islami ekonomi

İSLAMİ EKONOMİ NEDİR? ETİK TEMELLİ ALTERNATİF BİR EKONOMİK SİSTEM YAKLAŞIMI

Giriş: Alternatif Ekonomik Sistemler Bağlamında İslami Ekonomi

Günümüz küresel ekonomisinin karşı karşıya olduğu yapısal sorunlar ve eşitsizlikler, alternatif ekonomik sistemlere yönelik arayışları artırmıştır. Bu bağlamda, özellikle 1970’lerden itibaren modern bir biçimde yeniden gündeme gelen İslami ekonomi düşüncesi, mevcut kapitalist üretim biçimlerine karşı bir alternatif sistem önerisi olarak dikkat çekmektedir. Geleneksel ekonomik modellerin, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki kalkınma başarısızlıkları ve çevresel sorunlardan sorumlu tutulduğu bir dönemde, İslami ekonomi, temelini İslami değerler, normlar ve ilkelerden alan bir “ahlaki ekonomi” modeli sunma iddiasındadır.

Bu blog yazısı, İslami ekonominin neden basit bir finansal yöntem olmanın ötesinde, kendine özgü bir sistem olarak ele alınması gerektiğini incelemeyi amaçlamaktadır. İslami ekonominin sistemik doğasını oluşturan temel unsurları, kurucu aksiyomlarını, metodolojisini ve operasyonel mekanizmalarını detaylandıracak, bu sistemin teorik çerçevesini ve pratik uygulamadaki (özellikle İslami finans alanındaki) güncel durumunu değerlendirecektir. Bu çalışma, İslami ekonominin potansiyelini ve karşılaştığı zorlukları ortaya koyarak, bu alternatif ekonomik düşünceye yönelik anlayışı derinleştirmeyi hedeflemektedir.

İslami Ekonomi: Sistem Kavramı ve Etik Temelleri

Bir “sistem”, “etiko-ekonomik düzenin belirli sektörlerini çalıştıran fonksiyonel bileşenler” olarak tanımlanır ve entegre bir bütünü ifade eder. İslam, bu bağlamda, genel düzeni temsil eder ve İslami ekonomi de bu daha geniş çerçeve içinde mümkündür. İslami düzendeki çeşitli sistemler, İslam’ın etik önermeleri aracılığıyla birbirine bağlanır. Bu nedenle, İslami ekonomi kendi etik sisteminin sınırları içinde tanımlanır, bu da onun özgünlüğünü ve göreceliğini gösterir. İslami ekonomik sistemin etik normları, ekonomik güdülerle tam olarak entegredir ve vahyedilmiş bilginin bir parçası oldukları için takip edilmeleri zorunludur.

İslami ekonomiyi bir sistem olarak ele almak gereklidir. Bir ekonomik sistemin, bir toplumun “ne, ne kadar, nasıl ve kim için üretileceği gibi temel ekonomik sorunları ele almak için kendini nasıl organize ettiğinin statik bir kaydı” olduğu belirtilir. Bu karar alma süreci, Müslüman toplumlarda her zaman var olmuştur, ancak modern teorikleştirme eksikliği veya Avrupa merkezli beklentilerle karşılaştırılamaması, onun sistemik iddiasını geçersiz kılmaz. İslami ekonomik sistemin, üretim, tüketim, mübadele ve dağıtım kalıplarını ve normlarını yöneten kendine özgü bir ahlaki ekonomik anlayışı olduğu için bir sistem olarak algılanması doğaldır.

İslami ekonomik sistemin etik tabanı, toplumdaki tüm ekonomik etkileşim biçimlerini yönettiği değer sistemini sağlar. İslami düzen, etik ekonomik ilkeleri aracılığıyla “bir yandan ekonomik sisteme temelini ve amaçlarını, diğer yandan aksiyomlarını ve ilkelerini” sunar. Bu sürecin çalışma mekanizması, İslami düzenden türetilen bir dizi aksiyom ve prensip tarafından yönetilir ve ekonomiyi sistemin amaçlarına yaklaştırma hedefi, sistemin test edilebilir zeminini oluşturur.

Bir ekonomik sistemden beklenen bileşenler İslami ekonomik anlayış içinde bulunabilir. Bir ekonomik sistemi diğerinden ayırmak için temel unsurlarının karşılaştırılması gerektiği belirtilir. Bu amaçla, bir İslami ekonomik sistemin dikkate alınması gereken temel özellikleri şunları içerir: karar alma düzenlemelerinin organizasyonu; bilgi sağlama ve koordinasyon mekanizmaları, mülkiyet hakları ve teşvik mekanizması. İslami ekonomik sistemin sistemik yapısını ortaya koymak için altı temel karakteristik bulunmaktadır:

  • Referans noktası açısından Çerçeve paradigm (ontolojik ve epistemolojik kaynaklarla)
  • Değer sistemi
  • Kurucu aksiyomlar
  • Operasyonel prensipler/mekanizma
  • Özel Metodoloji
  • Fonksiyonel kurumlar

Bu özellikler, İslami ekonomik paradigmanın bileşenleri arasında yer almalıdır ki İslami ekonomi alternatif bir sistem önerebilsin. İslami ekonomi paradigmasının kurucularına göre, 1960’lar ve 1970’lerde Asya ve Afrika’daki bağımsızlık sonrası devletlerde ekonomik kalkınmanın başarısızlığı, insanların ve refahlarının önemini ve merkeziliğini göz ardı eden hatalı kapitalist ekonomik kalkınma stratejilerine atfedilmiştir. Bu düşünürlerin amacı, İslami dünya düzeninin bir parçası olarak bir ekonomik sistem anlayışı geliştirmekti, bu da sonuçta insan merkezli bir kalkınma stratejisine dönüşecekti.

Bu nedenle, İslami ekonomi paradigması, İslami düzende emredildiği gibi, politik yönelimli bir sistemik anlayışla kendine özgü değerleri, normları, kuralları ve kurumları olan bir İslami ekonomi sistemi oluşturmayı hedeflemiştir. İslami ekonomi, ontolojik ve epistemolojik kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’in ekonomik değer sisteminin çerçevesini, ekonominin operasyonel boyutunu ve Müslüman bireylerin ekonomik ve finansal davranış normlarını belirlediği bir dünya düzenini hedefler.

Ekonomi ve finans, en temel düzeyde değer yüklüdür ve bireyin sosyal yapısının bir parçası olarak kişisel dünya görüşlerinden türetilen değerler tarafından şekillendirilir. Bu durum, farklı ekonomik sistemler için bir mantık zemini sağlar. Dünya görüşlerini etkileyen faktörler farklılık gösterdiğinden, farklı dünya görüşleri farklı halklar için farklı ‘sistemlere’ yol açar. Sonuç olarak, İslami ekonomik sistem, aşağıdakiler nedeniyle mevcut ekonomik sistemlerden farklıdır:

  • Temelleri, operasyonel prensipleri, hedefleri farklıdır.
  • Kavramları ve teorileri farklıdır.
  • Epistemolojik kaynakları farklıdır, çünkü İslami dünya görüşü vahyedilmiş bilgi olan Kur’an’a dayanır.
  • Kur’an’daki temel kavramlar anlam değişikliklerine açık değildir.

Bu felsefi ve operasyonel ayırt edici özellikler, İslami ekonomiyi yukarıda tanımlanan bir sistem haline getirir. Dolayısıyla, İslami ekonomi, “insanların ekonomik sorunlarını İslam’ın kaynaklarında bulunan ve türetilen değerlere, normlara, yasalara ve kurumlara dayanarak yorumlama ve çözme yaklaşımı ve sürecidir”. İslami finansın bu sistem içindeki yeri ise, ekonomik faaliyetin İslami çerçevede finansmanını düzenleyen sadece kurumsal yönüdür. Sistemik anlayışın bir parçası olarak, İslami finans kurumlarının, Şeriat ile bağlı, İslam kuralları ve düzenlemelerine göre finansal araçları kullanması gerekmektedir.

İslami Ekonominin Kurucu Aksiyomları ve Felsefi Temelleri

İslami ekonominin sistemik doğasını değerlendirmek için, kurucu aksiyomlarını veya felsefi temellerini incelemek önemlidir, çünkü bunlar olmadan bir ekonomik sistemi düşünmek mümkün değildir. Bu temeller, ekonomik ajanların davranışlarını ve sistemdeki kurumları üretir; dolayısıyla o ekonominin mikro-temellerini etkin bir şekilde belirler. Önde gelen İslami ekonomistler tarafından geliştirilen aksiyomatik yaklaşım, İslami ekonominin kavramsal temellerini oluşturur. Bu kavramsal temeller, insan yaşamının her yönüyle ilgilenen ekonomik ve sosyal politikaların değerlendirildiği bir ideal olarak bir İslami ahlaki ekonomiyi ve karşılık gelen etiğini tanımlar.

İslami ekonominin felsefi temelleri, diğer sistemler (kapitalizm, sosyalizm gibi)inkinden tamamen farklıdır, çünkü bu yaklaşımda İslam bir etik sistemi olarak görülür. Bu durum, onun sistemik doğasının kurulduğu önemli bir sütun sağlar. İslami ekonomik sistemin felsefi ve kavramsal temelleri veya aksiyomları şunlardır:

  • Birincisi, Tawhid (Allah’ın Birliği ve Egemenliği) aksiyomu: İslami dünya görüşü tevhid, yani Allah’ın birliğine dayanır. Bu, “İslam’ın dikey boyutunu- kusurlu ve sonlu sosyal kurumları Mükemmel ve Sonsuz bir Varlık ile ilişkilendiren” bir ilkedir. Bu dikey boyut ve İslami etik sistemin eşitliği, her bireyin Allah’a olan paralel yakınlıkları ile temsil edilen doğal eşitliğinde kendini gösterir. Tevhid, bu ekonomik sistemin temel bir parçası olarak, her bireyin bütünün ayrılmaz bir parçası olarak görüldüğü eylem özgürlüğünü sağlar. Bu ilke ayrıca, “risalah (Allah’ın elçilerinin ilahi rehberlik kaynağı olması); ahire (ölümden sonraki yaşam, yani ölümün ötesinde yaşamın devamı ve ilahi yasalara dayalı bir hesap verme sistemi)” aracılığıyla sürekli ve sürdürülebilir bir sistemi ima eder. Bu kavramlar, ekonomik faaliyetin İslami normlar içinde gerçekleşmesi için bir çerçeve sunar.
  • İkincisi, Al-‘adl wa’l-ihsan (Denge ve İyilikseverlik veya Sosyo-Ekonomik Adalet) aksiyomu: Bireylerin adalet (‘adl) kurmaları ve iyilikseverliği (ihsan) teşvik etmeleri beklenir, bu da “sosyal bir denge durumunu” ifade eder. Bu aksiyom, “herkese hakkını vermek” anlamına gelir ve tevhid ile birlikte “bireysel ve kolektif olarak yüksek düzeyde iyi bir yaşam (hayat al-tayyebah) elde edilmesini” sağlar. Bu aksiyom, yasal, politik ve ekonomik gibi temel sosyal kurumların tüm erdemlerinin “yatay eşitliğini” sağlar. Nesiller arası ve içi bu eşitlikte, insanlar ve toplumların şimdiki ve gelecek nesillerin ihtiyaçları arasında bir denge kurması, bireylerin ihtiyaçlarını karşılayacak politikalar geliştirmesi, onlara saygın bir geçim kaynağı sağlaması, servetin eşit dağılımı için politikalar geliştirmesi ve büyüme ve istikrara yönelik politikalar sunması beklenir.
  • Üçüncüsü, Ikhtiyar (Özgür İrade) aksiyomu: İslami ekonomik sistem anlayışında, insanların özgür iradeyle donatıldığına inanılır. Bu irade “hem sınırsız hem de gönüllü” olsa da “belirli toplumsal bağlamlarda o özgürlüğü yorumlamak-yeniden yorumlamak ve değişen zamanların ihtiyaçlarına uymak” için geniş yönergelerle yönlendirilir. Bu, İslami ekonomik sistemdeki ekonomik faaliyetlerin işlevsel normlarını oluşturur.
  • Dördüncüsü, Fard (Sorumluluk) aksiyomu: Bu aksiyom, ‘sorumluluğun’ gönüllü olmasına rağmen, bireylerin ve toplumun, tevhid ilkesinden ve dolayısıyla insanlığın yeryüzündeki vekilliğinden kaynaklanan kamu yararı için karşılıklı yükümlülüklerini tanımaları gerektiğini belirtir. Ayrıca, bireyin Allah’a, kendisine ve toplumdaki diğerlerine karşı sorumluluğu, “bu üç sorumluluk yüzünün yalnızca temel etik ilkeyi vurguladığını- bireyin kendine özgü bir kişiliğe sahip olmasına rağmen, insanlığın bütününün ayrılmaz bir parçası olarak daha da belirginleştiğini” ima eder. Başka bir deyişle, bir toplumun bilinçli bir parçası olmak, topluma karşı işlevsel bir sorumluluğu ima eder. Dolayısıyla, ekonomik terimlerle, özel veya kamu kuruluşları tarafından sahip olunan veya yönetilen her varlığın sosyal bir yönü ve sorumluluğu vardır.
  • Beşincisi, Rububiyyah aksiyomu: Bu, İslami ekonomik sistemde önemli bir aksiyom olup, “Allah’ın beslenme, geçim sağlama ve şeyleri mükemmelliğe yönlendirme konusundaki ilahi düzenlemelerine” atıfta bulunur. Bu, ekonomik ve sosyal yaşamın çeşitli bileşenleri arasında uyum açısından sürdürülebilir ekonomik büyüme ve gelişmenin gerekliliğini ima eder. İnsan çabalarının, Kur’an prensipleri tarafından tanımlanan bu dengeli ve sürdürülebilir ortam içinde gerçekleşmesi beklenir.
  • Altıncısı, Tazkiyah aksiyomu: İslami ekonomi aksiyomunda tazkiyah, “tutum ve ilişkilerin saflaştırılması yoluyla mükemmelliğe doğru büyümekle” ilgilidir. Bu, tevhid, ‘adl, fard ve rububiyyah’ın entegre bir şekilde doğal bir sonucudur, çünkü bireyi kendini geliştirmeye yönlendirir, bu da saflaştırma gerektiren büyüme faaliyetiyle uyumlu olarak ekonomik ve sosyal gelişime yol açar. Başka bir deyişle, bu ilke yaşamın her alanında uyum içinde büyümeyi ifade eder. “Tazkiyah’ın sonucu [bu nedenle] falah, yani bu dünyada ve ahirette refahtır”.
  • Yedincisi, Khilafah ve insanın Allah önünde hesap verebilirliği aksiyomu: Allah, insanları yeryüzünde O’nun halifesi rolüyle yaratmıştır. Bu rol ile “onun (veya onun) rolü, konumu ve misyonu istikhlaf olarak tanımlanır, yani Allah’ın yeryüzündeki iradesini yerine getirmek, iyiyi teşvik etmek, kötüyü yasaklamak, adaleti (‘adl) kurmak ve iyilikseverliği (ihsan) teşvik etmek, sonuç olarak bireysel ve kolektif olarak yüksek düzeyde iyi bir yaşam (hayat al-tayyebah) elde etmek” anlamına gelir. Böylece, yeryüzünde halife olmak, bireyin rolünü tanımlar, sorumluluklarını belirler ve varlığının nedenlerini sağlar. “Bundan, bireyin benzersiz İslami emanet kavramı- ahlaki, politik ve ekonomik- ve sosyal organizasyon prensipleri takip eder”. Dolayısıyla, hilafet prensibinin sonuçları arasında evrensel dayanışma notions, Allah’tan bir emanet olan kaynakların sürdürülebilir tüketimi, mütevazı bir yaşam tarzı sürdürme ve günlük yaşamı yürütme özgürlükleri bulunur. Ayrıca, insanın Allah önünde hesap verebilirliği veya ahire fikriyle birlikte, İslami ekonomik sistem benzer şekilde birbiriyle pozitif korelasyon içinde çalışan iki boyutlu bir fayda fonksiyonuna dayanır. Örneğin, temporal dünyada ne kadar çok sosyal iyilik yapılırsa, ahirette o kadar çok sevap veya müjde alınır.
  • Sekizincisi, Maqasid al-Shari’ah (Şeriatın Amaçları): Bu son ilke, İslami ekonomik faaliyetlerin yürütülmesi gereken yasal-rasyonel çerçeveyi sağlar. Şeriatın amaçları, İslami ekonomi ilkelerinin yorumlanmasını ve restore edilmesini hedefler. Dolayısıyla, İslami ekonomi prensiplerinin “insan refahına” yol açması gerektiğini ima eder. Genel olarak, Şeriatın amaçları, yani İslami yaşam tarzı ve davranış kuralları, al-Ghazali (ö. 505 H) tarafından “tüm insanlığın refahını teşvik etmek, bu da onların inançlarını, insan nefislerini (nafs), akıllarını (‘aql), nesillerini (nasl) ve mallarını (mal) korumakla yatar” şeklinde tanımlanmıştır.

Kaynak metin, Siddiqi’nin (2004) maqasid’in daha dinamik bir yorumunu sunduğunu belirtir. Al-Ghazali tarafından tanımlanan amaçlar birey odaklıdır. Siddiqi, bir İslami ahlaki ekonomi için doğru tanımlanmış bir değer sistemine sahip olmak için, maqasid’in doğasını incelemenin önemli olduğunu savunur. Sistemik ve dinamik bir anlayış için “maqasid al-Shari’ah yalnızca koruma (hifz), insanların sahip olduklarını koruma veya onları zarardan kurtarma ile sınırlı kalmamalı, daha geniş refah önlemlerini içermelidir”.

İbn Qayyim’in adalet ve eşitliği vurguladığı belirtilir. Adalet ve eşitlik araçlarının sınırlı bir listeyle yakalanamayacağını, aklın değişen koşullarda adalet ve eşitliği nasıl sağlayacağımıza rehberlik edeceğini ısrarla belirtmiştir. Maqasid’in dinamik anlayışı, “İslami Hukukun amaçlarına atıfta bulunmak yerine, İslam’ı bir yaşam tarzı olarak amaçlarına atıfta bulunarak” günümüz koşullarında daha iyi bir kavramsallaştırma sunar. Bu, “Hukuk temelli bir yaklaşımın ele alamadığı yoksulluk ve eşitsizlik gibi konuları ele almamızı sağlayacaktır”.

Yukarıda belirtilen aksiyomların her biri, İslami ekonomik sistemin mikro-temellerini veya kurucu prensiplerini oluşturur ve bunlar diğer ekonomik sistemlerin aksiyomlarından tamamen farklıdır. Bu aksiyomlara dayanan “evrensel etik sistem, bilgi arayışını ve çalışmayı teşvik eden, üretkenliği artıran ve hükümette şeffaflığı artıran politikalar üretmeye inanılır”. Ayrıca “nesiller arası ve içi eşitliği de artırmalıdır”. Dolayısıyla, bu aksiyomların varlığı ve etkinliği, İslami ekonomik sistem için bir mantık zemini sağlar.

Kurucu Aksiyomların İmplemantasyonları: Operasyonel Boyut ve Kurumlar

Belirlenen aksiyomlar, İslami ekonomik sistemin operasyonel ve kurumsal yapısını şekillendirme açısından sonuçlara sahiptir. Örneğin, sosyal adalet prensibi, toplumsal sorumluluğu ve toplumdaki ihtiyaç sahiplerine bakımı işaret eder. Sonuç olarak, zekât, bir ekonomik ve sosyal kurum olarak, toplumdaki bu tür insanların ihtiyaçlarını karşılamak için önerilir ve ödeme gücüne sahip olanlar için bir farzdır. Ayrıca, rububiyyah, tazkiyah ve Allah önünde hesap verebilirlik, İslami mikro-temellerin bir parçası olarak, “insanların ahlaki amaçlarını göz önünde bulundurarak hak edilmiş kazançların sorumlu bir şekilde kullanılmasını” gerektirir.

Bu durum, kazanmanın ve üretimin, denge içinde yapıldığı, kabul edilebilir üretim biçimlerini sınırladığı ve “israf (misuse, abuse, conspicuous consumption, wastage) veya tabdhir (savurganlık) olmadan; kendi kendine münhasırlık ve toplumun payının reddi (zekat ve diğer paylaşım biçimleri); ve sosyal ve etik olarak yanlış veya haksız yollarla üretilmesinin (ahlaki olmayan, yasaklanmış biçimler, insanların baskıcı sömürüsü ve ekolojik dengesizlik veya çevresel bozulma yaratılması) kaçınılması kaydıyla gerekli ve iyi olduğunu ima eder.

Ayrıca, ‘adl aksiyomu, herkes için eşit fırsatlar gerektirir, çünkü bireyler toplumdaki ve doğadaki diğerlerinin temel biyolojik ihtiyaçlarını karşılamasını engellememelidir; “tüm insanların, ayrımcılık olmaksızın, çevresel ve kamu kaynaklarından faydalanmak için eşit fırsatlara sahip olması gerekir”. Bu örnekler, aksiyomların İslami ekonominin operasyonel boyutlarını kurarak toplumsal sorunlara yanıt veren politikalar üretmek için nasıl çalıştığını açıkça göstermektedir.

İslami ekonomik sistem, toplumsal gelişmelerin katılımcıların bireysel ve kolektif kapasitede planlı bir şekilde aktif motivasyonuna dayandığı anlayışına dayanır. Bu, örneğin tarihsel materyalizmden farklılık gösterir ve bu nedenle, kalkınma metodolojisi diğer politik ve ekonomik ideolojik duruşlardan farklıdır. Bu farklılık, özgür iradeleriyle toplumsal değişimin aktif aktörleri olarak algılanan bireylere verilen vekil (hilafet) rolüyle açıklanabilir. Bu analize göre, ekonomik faaliyetin her yönü, ekonomik ve finansal kısıtlamaların yanı sıra toplumsal kısıtlamalar dahilinde bireyin karar verme sürecinin bir sonucudur. Bu nedenle, İslam, İslami bir ekonominin işleyişi için doktrin, değer yargıları ve etik içeren çerçeveyi sağlar ve burada alışılagelmiş ekonomik ve finansal seçimler yapılır.

Bu dengeli etkileşimde, gerçek yaşam faaliyetinin her bileşeni, yukarıda belirtilen aksiyomlar aracılığıyla entegre bir şekilde dikkate alınır. Bu nedenle, İslami değerlerle şekillenmiş bir kalp ve zihne sahip olan homo-Islamicus’un ortaya çıkması, bireyi insan refahı olarak anlaşılan (genişletilmiş) Maqasid al-Shari’ah’a doğru çalışmaya motive etmesi beklenir.

İslami ekonomik sistem, etik temeli ve önermeleriyle, bireysel çıkarların insan eylemi için önemli bir motivasyon olduğunu inkâr etmez. Ancak, bir İslami ahlaki ekonomi, sadece bireysel çıkarların değil, aynı zamanda sosyal çıkarların da gözetilmesi gerektiğini öne sürer. Dolayısıyla, İslami ekonomik sistem tarafından sağlanan çerçeve, bireysel ve sosyal çıkar arasındaki çatışmanın ortadan kaldırılması için kısıtlayıcıdır. Bu çerçeve aynı zamanda ekonomik bir faaliyet olarak neyin izinli (helal) ve neyin izinli olmadığını (haram) belirler. Örneğin, riba (faiz), kumar, spekülasyon, dolandırıcılık, sömürü ve gasp İslam tarafından yasaklanmıştır, çünkü bunlar üretken ekonomik faaliyetin sonucu değildir.

Bireysel çıkarın doğal bir sonucu olarak, İslami ekonomik sistem, ekonomik yaşamın çekirdeği ve toplumun yasal temeli olarak özel mülkiyeti ve özel teşebbüsü destekler. Ancak, bireysel çıkar durumunda olduğu gibi, özel mülkiyet Şeriat boyutunda bulunan ahlaki kodlar aracılığıyla filtrelenir, böylece bireyler özel teşebbüs ve özel mülkiyetin “Allah’tan bir emanet (amanah) olduğunu anlar ve bu nedenle, mülkiyet hakları ahlaki sınırlara tabi olup, etik hedefleri- maqasid al-Shari’ah’ı – gerçekleştirmenin bir aracı olarak kullanılır”.

Bireysel çıkar ve özel teşebbüs alanının bir parçası olarak, piyasa üretim, mübadele ve işbölümü gibi ekonomik faaliyetlerin gerçekleştiği kurumsal çerçeveyi sağlar. Piyasa aynı zamanda, İslami ekonomik sistemde yer alan özel teşebbüsün temel bir parçası olan sözleşmelerin yerine getirilmesi için yasal çerçeveyi de sağlar. Ancak, piyasa mekanizması, bireysel odaklı fayda ve kar maksimizasyonu güdülerinin yanı sıra sosyal önceliklerin de gözetilmesi için filtrelenir. Daha da önemlisi, bu İslam’a göre filtrelenmiş piyasa sistemi içinde “ekonomik çabalar işbirliği ve rekabet süreciyle gerçekleşir”.

Başka bir deyişle, rekabet, bireysel çıkar ile sosyal çıkar arasında çatışma yaratılmasına izin vermez, aksine çeşitli bireysel ve sosyal kaynak taleplerinin ekonomik ve sosyal olarak etkin bir şekilde karşılanması için işbirliği içinde çalışacak şekilde düzenlenir. Piyasa mekanizmalarının, hisbah kurumu aracılığıyla eş zamanlı olarak sosyal ve ekonomik verimlilik üretmek üzere düzenlenmesi İbn Taymiya tarafından önerilmiştir. Dolayısıyla, piyasayı düzenlemek için ahlaki bir filtre önerilir. Ayrıca, İslami ekonomik sistem, piyasa mekanizmasının aşırılıklarını önlemek için hükümetin düzenleyici rolünden memnundur. Dahası, piyasa ve hükümet başarısızlığını aşmak için, İslami ekonomik sistem, toplumun refah ihtiyaçlarına hizmet etmek üzere üçüncü bir sektör olarak vakıf (voluntary organisations, pious foundations) sistemini geliştirmiştir.

Ayrıca, İslami etik sistem, ihtiyaç sahiplerinin desteklenmesi için her iki mekanizmadaki başarısızlıklara yanıt vermek üzere hayır kurumları gibi gönüllü araçlar ve zekat gibi yasal yükümlülükler getirmiştir. Önemli olan, filtre mekanizmalarının, “israf, aşırı kullanım ve yenilenemeyen doğal kaynakların aşırı sömürüsü ile ahlaki faaliyetin ekolojik ve çevresel yönlerini” önleyerek sürdürülebilir kalkınma sağlayan sistemik araçlarla donatılmış olmasıdır. Bu tam olarak böyledir, çünkü doğal kaynaklar ve çevre, insanlığa Allah’tan bir emanet (amanah) olarak algılanır. Dahası, piyasa mekanizmasının etkin çalışmasını kolaylaştırmak için, “İslam, iş ve finansal işlemlerde dürüstlük, şeffaflık ve eşitliği sağlamak için ayrıntılı bir iş etiği kodu belirler”.

Özetle, yukarıdaki bölümlerde açıklandığı gibi, İslami ekonomik sistem, bireysel özgürlük, seçme özgürlüğü, özel mülkiyet ve teşebbüs, kar güdüsü gibi unsurları garanti etmeyi hedefler, ancak aynı zamanda yaşamın ve faaliyetin farklı düzeylerinde etkili ahlaki filtreler sağlar. Dahası, Şeriat’ın amaçlarını, yani toplumda insan refahını, ekonomik kalkınmayı ve sosyal adaleti yerine getirmek için kendine özgü kurumlar kurar. İbn Haldun’un çerçevesi, İslami sosyo-ekonomik sistemin alternatif sistemik doğasını ve politik ekonomisini kanıtlayan disiplinlerarası dinamik bir modelin özetini sunar: “Egemenin (al-mulk) gücü, Şeriat’ın uygulanması dışında tüketilmez; Şeriat, egemen (al-mulk) dışında uygulanamaz; egemen, insanlar (al-rijal) dışında güç kazanamaz; insanlar, zenginlik (al-mal) dışında sürdürülemez; zenginlik, kalkınma (al-‘imarah) dışında elde edilemez; kalkınma, adalet (al-‘adl) dışında elde edilemez; adalet, Allah’ın insanlığı değerlendireceği ölçüttür (al-mizan); ve egemen, adaleti gerçekleştirmekle yükümlüdür”.

İslam, belirli bir ekonomik sistemi zorunlu kılmaz, ancak bir ekonominin temel felsefesini oluşturan çekirdek unsurları ve prensipleri sağlar.

İslami Ekonominin Metodolojisi

İslami ekonominin metodolojisini anlamada, neo-klasik/geleneksel ekonomik sistemin metodolojik çerçevesini hatırlamak faydalı olabilir. Geleneksel metodoloji şunları içerir:

  • (ⅰ) Başlangıç noktası metodolojik bireyciliktir.
  • (ⅱ) Davranışsal postulat: Kendi çıkarlarını arayan, rasyonel bir şekilde hareket eden ve kendi faydalarını maksimize etmeye çalışan bireyler.
  • (ⅲ) Piyasa mübadelesi.

Bu nedenle, geleneksel ekonomik sistem, tek boyutlu bir fayda fonksiyonuna dayanır, bu da piyasa sistemindeki ekonomik bireyi – homo-economicus’u – doğurur.

İslami ekonominin metodolojik postulatları ise şöyle özetlenebilir:

  • (ⅰ) Sosyo-tropik birey: Sadece bireycilik değil, aynı zamanda sosyal kaygı da ön koşuldur.
  • (ⅱ) Davranışsal postulatlar: Sosyal olarak kaygılı, Allah’a bilinçli bireyler.
    • Kendi çıkarlarını ararken sosyal iyiliği de önemserler.
    • Ekonomik faaliyeti, bireysel ve sosyal çevreye ve ahirete ilişkin İslami kısıtlamalara uygun olarak rasyonel bir şekilde yürütürler.
    • Faydalarını maksimize etmeye çalışırken, ahireti dikkate alarak sosyal refahı da maksimize etmeye çalışırlar.
  • (ⅲ) Piyasa mübadelesi: İslami sistemdeki ekonomik faaliyetin temel özelliğidir; ancak bu sistem, sosyal olarak kaygılı, çevre dostu bir sistem üreten İslami bir süreçten filtrelenir. Bu süreçte, ekonomideki teşvikleri engellememek için sosyalist ve refah devleti yönelimli çerçevelerden kaçınılır.

Görüldüğü gibi, İslami ekonomik sistem, bu dünyanın eylemlerinin bir yansıması olarak şimdiki zaman ve ahirete dayalı (hesap verebilirlik aksiyomu nedeniyle) iki boyutlu bir fayda fonksiyonu öngörür. Bu durum, kaynak tahsisi dahil olmak üzere ekonomik kararlarını rasyonel bir şekilde alan, Arif’in deyişiyle tab’ay veya itaatkâr insanı- homo-Islamicus’u- doğurur. Ancak, “Müslüman olmak tab’ay olmak için gerekli bir şarttır, ancak yeterli değildir”. Tab’ay olarak nitelendirilmek için, bir Müslümanın ekonomik yaşamının her alanında İslami prensipleri işler hale getirmesi gerekir.

Epistemolojik kaynaklar açısından, geleneksel ve İslami ekonomi arasında önemli bir metodolojik fark olduğu da belirtilmelidir. Seküler dünya görüşünün bir parçası olarak geleneksel ekonomi, insan dışındaki hiçbir bilgi kaynağını kabul etmezken, İslami ekonomi ilahi bilgiye dayanır. Bu bölüm, İslami ekonominin ayırt edici metodolojisini açıkça göstermektedir, bu da sistemik doğasını daha da güçlendirir.

İslami Ekonomik Sistemin Mekanizmaları ve Araçları

Yukarıdaki bölümler, İslami ekonominin kendine özgü değer sistemi, aksiyomları, kurucu prensipleri ve kurumları ile alternatif bir sistem olduğu iddiasını doğrulamak amacıyla İslami ekonomi sisteminin temelini oluşturmaktadır. Sistemik doğasının bir parçası olarak, İslami ekonomi, ekonomik ve finansal faaliyetlerin tanımlanmış normlar ve prensipler dahilinde yürütüldüğü kurumlar sağlar. Başka bir deyişle, “İslami ekonomi, İslami toplumun hedeflerine ulaşmak için farklı bir kurumsal düzen ve hükümetin benzersiz bir rolünü gerektirdiği için dünyanın diğer ekonomik sistemlerinden farklıdır”. İslami kurumlar iş (muamalat) ile ilgili olduğu gibi, piyasa sistemi için düzenleyici bir kurum olan hisbah gibi ekonominin ve piyasanın yönetimiyle de ilgilidir.

Genel olarak, İslami ekonomik ve finansal faaliyetler üç tür önlem ve kurum tarafından şekillendirilir:

  • Birincisi, Pozitif Önlemler: Yoksulların ihtiyaçlarına yanıt vermek için zekât (zorunlu sadaka) gibi pozitif önlemler bulunur. Zekât fonlarını yönetmek için yöntemler geliştirilmiştir, böylece yoksulluğun azaltılması üzerindeki pozitif etkisi artırılır. Artık zekât fonları sadece ekonomik olarak daha az şanslı olanlara anında tüketim için fon vermek yerine, sürdürülebilirlik, hayatta kalma ve süreklilik için projeler geliştirmek amacıyla kullanılmaktadır. Hisbah da piyasa mekanizmasını düzenleyerek onun başarısızlıklarına ve eksikliklerine yanıt veren ve aşırılıklarını gideren önemli bir pozitif kurumdur.
  • İkincisi, Gönüllü Önlemler: Sadaka (hayırsever bağış), bireyin acil ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlar. Üçüncü sektörün bir parçası olan vakıf veya dindar vakıf, piyasa mekanizmasının veya hükümetin başarısızlığı nedeniyle hiç sağlanamayan veya yetersiz sağlanan mal ve hizmetleri sağlamayı amaçlar. Sağlık hizmetleri, eğitim ve gıda dağıtımı gibi amaçlarla kurulan vakıflara ek olarak, vakıflarda biriken fonların etkin bir şekilde kullanılması, nakit-vakıf sistemi ve insan gelişim projeleri aracılığıyla toplumların ekonomik gelişimine katkılarını artırmak üzere geliştirilmektedir.
  • Üçüncüsü, Yasaklayıcı Önlemler: Belirlenmiş faiz olan riba, üretken ekonomik veya finansal faaliyetin sonucu olmayan yasa dışı kazanç olduğu için yasaklanmıştır. İslami ekonomi, bireyleri ekonomiye aktif olarak katılmaya motive etmek için belirlenmiş sermaye kazançlarına karşı kar ve zarar paylaşımı ve risk alma ve paylaşımını önermektedir. Riba yasağının amacı sadece sosyal adalet değil, aynı zamanda katılımcı ekonomik hedeflerle sosyal optimalliğin yanı sıra ekonomik optimalliğe ulaşmaktır.

Bu amaçla, 1960’ların sonlarından itibaren modern bankalar biçiminde İslami finans kurumları kurulmuştur ve bunlar İslami ekonomik sistemin değerlerine, aksiyomlarına ve prensiplerine göre işlev görmeyi hedeflemiştir. İslami finansın gelişimindeki büyüme dikkat çekicidir ve sadece Müslüman ülkelerde değil, yetmişten fazla ülkede faaliyet gösteren üç yüzden fazla İslami bankacılık ve finans kurumu bulunmaktadır. Bu kurumların varlıklarının yaklaşık 500 milyar dolar olduğu ve yüzde on ila on beş gibi bir büyüme oranına sahip olduğu tahmin edilmektedir, bu da küresel finans dünyasında eşi benzeri görülmemiş bir durumdur.

Tekafül veya İslami sigorta, faizsiz çalışan İslami finans kurumlarının bir diğer önemli yönüdür. Bireyler ve en önemlisi işletmeler için işlerini ve eşyalarını güvence altına almak üzere İslami uyumlu sigorta ürünleri sağlarken, aynı zamanda fonları ekonomik büyümeye katkıda bulunan İslami bir şekilde yönetir.

Tüm bu temel İslami kurumlar ve araçlar, İslami ekonomik sistemin operasyonel boyutunu oluşturan insan refahını veya maqasid’i artırmayı amaçlar. Bu kurumların varlığı ve başarılı işleyişi, İslami ekonominin kendi değerleri, aksiyomları, kurucu prensipleri ve İslami çerçeve içinde çalışan özel kurumlarıyla kendine özgü bir sistem olduğunun bir göstergesidir.

İslami Ekonomi İdealleri ve İslami Finansın Gerçekleri

İslami ekonominin analitik araçları ve değer sistemi üzerine yapılan tartışma, onun politik hedefleri olan bir dünya düzeni yaratmayı amaçladığını göstermektedir. Kimlik siyasetinin bir ürünü olarak, İslami ekonomik sistem, homo-Islamicus veya tabaa’ya gibi modern kurumları ve davranış normlarını içerir. Başka bir deyişle, İslami ekonomi, homo-Islamicus kavramlaştırmasıyla, ‘insanların nasıl davranması gerektiği’ (olması gereken) üzerine bir normatif dünya önerir, ‘insanların nasıl davranma olasılığının olduğu’nun (olan) aksine. Ancak, İslami ekonomik sistem pozitif ekonomik ifadeler veya hipotezlerden yoksun değildir. Ekonominin bazı alanları gerçekten pozitif olup, İslami veya başka herhangi bir çerçevede farklı olamaz.

Önceki bölümlerdeki tartışmaların gösterdiği gibi, İslami ekonomi bir çerçeve paradigmaya, değer sistemine, kurucu aksiyomlara, operasyonel prensiplere/mekanizmaya, ayırt edici bir metodolojiye ve çerçevesini işler hale getirecek fonksiyonel kurumlara sahip olarak bir ‘sistem’in ön koşullarını yerine getirmektedir. Buna eşsiz bir değer sistemi, aksiyomlar, metodolojisine göre çalışan operasyonel prensipler eklendiğinde, İslami ekonominin alternatif bir sistemi temsil ettiği haklı olarak iddia edilebilir. Ayrıca, İslami ahlaki ekonominin aksiyomları ve felsefi temeli, “politikaların bağımlılığa yol açmaması, birkaç kişi için yetenek geliştiren fırsatları sınırlamaması veya bireylerin eylem alma sorumluluklarını azaltmaması” anlamına gelen evrensel etik sistemi oluşturur.

“Politikalar bilgi arayışını teşvik etmeli, üretkenliği artırmalı ve hükümette şeffaflığı artırmalıdır”. “Ayrıca nesiller arası ve içi eşitliği de artırmalıdır”. Bu durum, İslami ekonomik sistemin politika yöneliminin sistemik doğasını güçlendirdiğini göstermektedir. Dahası, “bir ekonomik sistemin geçerliliği, iç tutarlılığı, yaşamın diğer yönlerini düzenleyen sistemle uyumluluğu ve iyileştirme ve büyüme için sağladığı imkanlar tarafından test edilebilir”. Bu nedenle, İslami ekonominin diğer hegemonik sistemlerden ayrı bir sistemi olduğu iddia edilebilir. Ancak, kaynak metin Müslümanların gerekli küresel güce sahip olmaması nedeniyle politik ve dolayısıyla ekonomik düzenlerini kurmada başarısız olduklarını belirtir. Politik faktör, Müslüman ülkelerin kalkınma için İslami stratejiyi adaletle uygulayamamalarının en önemli faktörlerinden biri olarak kabul edilir.

Bu İslami ekonomik sistemin, özellikle İslami finans alanındaki gelişmelerle test edildiği belirtilir. İslami finans, değer sisteminden, kimlik siyasetinden ve İslami ekonominin sistemik anlayışından vazgeçerek uluslararası finans sisteminin bir parçası olmuştur. Bu durum, İslami ekonominin operasyonel aracı olan İslami finansın yaşayabilirliği açısından ciddi sonuçlar doğurmuştur, çünkü istek uyandıran bir anlamda İslami finansın, İslam’ın ekonomik sistemini ve ahlaki ekonomik zorunluluklarını işler hale getirmesi ve yerine getirmesi beklenir.

Böyle bir sistem anlayışına rağmen, İslami finansın gelişimine eleştirel bir yaklaşım, çok pragmatik bir gelişim olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle, İslami ekonominin sistemik anlayışı gerçek hayatta elde edilemediği için, İslami finans, neo-klasik paradigma içinde yer alan kendi çalışma çerçevesini geliştirmiştir. Dolayısıyla, mevcut durumunda, İslami finans, İslami ekonominin kurucu iddialarını paylaşmıyor gibi görünmektedir, oysa modern anlamda İslami ekonominin kurucu babalarının İslami finansın bu sistemin operasyonel yönü olacağı bir İslami ekonomik sistem yaratmayı amaçladıkları gerçeğine rağmen.

Bu durum, İslami ekonominin bir sistem olarak varsayımları, normatif prensipleri ve istekleri ile İslami finansın bu sistemin bir aracı olarak gerçekleri arasında bir sapma meydana getirmiştir. Özellikle 1990’lardan bu yana, İslami finansın operasyonları ve finansman biçimlerinin doğası genişlerken, bireylerin yaşamları bu muazzam büyümeden etkilenmemiştir. Finansal piyasaların, dini davranış normları yerine ekonomik teşviklere öncelik vermesi, İslami finansı, değer sisteminden yoksun, finansal ürünlerin heterojenliği olarak tanındığı uluslararası finans sisteminin bir parçası olmaya zorlamıştır. Dolayısıyla, 1990’lardan bu yana, İslami finans uluslararası finans sisteminin hibrit finansal ürünlerini temsil etmektedir. Böylece fark teknikliğe indirgenmiş, değer sistemi ise Kur’an’daki faiz yasağını alıntılamanın ötesinde artık anılmamaktadır. Bu durum, İslami ekonomistler tarafından Müslüman dünyada ekonomik kalkınmada başarısızlığı ve materyalist olması nedeniyle eleştirilmiştir.

Bu epistemolojik farklılık, Kur’an ayetlerinin ve İslami hükümlerin modern yorumuyla ilgilidir. İslami finansın pragmatist pozisyonu, İslami ekonominin kurucu ve istek uyandıran pozisyonunun aksine, “Kur’an’daki vahyedilmiş Tanrı kelamının kendisinin, neoklasik ekonomik teorinin modern varsayımlarıyla oldukça uyumlu rasyonel ekonomik prensipleri içerdiği” fikrine dayanır. “İnsanların ekonomik davranışları hakkında evrensel olarak uygulanabilir bir teori biçimi olarak, ekonomik teori zorunlu olarak evrensel bilgi kaynağı olan Kur’an ile uyumludur ve onu doğrular: homo-Islamicus ve homo-economicus birdir ve aynıdır”. Aksine, İslami ekonominin aynı Şeriat kurallarını okuması, sosyal adalet, ihtiyaç karşılama ve yeniden dağılımı, yani politik ekonomi çerçevesinde sosyo-politik bir okumayı vurgular.

Belirtilen sapmaya rağmen, kaynak metin İslami bankaların ve finans kurumlarının (IBF’ler) etik ve sosyal adaletin otantik çekiciliğini dahil etmek için yeniden yapılandırılması gerektiğini öne sürmez. Tam aksine, İslami ekonomik sistemin sağladığı çerçevenin elde edilememesinin bir sonucu olan ikinci en iyi çözüm olarak algılanmalıdırlar. Dolayısıyla IBF kurumları, ticari banka kapasitesinde piyasaya yanıt vermeye devam etmelidir, çünkü “mevcut İslami deneyim, sınırlamalarına rağmen hem tüketici hem de üretici ihtiyaçları için paha biçilmez bir hizmet sunduğunu kanıtlamıştır ve bu özel amaç için kalabilir”.

İslami finansın mevcut durumunu ikinci en iyi çözüm olarak kabul etmek, İslami ahlaki ekonomik sistemin otantik notion’u içinde yeni kalkınma modelleri gerektirir. Başka bir deyişle, İslami finansın başarısızlığı hafifletilmelidir. Bu yeni kalkınma modelinde veya yeniden yönlendirmede, “İslami finans markasının, topluluk bankacılığı, mikrofinans, sosyal sorumlu yatırım ve benzeri konuları vurgulaması” gerekir; yani Batı’da deneyimlenen sosyal bankalar gibi. Bu muhtemelen tamamen yeni bir şey değildir; çünkü Mısır’daki ilk deneyim bir sosyal bankaydı. İslami finansın sonuçlarını düzeltmeyi ve hafifletmeyi amaçlayan böyle bir kurumsal çözüm, finansal dengeyi etkilemek yerine toplumun mikro dinamiklerine odaklanarak bireysel yaşamların gelişimine katkıda bulunacaktır. Sosyal bankaların İslami bankaları ne ölçüde tamamladığını kontrol ederken, maslahatın sosyal iyilik için ahlaki standart sağladığı ve Şeriatın adalet ve iyilikseverlik gerektirdiği açıktır.

İslami ekonomi sistem anlayışına doğru yeniden yönlenmede, “İslami finans’taki ‘İslami’nin, finansal sonuçların elde edildiği sözleşme mekaniğinden ziyade, finansal işlemlerin sosyal ve ekonomik amaçlarıyla ilgili olması gerekir”. Dolayısıyla, Siddiqi’nin (2004) savunduğu gibi, İslami finansın mekanistik ve yasal yapısından ziyade hedefler ve politikaya doğru bir hareket, insan refahına çok daha iyi hizmet edecektir. İslami bankacılık, İslami ekonomik sistemin isteklerine ve gelişmekte olan ekonomilerin gerçeklerine yanıt vererek “esasa dayalı ve etik dini ilkelere dayalı yeni bir kimlik” sağlayabilir. Sonuç olarak, böyle bir yeniden yönlenme, İslami ekonomik sistemin temel aksiyomlarını ve prensiplerini işler hale getirerek falah’a, yani “bu dünyada ve ahirette refaha” ulaşılmasını sağlayacak, bu da “tutum ve ilişkilerin saflaştırılması yoluyla mükemmelliğe doğru büyümekle” ilgili olan tazkiyah’ı gerçekleştirecektir.

Sonuç: İslami Ekonominin Geleceği ve Sistemik İddiası

Özetle, sağlanan kaynak metin, İslami ekonominin kurucu aksiyomlara, ayırt edici bir metodolojiye ve işlevsel kurumlara dayanan, etik merkezli alternatif bir ekonomik sistem olduğunu güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu sistem, insanın Allah’a karşı sorumluluğunu (Tawhid, Khilafah) ve toplum içindeki karşılıklı yükümlülüklerini (Fard) vurgulayarak, bireysel refahın yanı sıra toplumsal adaleti ve genel iyilik halini (Al-‘adl wa’l-ihsan, Maqasid al-Shari’ah) hedefler.

Özel mülkiyet ve piyasa gibi unsurları içermesine rağmen, bunlar katı ahlaki filtreler ve kurumlar (Hisbah, Zekât, Vakıf, riba yasağı) aracılığıyla düzenlenir, böylece bireysel çıkar ile toplumsal çıkar arasındaki çatışma ortadan kalkar ve kaynakların sorumlu kullanımı teşvik edilir. İslami ekonominin metodolojisi, yalnızca rasyonel fayda maksimizasyonunu (homo-economicus) değil, aynı zamanda sosyal kaygıyı ve ahireti de dikkate alan (homo-Islamicus/tab’ay), iki boyutlu bir fayda fonksiyonuna dayanır.

Ancak, kaynak metin, İslami ekonominin teorik idealleri ile İslami finansın mevcut pratik gerçekliği arasında bir sapma olduğunu eleştirel bir şekilde belirtmektedir. İslami finansın, temel İslami ekonomik prensiplerden uzaklaşarak ve neoklasik paradigma içinde yer alarak uluslararası finans sisteminin teknik bir uzantısı haline geldiği savunulur. Bu durum, İslami finansın, yoksulluk ve eşitsizlik gibi önemli toplumsal sorunları çözme ve genel insan refahını (maqasid) gerçekleştirme potansiyelini sınırlamıştır.

Kaynak metin, mevcut İslami finans kurumlarını ikinci en iyi çözüm olarak görse de İslami ekonominin otantik hedeflerine ulaşmak için bir yeniden yönlendirme gerekliliğini vurgular. Bu yeniden yönlendirme, finansal işlemlerin mekaniğinden ziyade sosyal ve ekonomik amaçlarına (maqasid) odaklanmayı, topluluk bankacılığı, mikrofinans ve sosyal sorumlu yatırım gibi alanları teşvik etmeyi içerir. Bu yaklaşım, İslami bankacılığın sadece teknik uyumluluğun ötesine geçerek, İslami ekonomik sistemin temel aksiyomlarını operasyonel hale getirmesini ve nihayetinde falah’a (dünya ve ahirette refah) yol açan tazkiyah’ı (saflaşma yoluyla mükemmelliğe doğru büyüme) gerçekleştirmesini sağlayacaktır.

Sonuç olarak, İslami ekonomi, teorik çerçevesi güçlü ve etik olarak derin bir alternatif sistem modeli sunmakta, ancak bu modelin tam potansiyeline ulaşması, pratik uygulamaların temel prensiplerle yeniden hizalanması ve karşılaşılan politik ve toplumsal engellerin aşılmasına bağlı kalmaktadır. Bu sistemin kapsamlı bir şekilde anlaşılması, günümüz ekonomik zorlukları için potansiyel çözüm yolları sunan alternatif düşünce biçimlerini keşfetmek açısından büyük önem taşımaktadır.

KAYNAK: Asutay, Mehmet. (2011). A Political Economy Approach to Islamic Economics: Systemic Understanding for an Alternative Economic System.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir