EDUARDO GALEANO’NUN DÜNYASINA YOLCULUK: LATİN AMERİKA’NIN BELLEĞİ VE VİCDANI
Giriş
Eduardo Galeano (1940-2015), Uruguay’ın başkenti Montevideo’da doğmuş, Latin Amerika edebiyatının önde gelen yazarlarından, gazetecilerinden ve denemecilerinden biridir. Eserleri, özellikle kıtanın tarihi, siyaseti ve toplumsal gerçeklikleri üzerine derinlemesine analizler sunmaktadır. Galeano’nun kendine özgü üslubu ve “sentipensante” olarak tanımlanan yaklaşımı – yani “hissederek düşünme” – onun yazınsal kimliğinin temelini oluşturur. Bu kavramı ilk kez Kolombiyalı balıkçılardan duyan Galeano, ruhun bedenden, gönlün beyinden ayrılmasını öğreten eğitime karşı, hissederek düşünen bir dili benimsemiştir. Galeano için “sentipensante”, yolunu gerçek anlamda açan bir kelime olmuştur. Tarihi salt kronolojik olaylar dizisi olarak değil, bir vicdan süzgecinden geçmiş anıları hatırlayarak damıtması, onun bu eşsiz bakış açısının bir yansımasıdır. Bu makale, Eduardo Galeano’nun yaşam öyküsünü, önemli eserlerini, düşünsel evrimini ve Latin Amerika’nın belleğini kaydetmedeki rolünü incelemeyi amaçlamaktadır.
Biyografi ve Sürgün Yıllarının Şekillendirdiği Yazarlık
Eduardo Hughes Galeano, 1940 yılında Montevideo’da, Avrupa kökenli karma bir ailede dünyaya gelmiştir. Çocukluk hayallerinde futbolcu olmak yer alıyordu, ancak kendisi bu arzusunu Gölgede ve Güneşte Futbol adlı kitabında, rüyalarında harika bir futbolcu olduğunu, gündüzleri ise ülkesinin sahalarındaki en kötü oyunculardan biri olduğunu belirterek aktarmıştır. Henüz 14 yaşında ilk politik çizgi romanını çizen Galeano, gazetecilik kariyerine 1960’ların başında Marcha gazetesinde başlamış ve 20 yaşında bu haftalık derginin yazı işleri müdürü olmuştur.
Gazetecilik yılları boyunca birçok önemli isimle röportaj yapmış, bu erken dönem yazıları daha sonra Biz Hayır Diyoruz (1992) adlı derlemede toplanmıştır. Che Guevara hayranı Perón ve Çin’in son imparatoru Pu Yi gibi isimlerle yaptığı görüşmeler bu döneme aittir. Ayrıca Şilili politikacı Salvador Allende ile de yakın bir dostluk kurmuştur.
1960’larda Latin Amerika’da ulusal güvenlik odaklı otoriter rejimlerin yükselişi ve medyanın ilk kurbanlardan olacağı endişesi artıyordu. Guatemala’da 1954’teki CIA destekli darbe ve Árbenz hükümetinin devrilmesi, Galeano tarafından bölge tarihi açısından bir dönüm noktası olarak yorumlanmış ve Guatemala: İşgal Edilmiş Ülke adlı ilk kitaplarından birine konu olmuştur. 1960’ların sonlarına gelindiğinde Uruguay’da da demokrasi umutları azalıyordu. 1964’te Brezilya’da darbe gerçekleşmiş, Uruguay’da ise işçi ayaklanmaları arttıkça hükümetin baskıcı yöntemleri sertleşmişti. Tupamaro gerillalarıyla mücadele bahanesiyle temel hak ve özgürlükler kısıtlanmış ve nihayet 1973’te bir askeri cunta yönetimi ele geçirmiştir. Şili’de de Allende hükümeti aynı yıl devrilmiştir.
Gazetecilik faaliyetleri ve politik duruşu nedeniyle Galeano kısa süre sonra Montevideo’da gözaltına alınmıştır. Hücrede adını duvara kazıdığını ve geceleri çığlık sesleri duyduğunu anlatan Galeano, neyse ki gözaltı süresinin sadece “birkaç gün” sürdüğünü ve kendisini her zaman şanslı hissettiğini belirtmiştir. Bu olaydan kısa bir süre sonra Uruguay’ı terk ederek önce Arjantin’e geçmiş ve etkili dergi Crisis‘te editörlük yapmıştır. Ancak Arjantin’deki askeri cunta döneminde “Ölüm Mangaları”nın listelerinde yer alınca İspanya’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Toplamda yaklaşık 12 yıl sürgünde yaşayan Galeano, en önemli eserlerinden bazılarını bu dönemde kaleme almıştır.
Latin Amerika’nın Kesik Damarları: Kıtanın Acı Gerçekliğine Bir Çığlık
Eduardo Galeano’nun uluslararası alanda tanınmasını sağlayan ve ömrü boyunca en çok bilinen eseri, 1971 yılında yayımlanan Latin Amerika’nın Kesik Damarları (Las Venas Abiertas de América Latina) adlı başyapıtıdır. Bu kitap, yayımlandığı tarihten itibaren Latin Amerika tarihi üzerine yazılmış temel bir eser olarak kabul edilmektedir. Kitabın başlangıcındaki sarsıcı ifadeler, Latin Amerikalıların dünyanın gözündeki konumunu ortaya koyar: “Bugün bütün dünyanın gözünde Amerika demek, ABD demektir.
Bizler, ne idüğü pek belli olmayan ikinci sınıf bir Amerika’da oturmaktayız… Tarihi bir yarışma olarak kabul edenlerin gözünde Latin Amerika’nın gecikmişliği ve yoksulluğu, başarısızlığının sonucudur: biz kaybetmişizdir, başkaları kazanmıştır. Ne var ki başkaları, sırf biz kaybettiğimiz için kazanmış durumdadır.”. Galeano, Latin Amerika’nın azgelişmişliğinin evrensel kapitalizmin gelişimiyle bağlantılı olduğunu, kıtanın yenilgisinin daima yabancıların zaferinin ön koşulu olduğunu ve zenginliğinin yoksulluğu doğurduğunu iddia eder. Sömürgecilik ve yeni sömürgeciliğin “simyası”, altını tenekeye, besinleri zehre dönüştürmüştür.
Galeano bu eserde, Avrupalı istilacılar ve daha sonra Amerikan şirketleri aracılığıyla kıtanın beş yüz yıl boyunca nasıl yağmalandığını, Potosí’nin gümüşü, Ouro Preto’nun altını, Şili’nin nitratı, Karayip Adaları’nın şekerinin bölgeden akıp gittiğini anlatır. Kitap, “bağımlılık teorisi” olarak bilinen kavramlaştırmanın kitleler nezdinde popülerleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Bu teoriye göre, Latin Amerika’nın “çevre”deki ekonomisi, kapitalizmin “merkez”indeki ülkeler tarafından sömürülen ham madde kaynağı olmuş ve bu durum modernleşmesini engellemiştir. Galeano’nun vurgusuyla, “Azgelişmişlik, kalkınmanın bir aşaması değil, onun sonucudur”. Bağımlılık teorisinin önemi, reçetelerini bölgenin kendi tecrübelerine dayandıran bir “entelektüel bağımsızlık deklarasyonu” olmasından kaynaklanır.
Kitap, Latin Amerika halkları arasında hızla popülerleşmiş, hatta parası olmayan bir öğrencinin kitapçıları ziyaret ederek her gün bölüm bölüm okuduğu veya katliamdan kaçan bir kadının bebek bezlerinin arasında kopyasını kaçırdığı anlatılmıştır. Ancak eserin içeriği nedeniyle Arjantin, Uruguay ve Şili gibi bölge ülkelerinde kısa sürede yasaklanmıştır. Galeano, ironik bir şekilde, kitaplarının en büyük tanıtım kaynağının bu hükümet sansürleri olduğunu belirtmiştir. Askeri diktatörlüklerin yasakları, kitaba asıl prestijini bahşetmiştir. Galeano, bu kitabı yalnızca 12 haftada yazdığını ifade etmiştir. Daha sonraları, Kesik Damarları yazdığı için pişman olduğuna dair söylentiler çıksa da kendisi bunun “kötü niyetli, asılsız bir söylenti” olduğunu belirtmiş ve kitabın tarihi tek bir ekonomik boyuta indirgeme riskine rağmen önemini koruduğunu ima etmiştir.
Belleği Damıtmak: Ateş Anıları ve Anıların Gücü
Latin Amerika’nın Kesik Damarları‘ndan sonra Galeano’nun yazım biçimi biçimsel ve anlamsal olarak farklılaşmıştır. Daha kısa, kendi halinde, gösterişten uzak ancak yoğun metinlerle “anımsar” olup biteni. Sürgün yıllarında İspanya’da kaleme aldığı ve üç ciltten oluşan Ateş Anıları (Memory of Fire), bu yeni tarzın en belirgin örneğidir. Galeano, Kesik Damarları‘nın tarihi tek bir ekonomik boyuta indirgemiş olabileceğinden endişe duyduğunu ve “yaşanmış gerçeklik” olan tarihin “çok sesli şarkılar terennüm eden yaşamın bizatihi kendisi” olduğunu ifade etmiştir. Ateş Anıları, Amerika kıtasının çok sesliliğini ve çeşitliliğini sunma çabasıdır. Bu eserde, Kolomb öncesi mitolojiden başlayarak, kıtanın fethi, sömürgecilik ve bağımsızlık süreçlerini günümüze kadar getiren yüzlerce kısa pasaj kullanmıştır. Okuyucu, Simón Bolívar’dan Bessie Smith’e, yerli ritüellerden köle ayaklanmalarına kadar farklı zamanlardan ve bağlamlardan kesitlerle karşılaşır.
Galeano, kendisini bölge halkına dayatılmış zoraki bir toplu hafıza kaybından kurtarmaya çalışan biri olarak görmüştür. Onun Pan Amerikan vizyonunda, kıtanın özgürleşme potansiyeli kadim tarihinin derinliklerinde mevcuttur. Ateş Anıları, edebiyatın tüm unsurlarını ve mitolojiyi bir potada eritirken, okul veya tekdüze tarih kitaplarında bulunması zor değerli bilgilerle doludur.
Galeano’nun bu dönem sonrası eserleri, anıların, düşlerin ve gerçekliğin iç içe geçtiği bir anlatım sunar. Kucaklaşmanın Kitabı (El Libro de los Abrazos), kısa öykücülüğe adadığı bu dönemin en iyi örneklerinden biridir. Kitap, vedalaşanların değil, kavuşanların kucaklaşmasının hikâyeleridir. Günlük gerçekliği büyülü ve merak dolu bir dünyayla harmanlayan bu eserde, anılar düşlerle, gerçek olanak dışı fabllarla, savaş barışla kucaklaşır. Galeano, kısa ve yalın parçalarla bir toplumun kitlesel hafızasını, vicdanını ve düşlerini ele alır.
John Leonard, Kucaklaşmanın Kitabı‘nı “bir mozaik ya da sözcüklerden oluşma bir Diego Rivera duvar resmi” olarak nitelendirmiştir. Galeano bu kitabında otobiyografik kesitleri, tarihsel analizleri, mensur şiirleri ve anekdotları kısa enstantaneler halinde sunar. Yazar Sandra Cisneros, Galeano’yu okurken ne okuduğunu zihninde tam olarak sınıflandıramadığını ifade etmiştir; günlük, tarih, tanıklık ve yorum hepsi iç içedir.
Galeano’nun kişisel belleği, eşi Helena’nın rüyaları üzerinden de eserlerine yansımıştır. Kendisi rüya görmekte zorlanan veya hatırlamayan biriyken, eşi Helena’nın her sabah anlattığı inanılmaz rüyaları kıskanmış ve bunları Helena’nın Rüyaları adlı ayrı bir kitapta toplamıştır. Bu durumu, “intikamını onun rüyalarını yazarak aldığını” söyleyerek mizahi bir dille açıklamıştır. Bu rüyalar, bilinçaltının geçmişle bağını, günlük hayatın arzu ve özlemlerini, sürgün döneminin haksızlıklarını yansıtan bir gerçeklik olarak Galeano tarafından saygıyla ele alınmıştır. Kitaba, metinlerin zenginliğini besleyen Isidro Ferrer’in illüstrasyonları eşlik etmektedir.
Sentipensante Anlatı, Vicdan ve Tarihe Bakış
Galeano’nun yazarlığının merkezinde, Kolombiyalı balıkçılardan öğrendiği “sentipensante” (hissederek düşünme) kavramı yer alır. Bu kavram, eğitim ve kilisenin ruhu bedenden, gönlü beyinden ayırmasına karşı bir duruşu temsil eder. Galeano, bu kelimenin kendi yazarlık yolunu açtığını belirtmiştir. Tarihi ele alış biçimi de bu yaklaşımla uyumludur; o, tarihi salt yaşanan olayların kronolojik sırası olarak değil, bir vicdan süzgecinden geçmiş anıları hatırlayarak damıtır. Kendi deyimiyle, “hatırlama takıntısı olan biriyim”, özellikle de unutkanlıktan mustarip Latin Amerika’nın geçmişini hatırlama takıntısı vardır.
Galeano, yazdıklarını titizlikle değerlendiren, ham bilgiye mesafeli ve tarihin resmi olarak kayıt altına alınma biçimlerine karşı bir çeşit güvensizlik duyan bir yazardır. Bu mesafe ve güvensizlik, onun özgünlüğünün ve yazılarının doyuruculuğunun bir nedeni olarak görülebilir. Kucaklaşmanın Kitabı‘nda, yazdıklarında kendi sevgilerinin ve kavgalarının görülmesinden duyduğu kaygıyı yaşlı şair José Coronel Urtecho’ya anlatmış, Urtecho ise radikal nesnellik savunucularının yalancı olduğunu, acı çekmekten korktuklarını ve nesnel olmak yerine nesne olmak istediklerini söyleyerek onu rahatlatmıştır. Urtecho’nun bu sözleri, Galeano’nun Ateş Anıları‘ndan sonraki eserlerinde, özellikle de Aynalar kitabında belirgin etkiler bırakmıştır.
Aynalar, Galeano’nun “Neredeyse Evrensel Bir Tarih” olarak tanımladığı bir eserdir. Kitabın sonu, 20. ve 21. yüzyılların barış ve adalet çığlıklarıyla doğup, kan içinde boğularak adaletsiz bir dünya bırakmasını konu alan düşüncelerle biter. Çocukken kaybolan her şeyin Ay’a gittiğine inanan Galeano, astronotların Ay’da rüyaları, tutulmayan vaatleri veya kırık umutları bulamadığını belirtir ve sorar: “Eğer bunlar Ay’da değilseler, neredeler o zaman? Yoksa dünyada kaybolmadılar mı? Yoksa dünyada saklanıyorlar mı?”. Bu ifadeler, Galeano’nun belleğin ve kaybolan değerlerin peşinden giden yazınsal yolculuğunu özetler.
Galeano, görsel sanatlara da ilgi duymuş ve Kucaklaşmanın Kitabı‘na kendi sürrealist kolajlarından örnekler eklemiştir. Rönesans gravürleri, Aztek savaşçıları ve insan gözü gibi farklı öğeleri bir araya getirdiği bu kolajlar, onun “Büyülü Marksizm” olarak şakayla tanımladığı, akıl, tutku ve gizemin birleşimini yansıtır gibidir.
Politik Duruş ve Değişen Dünya Karşısında Eleştiriler
Galeano’nun edebiyatı, radikal politik düşünceleriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Bazı eleştirmenler, özellikle İngilizce konuşulan dünyada, bu politik duruşu fazla aleni ve polemikçi bulmuşlardır. Ancak kaynaklar, onun siyasal duruşu olmadan Galeano’yu ve eserlerinin kalıcı etkisini anlamanın neredeyse imkânsız olduğunu belirtir. O, Latin Amerika siyasal tarihinin son 75 yılındaki birçok dönüm noktasının yakın tanığı olmuştur. Ömrünü, yok sayılan, ezilen ancak boyun eğmemiş bir kıta halkını ortak bir kimliğe çağırmaya adamıştır.
1980’lerin ortalarında Uruguay’a döndüğünde, bölgede yeniden tesis edilen demokrasilere uygulanan kısıtlamalara dair ciddi kuşkuları vardı. IMF’nin borçlandırma yoluyla ülkeleri kontrol altına almasını ve yeni hükümetlerin kemer sıkma, özelleştirme gibi neoliberal programları benimsemesini eleştirmiştir. Latin Amerikalıları, gerçek demokrasinin katılımcıları değil, “Demokrasi Şovu”nun izleyicileri oldukları konusunda uyarmış. Ekonomi politikalarına karar verme haklarının olmayışını tıbbi engelliliğe benzetmiştir. Neoliberal küreselleşme çağına yönelik eleştirel duruşu, onu 1990’larda yükselen küresel adalet hareketinin sözcüsü haline getirmiş. Tepetaklak: Tersine Dünya Okulu (1998) adlı eseri bu hareketi kapsamlı biçimde ele almıştır. 1996’daki ilk Zapatista Toplantısı’na katılmış ve Dünya Sosyal Forumu’nun önemli isimlerinden biri olmuştur. Her platformda aranan bir isim olmasına rağmen, kendisini hiçbir zaman bir sözcü ya da gazeteci olarak değil, daima bir öykücü olarak tanımlamıştır.
Son on yılında, Latin Amerika’da “Pembe Dalga” olarak adlandırılan sola dönüş yaşanmış, merkez-sol partiler iktidara gelmiştir. José Mujica’nın Uruguay’da cumhurbaşkanı olması ve Michelle Bachelet’nin Şili’nin ilk kadın cumhurbaşkanı seçilmesi gibi gelişmeler Galeano’yu sevindirmiştir. Bolivya’nın ilk yerli devlet başkanı Evo Morales’i de kutlamıştır. Bu dönem, Galeano’nun daha rahat yazıp seyahat edebildiği, büyük kitlelere konferans verebildiği bir dönem olmuştur. İnsanlar ona kendi hikayelerini anlatmak için ulaşmak istemişlerdir, çünkü onun dinlediğini biliyorlardı. Bu, artık “ölüm mangaları tarafından değil, hayranları tarafından avlanan” bir adamın hikayesiydi.
Ancak sol eğilimli partiler iktidara geldikçe, Galeano’nun eleştirileri azalmıştır. Bu liderlerin yönetim biçimleri hakkında daha az yorumda bulunmuştur. Kendisi unutulmuşların, ezilmişlerin şairi, ütopyacı mücadelenin sembolü olarak tanınıyordu. Bu ideallerin gölgesinde, siyasetin günlük karmaşası hakkında söyleyecek daha az şeyi olması doğaldır. Bu durum, developmentalizmin kaderi, sol hükümetlerin fosil yakıtlardan vazgeçme olasılığı veya toplumsal hareketler ile devlet arasındaki ilişkinin geleceği gibi bazı kritik soruları yanıtsız bırakmıştır.
Miras ve Kalıcı Etki
Eduardo Galeano, eserleriyle Latin Amerika’nın belleğini, vicdanını ve düşlerini kaydetmiş bir yazardır. Onun “öteki” Amerika’dan yükselen, vicdan, adalet ve eşitlik dileyen sesi, gerçek, çıplak, vurucu ve görmezden gelinemez bir gerçeğe dönüşmüştür. O, konuşulması pek istenmeyen bir kıtanın en gür sesli anlatıcısı olmuştur. Kitapları, tarihe resmi olup olmaması tartışılmaksızın, vicdani nedenlerle uzun süredir geçmiş bulunmaktadır ve seslenmeye devam etmektedir.
Latin Amerika’nın Kesik Damarları‘ndaki ekonomik analizinden Ateş Anıları ve Kucaklaşmanın Kitabı‘ndaki kısa, anımsatıcı parçalara, eşi Helena’nın rüyalarından futbol tutkusuna, Galeano her zaman “hissederek düşünen” bir yazar olmuştur. Eserlerinde kişisel deneyimleri, tarihi, mitleri ve politik analizi harmanlayarak özgün bir anlatım yaratmıştır. Jose Coronel Urtecho’nun etkisiyle nesnelliğe mesafeli duruşu, onun sesinin samimiyetini ve etkisini artırmıştır.
Bazı eleştirmenler, Latin Amerika direnişinin hikayesinin bir kişinin tek başına kapsayamayacağı kadar karmaşık ve çeşitli olduğunu belirtse de Galeano’nun kapsamlı incelemelerinin ve kısa fragmanlardan oluşan kendine özgü tarzının çok büyük kitlelere ulaştığı bir gerçektir. Kriz ve değişim sürecinde doğmuş, zamanının riskleriyle yüzleşmiş edebi tarzının, yeni gerçekliğin sembollerini yaratmada yardımcı olabileceği konusundaki ısrarı, onun yazarlığının temel misyonunu yansıtır.
Sonuç
Eduardo Galeano, “sentipensante” bakış açısıyla Latin Amerika’nın acı dolu tarihini, sömürülmüş kaynaklarını ve ezilen halklarının hikayelerini kaydetmiş, belleği ve vicdanı harekete geçiren bir yazardır. Başyapıtı Latin Amerika’nın Kesik Damarları ile kıtanın sömürüye dayalı tarihine ve bağımlılık teorisine dikkat çekmiş, Ateş Anıları ve Kucaklaşmanın Kitabı gibi sonraki eserleriyle ise belleği, düşleri ve farklı sesleri harmanlayan eşsiz bir anlatım geliştirmiştir. Sürgün yılları ve politik baskılar onun yazarlığını derinden etkilemiş, ancak Galeano sesini yükseltmekten vazgeçmemiştir.
Resmi tarihe karşı güvensizliği ve vicdan merkezli yaklaşımı, onun eserlerinin salt bilgi aktarımının ötesine geçerek okuyucuyu derinden etkilemesini sağlamıştır. Galeano’nun edebiyatı, bir zamanlar futbolcu olma hayalleri kuran bir çocuğun, nihayetinde kelimelerle dünyayı anımsayan ve anlatıların gücüyle hayat kurtaran bir “hikâye avcısı”na dönüşmesinin öyküsüdür. O, Latin Amerika’nın acısının da güzelliğinin de şarkısını söylemeye devam eden, eserleriyle yaşamaya devam eden bir bellektir.