finansal liberalizasyon

FİNANSAL LİBERALİZASYON VE TÜRKİYE: ÇOK ULUSLU ŞİRKETLERİN ROLÜ

Giriş

Günümüz küresel ekonomisinde sıklıkla duyduğumuz finansal liberalizasyon, ülkelerin uluslararası finansal faaliyetleri kendi sınırları içine çekmek amacıyla bankacılık ve finans sistemi üzerindeki denetim ve kısıtlamaları kaldırdığı ya da önemli ölçüde azalttığı deregülasyon uygulamalarıdır. Başka bir deyişle, finansal liberalizasyon süreci, ekonomilerin uluslararası sermaye akımlarına açılma sürecini ifade etmektedir. Bu dönüşüm, ülkelerin ekonomik yapılarında derin izler bırakırken, çok uluslu şirketlerin (ÇUŞ) de bu süreçte önemli bir rolü bulunmaktadır. Gelin, finansal liberalizasyonun ne anlama geldiğine, Türkiye’deki gelişimine ve bu süreçte çok uluslu şirketlerin nasıl bir yer edindiğine yakından bakalım.

Finansal Liberalizasyonun Tanımı ve Temel Unsurları

Finansal liberalizasyon kavramı, dar ve geniş anlamda olmak üzere iki şekilde tanımlanabilir. Dar anlamda finansal liberalizasyon, mevduat ve kredi faiz oranlarına yönelik baskılayıcı uygulamaların terk edilmesi anlamına gelirken, geniş anlamda ise döviz kısıtlamalarının kısmen veya tamamen kaldırılması, yabancıların yurt içi finansal sisteme girişlerini engelleyen düzenlemelerin hafifletilmesi, yurt içinde yaşayanların yabancı piyasalara girişlerine serbesti getirilmesi ve finansal işlemlerden sağlanan kazançlar üzerindeki vergilerin düşürülmesi uygulamalarını içermektedir. Temel amaç, ekonominin giderek artan finansal fon ihtiyaçlarının hem yurt içi hem de yurt dışı kaynaklardan daha kolay ve etkin bir şekilde karşılanabilmesidir.

Finansal liberalizasyon süreci temelde iki bileşenden oluşmaktadır: iç finansal liberalizasyon ve dış finansal liberalizasyon. İç finansal liberalizasyon, ulusal finansal sistemdeki baskıcı uygulamaların kaldırılmasına yönelik olarak nominal faiz oranlarının para piyasasında para arz ve talebine göre belirlenmesine izin verilmesini ifade eder. Devletin kamu bankalarındaki rolünün azaltılması, finansal araçların çeşitlendirilmesi ve finans piyasalarına girişin kolaylaştırılması da bu kapsamdadır. Dış finansal liberalizasyon ise yurt içindeki yerleşiklerin yabancı para cinsinden varlık edinme ve borçlanmalarına, yabancıların ise ulusal finansal sistemde faaliyette bulunmalarına imkân tanıyan politikaları kapsar. Sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, yerleşiklerin yurt dışı piyasalara sermaye transferi yapabilmesi ve yabancıların ulusal piyasalarda yatırım yapabilmesi dış finansal liberalizasyonun en önemli unsurlarıdır.

Türkiye’de Finansal Liberalizasyonun Gelişimi

Türkiye ekonomisi de 1980’li yıllardan itibaren finansal liberalizasyon sürecine dahil olmuştur. 1980 yılı öncesinde hükümetlerin piyasalar üzerinde baskıcı politikalar uyguladığı ve etkin bir finansal sistemin oluşmasına imkân tanınmayan bir ekonomik yapı mevcuttu. Bu dönemde enflasyon artışı kamu kesimi açıklarına neden olmuş ve şirketlerin finans yapısı borcun ağırlıklı olduğu bir yapıya dönüşerek finansal piyasaların gelişmesi olanaksızlaşmıştır.

24 Ocak 1980 Kararları ile başlayan süreç, Türkiye’de finansal liberalizasyonun ilk adımlarını oluşturmuştur. Sabit döviz kuru politikasından esnek döviz kuru politikasına geçilmesi ve kambiyo rejiminde kısmi serbestleşme sağlanmıştır. Bu dönemde tasarrufların mali sisteme çekilmesi amacıyla çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. 1983 yılında Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) faaliyetlerine başlamış, 1986 yılı ise Merkez Bankası’nın asli işlevlerini kazandığı bir dönemin başlangıcı olmuştur. Aynı yıl içinde Bankalar Arası Para Piyasası kurulmuş ve finans piyasasının gelişmesine katkı sağlanmıştır.

Finansal liberalizasyonun önemli bir dönüm noktası ise 1989 yılında alınan 32 sayılı karar olmuştur. Bu karar ile Türk Lirası’nın konvertibilitesi sağlanmış ve ulusal finans piyasaları dünya sermaye piyasalarıyla bütünleştirilerek dış finansal liberalizasyon tamamlanmıştır. Bu sayede Türkiye’de yerleşik olsun olmasın özel ve tüzel kişilerin her türlü uluslararası sermaye hareketine sınırsız izin verilmiştir. Bu süreçle birlikte kuru ve faiz haddi uluslararası finans piyasaları ile Türkiye arasındaki fon akımlarına bırakılarak finans piyasasının dış dünyayla bütünleşmesi sağlanmıştır.

Finansal liberalizasyonun Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri karmaşık olmuştur. Başlangıçta reel faizlerin pozitif değer alması, özel sektör tasarruflarında ve ülkeye giren yabancı sermaye hacminde artışlar gözlemlenmiştir. 1990’lı yıllarda finansal derinleşme sağlanmış olmasına rağmen, toplanan tasarrufların verimli yatırımlara yönlendirilememesi ve kamu açıklarının finansmanında kullanılması beklentileri karşılamamıştır. Ayrıca yüksek reel faizler ve düşük döviz kuru nedeniyle ülkeye giren yabancı sermayenin tasarruf açığının kapatılmasında kullanılması ve büyüme oranları üzerinde yapay bir şişkinlik yaratması, reel sektör ve ödemeler dengesini olumsuz etkileyerek gelir dağılımının bozulmasına neden olmuştur. Özellikle erken ve gerekli düzenlemeler tamamlanmadan yapılan liberalizasyon girişimleri sonucunda Türkiye’de pek çok ekonomik kriz yaşanmıştır. Finansal liberalizasyon süreci, GSYH’nin ve istihdamın sektörel yapısında da önemli değişimlere yol açmıştır. Tarım sektörünün payı azalırken, sanayi ve hizmetler sektörlerinin payı artmıştır.

Çok Uluslu Şirketlerin Finansal Liberalizasyon Sürecindeki Rolü

Çok uluslu şirketler (ÇUŞ), doğrudan yabancı sermaye yatırımı yaparak birden fazla ülkede gelir getiren aktif değerlere sahip olan veya bunları kontrol eden, dolayısıyla kaynak ülke dışında mal ve hizmet üreten firmalardır. Bir ana merkez ve ona bağlı çeşitli ülkelerde üretim yapan şubelerden oluşan bu yapılar, küresel ekonomide önemli bir yere sahiptir. Hatta bazı büyük çok uluslu şirketin bütçeleri pek çok küçük ülkenin ekonomisini geçmektedir.

ÇUŞ’ların tarihsel arka planına baktığımızda bu tür şirketlerin İkinci Dünya Savaşından sonra, özellikle de 1960’lardan sonra hızla yaygınlaştıklarını görülmektedir. Bu çok uluslaşma furyasının öncüleri ABD şirketleri olurken onları Batı Avrupa, Japonya ve Güney Kore firmaları izlemişlerdir. Bu şirketler ulusal pazardaki aksak rekabetten (üretim faktörleri pazarı ve finansal pazarlardaki aksaklıklar) yararlanarak kârlarını artırmayı hedeflemişlerdir. ÇUS’lerin hızlı gelişmesinde soğuk savaş döneminden sonra politik ortamın yumuşaması, ülkelerarası ekonomik ilişkilerde liberasyona geçilmesi, korumacılığın zayıflaması, modern rekabetin büyük birimler arasında oligopolistik bir nitelik kazanması, ulaşım ve iletişimdeki teknik gelişme etkin rol oynamıştır. Bu yöndeki gelişmede Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, G.A.T.T. görüşmeleri gibi örgütlerin kurumsallaşmış girişimleri de dünya ticaretinin engellerden arındırılmasında önemli rol oynamıştır.

ÇUŞ’lerin genel politikaları döviz artışının az olduğu ülkede üretim yapmak ve döviz artışının fazla olduğu ülkede ise satış yapmaktır.

ÇUŞ’lerin paylaştığı iki ortak özellik, büyüklükleri ve dünya çapındaki faaliyetlerinin ana şirketler tarafından merkezi olarak kontrol edilmesidir. Bu şirketler,

  • Mal ve hizmetlerin ithalat ve ihracatını yapmak
  • Yabancı bir ülkede önemli yatırımlar yapmak
  • Dış pazarlarda lisans alım ve satımı yapmak
  • Fason üretim ile meşgul olmak, yabancı bir ülkedeki yerel bir üreticinin ürünlerini üretmesine izin vermek
  • Yurtdışında üretim tesisleri veya montaj operasyonları açmak gibi faaliyetleri yürütürler.

Çok uluslu şirketlerin temel özellikleri şunlardır:

  • Doğrudan yabancı yatırım veya bağlı kuruluşlar veya şubeler satın alma konusunda ana gövde olarak ulusal bir güçleri bulunmaktadır.
  • En üst karar alma merkezine ve eksiksiz bir karar verme sistemine sahiptirler. Her bir yan kuruluş veya şube kendi karar verme organına sahiptir ancak nihai karar en üst karar alma merkezi tarafından verilir.
  • ÇUŞ’ler kâr maksimizasyonu için dünya ölçeğinde rasyonel üretim düzeni ve profesyonel sabit noktalı üretimde sabit noktalı satış ürünlerinde pazarlar ararlar.
  • Güçlü ekonomik ve teknik gücü, hızlı bilgi aktarımı ve hızlı sınır ötesi transferler için finansman sağlaması nedeniyle daha yüksek rekabet gücü vardır.

Birçok büyük çokuluslu şirket, ekonomik ve teknik güç veya üretim avantajları nedeniyle bazı alanlarda değişen derecelerde tekele sahiptir. Çok uluslu şirketler, küresel finansın gelişmesinde önemli rol üstlenmiştir. Dünya ticaretinin 2/3’ü dünya gelirinin 1/3’ü bu kuruluşlara aittir. Bu girişimlerin %55’i ABD, %11’i Japonya, %9’u İngiltere, %4,5’i ise Almanya kökenlidir. Reel sektördeki ve dünya ticaretindeki gelişmeler, bu şirketlerin doğrudan yatırımlarının bir sonucudur. Ayrıca çağdaş kapitalizmin dinamiğini oluşturmaktadır. Bu şirketler ihracat artışında, teknoloji transferinde, istihdam artışında, iş verimliliği gibi gelişmiş yönetim tekniklerinin yayılmasında önemli misyon üstlenmektedirler. Yaptıkları yatırımları, 1960’lardan beri euro piyasaları ve bankacılık sektörünün gelişiminde önemli katkı sağlamıştır. ÇUŞ’ler gerek işletme sermayesi gerek dış ticaret gerekse sabit sermaye yatırımlarının finansmanında euro piyasalarından artan ölçüde yararlanmıştır.

Yedi Kız Kardeş

1940’ların ortasından 1970’lerin ortalarına kadar küresel petrol endüstrisi hâkimi olan yedi çok uluslu şirket için ortak bir terimdir.

  • Anglo-Iranian Oil Company (başlangıçta Anglo-Persian; şimdi BP)
  • Royal Dutch Shell
  • Standard Oil Company of California (SoCal, daha sonra Chevron)
  • Gulf Oil (artık Chevron ile birleştirildi)
  • Texaco (artık Chevron ile birleştirildi)
  • Standard Oil Company of New Jersey (Esso, daha sonra Exxon, şimdi ExxonMobil’in bir parçası)
  • Standard Oil Company of New York (Socony, daha sonra Mobil, şimdi ExxonMobil’in bir parçası)

1973 Petrol Krizi öncesinde, Yedi Kız Kardeş dünyanın petrol rezervlerinin yaklaşık yüzde 85’ini kontrol ediyordu. 1970’lerde, büyük petrol şirketlerine ait olan büyük rezervlere sahip çoğu ülke rezervlerini kamulaştırdı. O zamandan beri, endüstri hakimiyeti OPEC karteli ve Saudi Aramco, Gazprom (Rusya), China National Petroleum Corporation, National Iranian Oil Company, PDVSA (Venezuela), Petrobras (Brezilya) ve Petronas (Malezya) gibi devlete ait petrol ve gaz şirketlerine geçti. 2012’ye kadar dünyanın bilinen petrol rezervlerinin yalnızca %7’si özel uluslararası şirketlerin dizginlerini serbest bırakan ülkelerdeydi. %65’i, bir ülkede faaliyet gösteren ve BP, Shell, ExxonMobil ve Chevron gibi çok uluslu şirketlere petrol satan devlete ait şirketlerin elindeydi.

Etkili bir şekilde “devletsiz” aktörler oldukları düşünüldüğünde, çokuluslu şirketlerin davranışları üzerindeki ahlaki ve yasal kısıtlamalar sorunu, yirminci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan birkaç acil küresel sosyoekonomik sorundan biridir.

Finansal liberalizasyon, çok uluslu şirketlerin faaliyetlerini kolaylaştıran ve yaygınlaştıran önemli bir faktördür. Ekonomilerin uluslararası sermaye akımlarına açılmasıyla birlikte çok uluslu şirketler hem yurt içi hem de yurt dışı kaynaklardan finansman sağlama imkanına kavuşmuşlardır. Finansal liberalleşme politikalarının temel amacı olan ekonominin artan finansal fon ihtiyaçlarının karşılanması, aynı zamanda çok uluslu şirketlerin yatırımları için de önemli bir zemin oluşturmuştur.

Uluslararası finansal piyasalarla bütünleşme, çok uluslu şirketlere yatırım ve fon sağlama konusunda ulusal piyasalara ilave fırsatlar sunmaktadır. Aynı zamanda, finansal piyasalardaki globalleşme eğilimleri, çok uluslu şirketlerin farklı ülkelerdeki faaliyetlerini tek bir piyasa gibi yönetmelerine olanak tanımaktadır. Çok uluslu şirketler gerek işletme sermayesi gerek dış ticaret gerekse sabit sermaye yatırımlarının finansmanında serbestleşen uluslararası finans piyasalarından artan ölçüde yararlanmışlardır.

Çok uluslu şirketlerin küresel finansın gelişmesinde önemli bir rolü bulunmaktadır. Doğrudan yabancı yatırımları aracılığıyla teknoloji transferi, istihdam artışı ve iş verimliliği gibi konularda bulundukları ülkelere katkı sağlarken, aynı zamanda küresel ticaretin büyük bir bölümünü de kontrol etmektedirler. Finansal liberalizasyonun sağladığı serbest sermaye hareketleri, çok uluslu şirketlerin üretim birimlerini maliyet avantajı olan ülkelere kaydırmalarını ve yeni pazar bölümlerine ulaşmalarını kolaylaştırmıştır.

Ancak finansal liberalizasyonun beraberinde getirdiği riskler ve rekabetin yoğunlaşması, çok uluslu şirketler için de yeni zorluklar yaratmaktadır. Uluslararası finansal piyasalardaki dalgalanmaların hızlı bir şekilde diğer piyasaları etkilemesi, riskin artmasına neden olabilmektedir. Ayrıca, çok uluslu şirketlerin büyüklükleri, ekonomik güçleri ve lobi faaliyetleri sayesinde hükümetler ve uluslararası kuruluşlar üzerinde etkili olabilmeleri zaman zaman eleştirilere de yol açmaktadır. Çok uluslu şirketlerin çıkarlarının yerel, bölgesel ve küresel değerlerle çatışması söz konusu olabilmektedir.

Sonuç

Finansal liberalizasyon Türkiye ekonomisi için önemli bir dönüşüm süreci olmuştur. Uluslararası finansal sisteme entegrasyonu beraberinde getirirken, çok uluslu şirketlerin Türkiye’deki faaliyetlerini de önemli ölçüde etkilemiştir. Finansal serbestleşme, çok uluslu şirketlere yeni yatırım ve finansman olanakları sunarken, Türkiye’nin de küresel ekonomideki yerini sağlamlaştırmasına katkıda bulunmuştur. Ancak bu süreçte yaşanan ekonomik kırılganlıklar ve gelir dağılımındaki bozulmalar, finansal liberalizasyonun beraberinde getirdiği zorlukları da gözler önüne sermektedir. Çok uluslu şirketlerin bu süreçteki rolü, hem ekonomik büyüme ve kalkınma potansiyeli sunması hem de potansiyel riskler ve eleştirileri barındırması açısından dikkatle incelenmesi gereken bir konudur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir