hocazadeler

OSMANLI’NIN EN NÜFUZLU ULEMA AİLESİ: HOCAZÂDELER VE HOCA SÂDEDDİN EFENDİ

GİRİŞ

Osmanlı İmparatorluğu’nun altı asrı aşan varlığını sürdürmesinde yalnızca askerî başarılar değil, aynı zamanda inşa edilen yüksek kültür ve ilmiye iklimi de merkezi bir rol oynamıştır. Bu ilmiye iklimini oluşturan en prestijli ve etkili sülalelerden biri de Hocazâdeler ailesidir. Ailenin temelini atan sima, XVI. yüzyılın önde gelen tarihçisi, devlet adamı ve şeyhülislâmı Hoca Sâdeddin Efendi‘dir (ö. 1599). Hocazâdeler, Osmanlı Devleti’nde ulema ailelerinin en meşhuru olarak kabul edilmektedir. Bu ailenin ilmiye tarihindeki yadsınamaz önemi, toplamda yedi şeyhülislâm yetiştirmiş olmaları ve bu önemli makamı yaklaşık 35 yıl boyunca işgal eden en uzun süreli aile unvanını taşımalarından ileri gelmektedir.

Bu akademik blog yazısı, öncelikle Hoca Sâdeddin Efendi’nin hayatını, siyasi kariyerini ve özellikle Tâcü’t-Tevârîh başta olmak üzere ilmi mirasını inceleyecektir. Ardından, Hocazâdeler sülalesinin ilmiye teşkilatında elde ettiği nüfuzu ve bu nüfuzun Osmanlı siyasetine ve ulema yapısına etkilerini ele alarak, ailenin Osmanlı tarihindeki çok yönlü rolünü kapsamlı bir şekilde analiz etmeyi amaçlamaktadır.

HOCA SÂDEDDİN EFENDİ: HAYATI VE MERKEZİ KONUMU

Hoca Sâdeddin Efendi, 1536 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş olup, aslen İsfahanlı bir Türk aileye mensuptur. Ailesinin saray çevresine olan yakınlığı, onun eğitim ve kariyer yolculuğunu derinden etkilemiştir. Babası Hasan Can Çelebi (ö. 1567), Safevî sarayından Çaldıran Zaferi’nin ardından Yavuz Sultan Selim tarafından İstanbul’a getirilmiş, padişahın en yakın nedimi ve sırdaşı olmuştu. Çocukluğu saray çevresinde geçen Sâdeddin Efendi, Türk tarihi, devlet gelenekleri ve kültürü hakkındaki ilk bilgileri babasından dinlemiştir.

Kariyer Yolu ve Hocalık Görevi

Hoca Sâdeddin, dönemin seçkin hocalarından dersler almış, özellikle Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi‘den mülâzemet alarak kariyerine başlamıştır (1555). Müderrislik kariyeri boyunca hızla yükseldi; 1556’da İstanbul Murad Paşa Medresesi’ne, 1564’te Bursa Yıldırım Bayezid Medresesi’ne ve 1572’de Sahn Müderrisliğine atanmıştır.

Kariyerindeki dönüm noktası, 1573’te Manisa’da vali bulunan Şehzade Murad’ın (III. Murad) hocası olarak atanmasıdır. III. Murad’ın 1574’te tahta çıkmasıyla birlikte “hâce-i sultânî” unvanını almış ve bu unvanı III. Mehmed döneminde de sürdürmüştür. Kanunnâme’ye göre hünkâr hocaları, “serdâr-ı ulemâ” ve “müsteşâr-ı umûr-ı dîn ü dünyâ” gibi unvanlarla şeyhülislam ile aynı düzeyde anılıyor, bu da Hoca Efendi’ye devlet idaresinde çok seçkin bir konum kazandırıyordu.

Siyasi Nüfuzu ve Haçova Zaferi

Hoca Sâdeddin Efendi, padişahın güvenini ve yakınlığını kazanarak iç ve dış siyasette oldukça etkili olmuştur.

1596 yılındaki Haçova Meydan Savaşı, onun siyasi dirayetinin zirvesini temsil eder. Sefere bizzat katılan Hoca Sâdeddin, savaşın ikinci gününde Osmanlı safları çözülüp padişah III. Mehmed’in kaçmaya hazırlandığı sırada devreye girmiştir. Padişaha dönerek, yerinden ayrılmamasının İslam’ın zaferini getireceğini, aksi halde ordunun dağılacağını belirterek onu savaş meydanında kalmaya ikna etmiştir. Bu müdahalesi sayesinde Haçova Zaferi kazanılmış ve Hoca Efendi’nin ünü artmıştır.

Siyasi faaliyetleri sadece savaşla sınırlı değildi. Sadrazam tayin ve azillerine müdahil olmuş, Vezir Sinan Paşa’yı desteklemiş ve Sadrazam Hadım Hasan Paşa’nın azledilmesini sağlamıştır. Ayrıca, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in temsilcilerine destek vererek Türk-İngiliz resmi ilişkilerinin kurulmasında ve bir ticaret antlaşmasının imzalanmasında önemli rol oynamıştır.

Şeyhülislamlık ve Vefatı

Hoca Sâdeddin Efendi, rakiplerinin çabalarına rağmen (özellikle Bostanzâde Mehmed Efendi ve Valide Safiye Sultan’ın muhalefeti), 1598 yılında 22. Osmanlı Şeyhülislâmı olarak atanmıştır. Padişah III. Mehmed, bu atamaya sevinerek, “Oldu Mollam Hoca Sadeddin” (1006/1598) diye tarih düşmüştür. Padişah hocalığı ile şeyhülislamlık makamını aynı anda yürütmesi sebebiyle “câmiu’r-riyâseteyn” (iki reisliği birleştiren) unvanıyla anılmaya başlanmıştır. Şeyhülislamlığı sırasında, her Cuma günü Ayasofya Camii’nde sorulan meselelere Türkçe, Arapça veya Farsça dillerinde mensur veya manzum cevaplar (fetvalar) veriyordu.

Hoca Sâdeddin Efendi, on sekiz ay iki gün süren şeyhülislamlık görevini sürdürürken, 2 Ekim 1599’da III. Murad için Ayasofya’da tertiplenen mevlide gitmek üzereyken fenalaşmış ve camide vefat etmiştir. Eyüp’te, yaptırmış olduğu dârülkurrâ (günümüzde Abdülkadir Efendi Camii olarak anılır) hazîresine defnedilmiştir.

İLMÎ VE EDEBÎ MİRASI: TÂCÜ’T-TEVÂRÎH VE MÜNŞEÂT

Hoca Sâdeddin Efendi’nin siyasetteki etkinliğinin yanı sıra, asıl kalıcı şöhretini kazandıran yönü ilmî ve edebî eserleridir. O, mükemmel derecede Arapça ve Farsça bilen, bu dillerde şiir yazabilen yetenekli bir ulemaydı.

Tâcü’t-Tevârîh

Hoca Sâdeddin Efendi’ye “müverrih şeyhülislam” unvanını kazandıran en önemli eseri Tâcü’t-Tevârîh‘tir. Bu eser, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan (1299) Yavuz Sultan Selim’in vefatına (1520) kadar olan olayları ele almaktadır.

Eser, III. Murad’ın teşvikiyle tamamlanmış ve Hoca Efendi, padişahın teşvikini başının tacı kabul ettiği için bu ismi vermiştir. Tâcü’t-Tevârîh, geleneksel Osmanlı tarih yazıcılığından farklı olarak, doğrudan Osmanlı dönemiyle ilgili olayları anlatarak başlamasıyla dikkat çeker.

Eserin üslubu, münşiâne (sanatlı, kafiyeli, seci’li) nesir tarzındadır ve belâgat ön plandadır. Bu üslup, İdrîs-i Bitlisî’nin Heşt Bihişt‘ini model almış, Farsça ve Arapça kelime ve terkipleri ustalıkla kullanmıştır. Tâcü’t-Tevârîh, içerdiği bilgiler ve üslubu sayesinde kendisinden sonraki pek çok Osmanlı tarihçisine (örneğin Hasanbeyzâde Ahmed Paşa, Solakzâde Mehmed Hemdemî ve Peçevî İbrahim Efendi) ana kaynak teşkil etmiştir. Eser, XVII. yüzyıldan itibaren İtalyanca, Almanca ve Fransızca gibi çeşitli Batı dillerine tercüme edilerek Avrupa dünyasında da şöhret kazanmıştır.

Selimnâme ve Diğer Eserleri

Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârîh‘in sonuna, babası Hasan Can Çelebi’den çocukluk yıllarında sözlü olarak işittiği menkıbeleri içeren Selimnâme‘yi eklemiştir (Yavuz Sultan Selim hakkında).

Aynı zamanda mahir bir mütercim (çevirmen) olan Hoca Efendi, Farsça ve Arapça’dan bazı önemli eserleri Türkçe’ye tercüme etmiştir. Bunlar arasında Molla Muslihiddin Lârî’nin Farsça yazdığı Mir’atü’l-Edvâr ve Mirkatü’l-Ahbâr, Kuşeyrî’nin tasavvufa dair er-Risâle‘si, Ûşî’nin Mâtürîdiyye akaidine dair manzum risâlesi olan el-Emâlî‘yi (III. Murad’ın isteği üzerine üç gecede tamamlanmıştır) ve Abdülkadir Geylânî’nin Menâkıbı (ya da Behçetü’l-Esrâr) bulunmaktadır.

Münşîliği

Hoca Sâdeddin Efendi, döneminin en usta münşîlerinden (sanatlı nesir yazarı) biri olarak kabul edilir; Arapça, Farsça ve Türkçe dillerinde şiir ve nesir yazma yeteneği otorite kabul edilmiştir. Diplomatik mektuplardan oluşan ve Osmanlı Tarihinin kaynakları olarak bilinen münşeât mecmuaları arasında, Gazi Giray Han’a, Şah Tahmasb’a ve vezirlere yazdığı mektupları içeren Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye gibi derlemeler bulunmaktadır. Bu mektuplar, onun siyasi ilişkilerini ve münşîlik maharetini gözler önüne serer.

HOCAZÂDELER SÜLALESİNİN İLMİYE TEŞKİLATINDAKİ AYRICALIKLI KONUMU

Hocazâdeler ailesi, Hoca Sâdeddin Efendi’nin nüfuzu sayesinde ilmiye teşkilatında ayrıcalıklı bir konuma yükselmiştir. Hoca Efendi’nin çocukları ve akrabaları da babaları gibi ilmiye sınıfında kariyer yapmışlardır.

Ancak bu yükseliş, Hoca Sâdeddin Efendi’ye yönelik önemli eleştirilerin de kaynağı olmuştur. En büyük eleştiri, kendi çocuklarını ve akrabalarını henüz çok genç ve yeterli tecrübeye sahip olmadıkları halde devletin üst kademelerine (kadı, kazasker ve şeyhülislâm) atatmak için nüfuzunu kullanmasıdır. Bu durum, Osmanlı ulemâ sınıfının bozulmasına yol açan faktörlerden biri olarak görülmüştür.

Hocazâdelerden Yetişen Şeyhülislâmlar

Hoca Sâdeddin Efendi’nin beş oğlu da ilmiye sınıfına girmiştir.

  1. Hocazâde Mehmed Efendi (ö. 1615): En büyük oğludur. Babasından ders alarak icâzet almış, 29 yaşında kazasker olmuş ve 35 yaşında şeyhülislâmlığa getirilmiştir. Osmanlı tarihi boyunca en genç yaşta şeyhülislam olan kişidir. Babasının Tâcü’t-Tevârîh‘ine bir zeyl (ek) yazmaya başlamış ancak tamamlayamamıştır.
  2. Hocazâde Esad Efendi (ö. 1625): Diğer bir oğlu olup, henüz yirmi üç yaşında en yüksek müderrislik görevi olan Süleymaniye Dâru’l-Hadis Medresesi’ne atanmış, 25 yaşında Edirne ve İstanbul kadılığı yapmıştır. Kardeşi Mehmed Efendi’nin vefatı üzerine şeyhülslâm olmuş, daha sonra tekrar bu göreve gelmiştir. Kızı Âkile Hatun‘u Sultan II. Osman ile evlendirerek hanedanla akrabalık kurmuştur.

Hocazâdeler sülalesinden, bu iki şeyhülislam dışında torunları da dahil olmak üzere, toplam yedi şeyhülislâm yetişmiştir. Torunlarından Ebûsaid Mehmed Efendi (33. Şeyhülislâm), Bahâî Mehmed Efendi (ö. 1654) ve Ebûsaid’in oğlu Feyzullah Efendi (ö. 1698) de şeyhülislâmlık makamına gelmişlerdir.

SONUÇ

Osmanlı Devleti’nde, Hocazâdeler ailesi, Hoca Sâdeddin Efendi’nin çığır açan kariyeriyle başlayıp nesiller boyu devam eden bir nüfuz ve ilim mirası bırakmıştır. Hoca Sâdeddin Efendi (1536-1599), sadece Osmanlı tarihçisi ve şeyhülislâmı (22.) olarak değil, aynı zamanda hâce-i sultânî (padişah hocası) sıfatıyla III. Murad ve III. Mehmed dönemlerinde devlet yönetiminde merkezi bir rol oynamış bir siyaset adamıydı. Onun Haçova Savaşı’ndaki kritik rolü ve İngilizlerle diplomatik ilişkilerin kurulmasındaki etkisi, siyasi dirayetinin somut göstergeleridir.

İlmî açıdan bakıldığında, Tâcü’t-Tevârîh adlı eseri, kuruluş devrinden Yavuz Sultan Selim’in sonuna kadarki Osmanlı tarihini ele alan, münşiâne üslubuyla kaleme alınmış, kendisinden sonraki müverrihlere kaynaklık eden temel bir eserdir. Ayrıca Arapça ve Farsça’dan yaptığı çeviriler (Mir’atü’l-Edvâr, er-Risâle, el-Emâlî) ve münşîlikteki üstün mahareti, onun yüksek edebî ve ilmî birikimini ortaya koymaktadır.

Aile, Hoca Sâdeddin’in kurduğu sistem ve nüfuz sayesinde yedi şeyhülislâm çıkarmış (Mehmed Efendi ve Esad Efendi bunlardan ikisidir), bu durum bir yandan ulema ailesi olarak güçlerini pekiştirirken, diğer yandan ilmiye teşkilatındaki liyakat temelli atamaların zedelenmesi eleştirilerine yol açmıştır.

Nihayetinde, Hocazâdeler sülalesi, XVII. yüzyılın sonuna kadar Osmanlı Devleti’nin ilmiye ve siyaset hayatında belirleyici aktörler olarak kalmış ve Osmanlı’nın yüksek kültür mirasına Tâcü’t-Tevârîh gibi kalıcı eserlerle katkıda bulunmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir