karışması, casusluk faaliyetleri yürütmesi ve Türkiye’nin adını kullanarak bölgede istikrarsızlık yaratması, özellikle Özbekistan ve Türkmenistan’ın Türkiye’ye ve Türk Dünyası iş birliği girişimlerine uzun yıllar mesafeli durmasına neden olmuştur.

Bu tarihsel tecrübeler, Türk cumhuriyetlerinin liderlerinde egemenlik ve iç işlerine karışılmaması konularında derin bir hassasiyet yaratmıştır. 1992’de başlayan Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirveleri, bu güvensizlikler nedeniyle kesintiye uğramış; Özbekistan ve Türkmenistan uzun süre bu oluşumdan uzak kalmıştır.

3. Semerkant Bildirisi: Güvence Arayışı ve Gelecek Vizyonu

İşte bu tarihsel bağlamda, Semerkant Bildirisi’nin girişinde yer alan “egemenlik, toprak bütünlüğü ve iç işlerine müdahale etmeme” vurgusu, sadece diplomatik bir jest değil, aynı zamanda geçmişin yaralarını sarma ve geleceğe yönelik sağlam bir güven zemini oluşturma arayışının bir ifadesidir. Bu madde, özellikle Özbekistan ve Türkmenistan gibi geçmişte olumsuz tecrübeler yaşamış ülkelerin teşkilata tam entegrasyonu için bir “güvence” niteliği taşımaktadır.

Geçmişin güvensizliklerine rağmen Semerkant Zirvesi ve sonuç bildirisi, Türk Dünyası’nın ortak bir gelecek inşa etme konusundaki kararlılığını ortaya koymaktadır. Bildiride öne çıkan bazı maddeler, bu yeni dönemin somut adımlarını içermektedir:

  • KKTC’nin Gözlemci Üyeliği: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin gözlemci üye olarak kabul edilmesi hem KKTC’nin uluslararası tanınırlığı hem de Türk Dünyası’nın Doğu Akdeniz’e açılması açısından stratejik bir adımdır.
  • Orta Koridor ve Ekonomik Entegrasyon: Bildiride “Hazar Geçişli Uluslararası Doğu-Batı-Orta Koridor”a yapılan güçlü vurgu, Türk devletlerinin ekonomik entegrasyonu hedeflediğini göstermektedir. Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ardından önemi daha da artan Orta Koridor, Çin’in “Bir Kuşak Bir Yol” projesiyle de entegre olarak bölgeyi küresel ticaretin merkezlerinden biri haline getirme potansiyeli taşımaktadır. Bu proje, üye ülkeler arasındaki ticareti artıracak ve ekonomik bağımlılıkları azaltacaktır.
  • Zengezur Koridoru‘na Destek: Nahçıvan ile Azerbaycan arasında kara bağlantısı sağlayacak olan Zengezur Koridoru’nun açılmasına verilen destek, Türk Dünyası’nın fiziki olarak birleşmesi yolunda atılmış önemli bir adımdır.
  • Güvenlik ve Savunma İş Birliği: Milli Güvenlik Kurulu Başkanları toplantıları ve savunma sanayii alanında iş birliği çağrıları, teşkilatın gelecekte NATO benzeri bir güvenlik yapılanmasına evrilebileceğine işaret etmektedir.
  • Ortak Kurumlar ve Projeler: “TURANSEZ” özel ekonomik bölgesi, Türk Dünyası Yatırım Forumu ve ortak turizm projeleri gibi girişimler, ekonomik ve kültürel bağları güçlendirmeyi amaçlamaktadır.

Sonuç

Türk Devletleri Teşkilatı Semerkant Zirvesi, tarihsel olarak “böl, parçala, yönet” politikalarıyla birbirine yabancılaştırılmış Türk halklarının, ortak bir gelecek vizyonu etrafında yeniden birleşme iradesinin güçlü bir kanıtıdır. Çarlık ve Sovyet dönemlerinden miras kalan yapay sınırlar, etnik gerilimler, dilsel farklılıklar ve ekonomik bağımlılıklar, Türk Dünyası’nın önündeki en büyük engeller olmaya devam etmektedir. Bağımsızlık sonrası dönemde yaşanan ve “iç işlerine müdahale” olarak algılanan politikalar ile FETÖ gibi yapıların yıkıcı faaliyetleri, bu tarihsel güvensizlikleri daha da derinleştirmiştir.

Semerkant Bildirisi’nde egemenlik ve toprak bütünlüğüne yapılan özel vurgu, bu derin güvensizliklerin bir kabulü ve gelecekte benzer hataların tekrarlanmayacağına dair karşılıklı bir taahhüttür. Bu güvence, özellikle Özbekistan ve Türkmenistan gibi uzun süre mesafeli duran ülkelerin teşkilata tam entegrasyonu için kritik bir öneme sahiptir. Bildiride yer alan Orta Koridor, Zengezur Koridoru, KKTC’nin statüsü ve güvenlik iş birliği gibi somut hedefler, teşkilatın romantik bir hayalden öte, reelpolitik bir zeminde hareket ettiğini ve bölgesel ve küresel bir aktör olma yolunda kararlı adımlar attığını göstermektedir. Türk Dünyası’nın geleceği, geçmişin travmalarını açık bir diyalogla aşarak, karşılıklı güvene dayalı, eşit ve egemen ortaklıklar kurabilme yeteneğine bağlı olacaktır. Semerkant’ta atılan bu adım, zorlu ama umut dolu bir yolculuğun başlangıcıdır.

Kaynakça

Şahin, Ezgi. “Sovyetler Birliği Döneminde Orta Asya’da Rus Etkisi.” Akademik Düşünce Dergisi, Sayı: 8, Güz 2023, ss. 29-45.

Kaya, Ayşe. “SSCB Sonrası Coğrafyada Ulus İnşa Süreci: Kazakistan Örneği.” Alternatif Politika, Cilt 4, Sayı 3, Kasım 2012, ss. 354-378.

Öztopal, Mustafa Kemal. “Akayev Sonrası Dönemde Kırgızistan Dış Politikası.” Düşünce Dünyasında Türkiz, Yıl 12, Sayı 59, Ağustos 2021, ss. 229-261.

“Dönüşüm sürecinde Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye ile ilişkileri.” İnsamer, 30 Kasım -0001.

Özsoy, Bahar. “Enerji Güvenliği Bağlamında Türkmenistan Enerji Diplomasisi.” Türk Dünyası Araştırmaları, Cilt 137, Sayı 271, Şubat 2025, ss. 87-114.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir