İstanbul’un Çatalca ilçesinde bulunan gizemli bir mezar taşı

GİZEMLİ BİR MEZAR TAŞI VE KAYIP BİR HİKÂYENİN İZİNDE

Merhaba sevgili tarih meraklıları! Bugün sizleri, İstanbul’un Çatalca ilçesine bağlı şirin bir köy olan Karacaköy’de başlayan ve Balkanlar’ın derinliklerine uzanan, sırlarla dolu bir yolculuğa çıkaracağım. Bu yolculuğun başkahramanı ise toprağın altından gün yüzüne çıkan beyaz, parlak bir taş: bir “mezar taşı”.

2017 yılının sıcak bir yaz sabahında, Karacaköy’de dedelerinden kalma evin zeminini düzenleyen iki kuzen, toprağın içinde üzeri belli belirsiz harflerle dolu bir mermer levha bulurlar. Taşı temizledikçe, alfabesi tanıdık gelmeyen yabancı bir dilde yazılmış olduğu anlaşılır. Ancak dikkatli gözlerden kaçmayan bir detay vardır: metnin sonunda yer alan “1887” sayısı. Bu gizemli buluntu, kuzenlerin merakını cezbeder ve işte tam da bu noktada, yönetmen Kerem Soyyılmaz devreye girer.

Kerem Soyyılmaz, kitabedeki yazının Yunanca olabileceğini düşünerek bir arkadaşından yardım ister. Kısa süre sonra sır perdesi aralanır: mezar taşında “Burada Tanrı’nın kulu Hrisula Rodaki yatıyor. Mart 1887″ yazmaktadır. Bu basit ama dokunaklı ifade, sadece bir mezar taşının değil, aynı zamanda uzun yıllardır unutulmuş bir hayatın ve bir ailenin hikayesinin başlangıcı olur.

Karacaköy, İstanbul’un batısında, Çatalca ilçesine bağlı bir köydür. Tarihsel olarak, nüfus mübadelesi öncesinde önemli bir Rum nüfusa sahipti. Makalede bahsedilen olay, bu eski Rum yerleşiminde, geçmişin izlerini taşıyan bir evin bahçesinde geçmektedir.

Hrisula Rodaki’nin kim olduğunu, neden bu topraklara gömüldüğünü ve mezar taşının nasıl olup da bir evin zemininde bulunduğunu anlamak için altı yıl sürecek bir “dedektiflik” faaliyeti başlar. Bu süreçte aile üyeleri, sosyal medya ve arşivler önemli rol oynar. Özellikle Facebook üzerinden yayılan mezar taşı fotoğrafı, Selanik’te yaşayan ve ailesinin kökleri Karacaköy’e uzanan “Theodoros Georgiadis’e ulaşır.

Theodoros, elindeki aile bilgilerine dayanarak Hrisula’nın kendi ailesinden olduğunu iddia eder ve Kerem Soyyılmaz ile iletişime geçer. Bu beklenmedik gelişme üzerine Kerem, soluğu Selanik’te alır. Burada Theodoros, Kerem’i yedi kuşak ötesine uzanan bir soyağacı ile karşılar. İşte o soyağacında, 1869 doğumlu Hrisula, Theodoros’un babasının ablası olarak belirir. Çocuk sahibi olmayan amcası Rodakis Georgiadis tarafından evlat edinilen Hrisula, böylece Hrisula Rodaki olarak tarihe not düşülür. Ne yazık ki, genç yaşta, 1887’de henüz 18 yaşındayken muhtemelen zatürre nedeniyle hayatını kaybeder.

Bu keşif süreci, sadece Hrisula’nın kimliğini ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda ailesinin ve Karacaköy’ün geçmişine dair önemli soruları da beraberinde getirir. Peki, bu mezar taşı neden evin zeminine gömülmüştü? Bu sorunun cevabı, bizi bölgenin çalkantılı tarihine ve zorunlu yerinden etme pratiklerine doğru bir yolculuğa çıkaracaktır.

Toprağın Altındaki Sır: İmparatorluk Bakiyesi ve Mezarlıkların Sessiz Çığlığı

Bu sorunun cevabını ararken, tarihin derinliklerine ve o dönemin karmaşık siyasi ve toplumsal atmosferine doğru bir yolculuk yapmamız gerekiyor. İktidarın en önemli göstergelerinden biri, yaşama ve ölüme karar verme kapasitesidir. Nekroiktidar ve nekropolitika olarak adlandırabileceğimiz, ölüm ve ölülerin göreceği muamele üzerindeki söz hakkı, insanlığın kadim meselelerinden biridir.

Belgeselde bu konuya değinilirken, Kerem Soyyılmaz ve Theodoros Selanik’te sohbet ederken, Theodoros’un tercüman aracılığıyla verdiği ilk yanıt dikkat çekicidir: “Türkler bırakmıyordu o zaman gömsünler orada. Onun için bahçeli evin içinde gömüyorlardı ve taşı da toprağın altına koyuyorlardı”. Ancak kaynaklarımız, söz konusu dönemde mevcut gayrimüslim mezarlıklarına definlerin genel olarak engellendiğine dair bir veri bulunmadığını belirtiyor.

Çok daha olası bir açıklama ise belgeselde Kerem’in eniştesi Ali tarafından dile getiriliyor. Ali Enişte, mezar taşını görür görmez taşın mezarlıktan taşınmış olabileceğini söyler. Çocukluğunda üzerinde oynadıkları, mezar taşlarının etrafa saçılmış olduğu anlaşılan Rum mezarlığının tamamen ortadan kaldırıldığını ve üzerine okul inşa edildiğini hatırlamaktadır. Bu durum, mezar taşlarının sökülerek farklı yerlere taşınması ve tarihin birer parçası olarak etrafa saçılması, Ali Enişte’nin kendi yaşamında tanık olduğu bir gerçektir.

Çatalca ve Karacaköy’ün Tarihi Arka Planı: Balkan Savaşları sırasında cephe hattına yakın olan Karacaköy’ün Rum nüfusu, tıpkı Trakya’daki diğer birçok yerleşim gibi, nüfus mübadelesinden önce, Cihan Harbi arifesinde Yunanistan’a göçe zorlanmıştır. Bu süreçte yaşanan etnik temizlik politikaları nedeniyle Müslümanlar da Bulgaristan ve Yunanistan’dan kaçarak bu bölgeye iskân edilmiştir. Çatalca’nın nüfus mübadelesine dahil edilebilmesi için İstanbul’dan ayrılarak vilayet yapılması ve bölgedeki Rumların mübadeleden muaf tutulmasının önüne geçilmesi de bu dönemin önemli gelişmelerindendir. Bu çalkantılı süreçte, bölgenin kültürel peyzajının da tahrip edildiği kayıtlarda mevcuttur.

Mezarlıkların Tahribi ve Kültürel Temizlik

Etnik temizlik ve soykırım süreçlerine sıklıkla kent-yıkımsal (urbicidal) şiddet ve onunla birlikte ortaya çıkan bir kültürel temizlik eşlik eder. Bir cemaate dönük uygulanan kültürel şiddet ve kültürel sembollerin yok edilmesi, fiziksel şiddetin ayrılmaz bir parçasıdır. Mezarlıkların tahribi, “kültürel temizlik” sürecinin önemli bir aşamasıdır. Çünkü mezarlıklar, belirli bir etnik kökene mensup cemaatin kimlik göstergelerinden biridir ve bu sembollerin yok edilmesi, cemaatin bölgeyle olan bağını zayıflatmayı hedefler.

Resmo (Rethymno) Örneği

Bu duruma çarpıcı bir örnek, Girit’in Resmo kentinde yaşanmıştır. Nüfus mübadelesi sonrası Müslüman cemaatinin Resmo’yu terk etmesinin ardından, Müslüman mezarlığı tahrip edilmiş ve mezar taşları yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Hatta mezarlığın üzerine modern bir belediye bahçesi kurulmuştur. Bu durum, Karacaköy’deki Rum mezarlığının üzerine okul yapılmasının benzer bir mantığın ürünü olabileceğini düşündürmektedir.

Kolektif Hafıza ve Defin Pratikleri

Tarihi kırılmalar ve zorunlu göçler yaşayan topluluklar, sadece yaşam alanlarını değil, ölülerine ait mekanları da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu nedenle, bazı topluluklar geride bıraktıkları kültürel ve duygusal değeri olan nesneleri, hatta atalarının kemiklerini bile toplayarak saklamışlardır. Nevşehir’in Civarzile köyünden mübadillerin, kilise avlusuna köyün tarihini yazdıkları şişeleri ve atalarının kemiklerini gömmesi bu duruma çarpıcı bir örnektir.

Hrisula Rodaki’nin mezar taşının toprağın altından çıkışı, işte bu tahrip edilmiş kültürel mirasın ve zorunlu yerinden etme pratiklerinin sessiz bir tanığıdır. Bir zamanlar Karacaköy’de var olan Rum mezarlığı bugün olmasa da Hrisula’nın yerden biten mezar taşı, bu acı dolu geçmişi hatırlatmakta ve üzerine düşünmemize vesile olmaktadır.

Altın Söylentileri, Geçmişin Hayaletleri ve Tarihin İronik Cilveleri

Hrisula Rodaki’nin mezar taşı Karacaköy’de bulunduğunda, sadece bir geçmişin değil, aynı zamanda günümüzdeki bazı yaygın inanışların ve merakların da tetikleyicisi olmuştur. Belgeselde dikkat çekildiği gibi, mezar taşı ortaya çıkar çıkmaz, çevredeki insanların aklına ilk gelen şeylerden biri Rum altınları ve define söylentileri olmuştur.

Altın ve Bastırılmış Hafıza

Ayten’in bahçesinde toplanan kadınların “İçinde olmasın bunun külçe altın?” şeklindeki sorusu ve sonrasında mezar taşını gören diğer kişilerin imalı bakışları, bölgedeki definecilik pratiğinin ve gayrimüslimlere atfedilen altın gömüsü inanışının ne kadar yaygın olduğunu göstermektedir. Bu durum, sadece maddi bir beklentiyi değil, aynı zamanda bastırılmış bir hafızayı ve geçmişle kurulan dolaylı bir ilişki biçimini de yansıtabilir. H. Neşe Özgen’in çalışmasında belirtildiği gibi, Ermenilerin altın gömülerine ilişkin hikâyeler, soykırımsal şiddetle yoğrulmuş bir geçmişin üzerini örtme ve bu geçmişten kendini münezzeh kılma çabasının ürünü olan mitoslar olabilir. Bu söylentilere sıklıkla okültik ve ezoterik inanışlar da eşlik etmektedir.

Geçmişin Hayaletleri

Define rivayetlerine neredeyse her zaman hayalet söylenceleri de eşlik eder. Defineleri koruyan, yol gösteren ya da engel olan hayaletler, geçmişin ağırlığının ve yapışkanlığının sembolleridir. Rodakis’i Ararken belgeselinde de Hrisula’nın bir hayaletiyle karşılaştığımıza dair işaretler vardır. Ayten’in mezar taşı nedeniyle huzursuz bir gece geçirmesi ve daha önce ev temizliği sırasında görülen küçük kız suretine dair hikâyeler, geçmişin ve Karacaköy’ün bir zamanlar bir “gâvur köyü” olduğu gerçeğinin unutulmadığının bir göstergesi olabilir. Erol Sağlam’ın ifadesiyle, kamusal alanda milliyetçi söyleme dahil edilemeyen geçmişe ait fragmanlar, mahrem alanlarda rüyavari hayaletler olarak geri dönebilir.

Tarihin İronileri

Belgeselde ve Hrisula’nın hikâyesinde dikkat çeken önemli bir unsur da tarihin ironik cilveleridir. Mezar taşını görenlerin aklına ilk olarak altın gelmesi, Hrisula [Χρυσούλα] isminin Yunancada altın anlamına gelen χρυσός [hrisos] kelimesinden türemesiyle ayrı bir ironi yaratır. Bu dilsel tesadüf, tarihin ne kadar ortak ve dolaşık olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.

Selanik ve Kayıp Bir Yahudi Geçmişi

Belgeselde Kerem ve Theodoros’un Selanik’in tarihi Yahudi Mahallesi’nde dolaşmaları da bir başka çarpıcı ironiyi ortaya koyar. Bir zamanlar “Balkanlar’ın Yeruşalim’i” olarak bilinen Selanik’in Yahudi geçmişi, bugün neredeyse tamamen görünmez hale gelmiştir. Şehrin devasa Yahudi mezarlığının Nazi işgali sırasında tahrip edilmesi, 20. yüzyılın en acı örneklerinden biridir. Bugün Selanik Aristoteles Üniversitesi kampüsünün yükseldiği bu alanda bir zamanlar yüz binlerce mezar bulunuyordu. Bu durum, Karacaköy’deki Rum mezarlığının tahrip edilmesine benzer bir kültürel silme çabasını gözler önüne serer. Hrisula’nın Karacaköy’deki mezar taşı, Kerem’i kökleri sökülmüş bir cemaatin mezar taşlarıyla yeniden inşa edilmiş bir şehre taşımış ve onu bu kaybın etkilediği ailelerden birinin mensubuyla buluşturmuştur.

Mutlu Son ve Sorular

Hikâyenin sonunda Hrisula’nın mezar taşı, Lozan Mübadilleri Vakfı tarafından kurulan Çatalca Mübadele Müzesi’ne teslim edilir. Bu, izleyici için katartik bir son gibi görünse de yazar bu durumun kaçtığımız ve bilinçdışı dolayımlar dışında ilişkilenemediğimiz bir tarihten böyle bir tahliyeye gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını sorgular. Amaç, geçmişe ilişkin eleştirel bir bakış geliştirmek ve Hrisula’nın hikâyesini kozmopolit geçmişin apolitik bir sembolü olmaktan çıkarıp, bu toprakların bağlantılı tarihine dönük bir bilgi talebinin nesnesi haline getirmektir.

Sonuç olarak, Rodakis’i Ararken* belgeseli, Hrisula Rodaki’nin mezar taşı vesilesiyle hafıza, mekan ve tarih arasındaki karmaşık ilişkiyi gözler önüne sererken, altın söylentileri, hayalet hikâyeleri ve tarihin ironik cilveleri üzerinden geçmişle kurduğumuz sorunlu ve çok katmanlı bağları anlamamıza yardımcı olur. Bu hikâye, sadece bireysel bir kaybın değil, aynı zamanda bir coğrafyanın kültürel mirasının ve kolektif hafızasının da izlerini taşımaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir