JOHN RAWLS’IN ADALET TEORİSİ: HAKKANİYET, BİLGİSİZLİK PEÇESİ VE KOMÜNİTERYAN ELEŞTİRİLER
Giriş
Yirminci yüzyıl siyaset felsefesinin en etkili düşünürlerinden biri olan John Rawls, modern dönem toplum sözleşmesi geleneğini yeniden canlandırarak adalet alanında çığır açan bir teori ortaya koymuştur. Ahlak felsefesinde hak kavramını iyi kavramına önceleyen Rawls, adil ve iyi düzenlenmiş bir toplumun nasıl kurulabileceği sorusuna teorik bir yanıt aramıştır. Onun projesi, bireyi ahlaki, eşit ve rasyonel bir özne olarak kodlayarak, bu temelden yola çıkarak özgürlük ve eşitlik gibi temel nosyonları uzlaştırma çabası üzerine kuruludur. Rawls’ın “Hakkaniyet Olarak Adalet” adını verdiği bu teori, özellikle başlangıç durumu (original position) ve bilgisizlik peçesi (veil of ignorance) gibi hipotetik araçlar üzerine inşa edilmiştir.
Rawls, faydacı etiğin aksine, adaleti kurumların temel erdemi olarak görmüş ve bireysel hakların çoğunluğun faydası uğruna çiğnenemeyeceğini savunmuştur. Ancak Rawls’ın “Bir Adalet Teorisi” ve sonraki “Siyasal Liberalizm” gibi eserlerinde detaylandırdığı bu yaklaşım, Michael Sandel ve Jürgen Habermas gibi önemli düşünürler başta olmak üzere, özellikle komüniteryan (toplulukçu) perspektiften soyut birey anlayışı ve hipotetik araçların geçerliliği gibi konularda önemli eleştiriler almıştır. Bu blog yazısı, Rawls’ın hakkaniyet olarak adalet teorisinin temel kavramlarını, faydacılığa yönelttiği eleştiriyi, başlangıç durumu ve bilgisizlik peçesi mekanizmasını ve bu mekanizmalara yönelik başlıca komüniteryan eleştirileri ve Rawls’ın bunlara verdiği yanıtları incelemeyi amaçlamaktadır.
Rawls ve Faydacılık Eleştirisi
On dokuzuncu yüzyılın sonunda ortaya çıkan faydacılık, ahlaki eylemlerin değerini eylemin sonucuyla getirdiği yarar ile ölçen ve iyiyi faydalı olanla eşitleyen bir düşünce akımıdır. Bentham ve Mill gibi isimlerle şekillenen faydacılık, bir eylemin doğru olmasını, toplumun en çok sayıda üyesine mutluluk (fayda) sağlamasına bağlar. Ancak Rawls, faydacılığın bu yaklaşımını ciddi şekilde eleştirir.
Rawls’a göre faydacılığın temel sorunu, çoğunluğun faydası adına az sayıda kimsenin haklarının göz ardı edilmesine veya feda edilmesine kapı aralayabilmesidir. Rawls, her bireyin bir dokunulmazlığı olduğunu ve bu dokunulmazlığın toplumun genel yararı uğruna bile çiğnenmemesi gerektiğini vurgular. Adil bir toplum, daha fazla sayıdaki insanın lehine olan bir özverinin dayatılmasına izin vermez. Faydacılar, bu bağlamda, insanlara eşitler olarak davranamaz ve bazı insanları diğerlerinin mutluluğu için birer araç olarak kullanabilirler.
Rawls’ın bir diğer eleştirisi, faydacılığın “doğru”yu “iyi”ye (fayda/mutluluk) göre belirlemesi yaklaşımına karşıdır. Rawls bu denklemi tersine çevirir: Hakkaniyeti esas alan adalet teorisinde, bireylerin kendi “iyi” anlayışları ikinci planda bırakılarak, ilkeler “doğru” kavramını önceleyerek seçilir. Eylemin sadece toplam çoğunluğu nasıl etkilediğine odaklanan faydacılığın aksine, Rawls için adaletsizlik, bir eylemin veya kurumun sonucu olarak toplumun en dezavantajlı üyelerinin durumunu kötüleştirmesidir. Faydacılık, bireyin hak ve özgürlüklerini zedeleyip zedelememesiyle ilgilenmez; eylemin niteliği önemsizdir. Rawls ise bireyi ve onun özerkliğini önemser.
Hakkaniyet Olarak Adaletin Temelleri: Başlangıç Durumu ve Bilgisizlik Peçesi
Rawls, faydacılığa karşı alternatif bir teori sunmak için adaletini kurumların temel erdemi olarak konumlandırır. Adalet, bireylerin hayat planlarını gerçekleştirebilmek için zorunlu olan toplumsal işbirliğini mümkün kılar. Rawls’ın adalet teorisinin temelini oluşturan hipotetik araçlar, başlangıç durumu ve bilgisizlik peçesidir.
Başlangıç Durumu (original position), Rawls’ın teoriyi kurmak için kullandığı varsayımsal, hipotetik bir durumdur. Bu durum tarihsel değildir ve gerçek yaşamla veya doğal bilimlerin tanımladığı insan doğasıyla ilgili değildir. Sosyal işbirliğinde bulunacak tarafların, hakları, ödevleri ve sosyal yararların dağıtımını belirleyecek adalet ilkelerini seçmek üzere bir araya geldikleri teorik bir zemindir. Rawls’a göre başlangıç durumu, özgür ve eşit kişiler arasında adil bir anlaşmanın sağlanabileceği tarafsız bir bakış açısı bulma zorunluluğundan doğar; bu bakış açısı, kapsayıcı arka planın çerçevesinin bütün özelliklerinden ve durumlarından soyutlanmış ve bunlar tarafından saptırılmamış olmalıdır. Başlangıç durumunun amacı, insanların ahlaki kişilikler olarak eşitliğini temsil etmektir.
Başlangıç durumunda taraflar, adalet ilkelerini seçerlerken bir bilgisizlik peçesinin (veil of ignorance) arkasındadırlar. Bu peçe, tarafların sahip olduğu bilginin sınırlandırılmasını mecazi olarak ifade eder. Bilgisizlik peçesi, bireyleri toplum içindeki kendi konumlarından, statülerinden, avantaj veya dezavantajlarından habersiz kılarak rasyonel ve tarafsız seçim yapabilen özneler haline dönüştürmeyi amaçlar.
Bilgisizlik peçesinin arkasında bilinmeyenler şunlardır: tarafların toplumdaki konumları, sınıfları, ırkları, cinsiyetleri, etnik kökenleri, malları, mülkleri, servetleri, zekâları, güçleri veya diğer doğal yetenekleri. Taraflar ayrıca kendi iyi anlayışlarına, değerlerine, hedeflerine veya hayattaki amaçlarına ilişkin bilgilere de sahip değildirler. Hatta hangi kuşağa ait olduklarını bile bilmezler. Bu bilgi kısıtlaması, kişilerin ilkeleri kendi bireysel çıkarları doğrultusunda şekillendirmesini engeller ve seçimin nesnel olmasını sağlar.
Ancak bilgisizlik peçesi tam bir bilgisizlik anlamına gelmez; taraflar bazı genel bilgilere sahiptirler. Bunlar, adalet mantığını anlamak için gerekli olan bilgilerdir: siyasi ilişkiler, ekonomik teori ilkeleri, sosyal örgütlenmenin temelleri ve insan psikolojisinin kuralları gibi. Ayrıca, taraflar kendi hayat planlarının olduğunun farkındadırlar, sadece içeriğini bilmezler. Ve en önemlisi, diğer herkes gibi, belirli birincil değerlere (primary goods) değer verdiklerini bilirler.
Birincil Değerler, rasyonel bir bireyin herhangi bir hayat planına sahip olması için arzu edeceği temel şeylerdir. Rawls, birincil değerleri ikiye ayırır: Sosyal birincil değerler (haklar, özgürlükler, gelir, refah) ve doğal birincil değerler (sağlık, enerji, zekâ, hayal gücü). Bilgisizlik peçesi altında bulunan tarafların müzakerelerinde yol göstermesi ve temsil ettikleri kişilerin temel menfaatlerini güvence altına alması için birincil değerler listesi kullanılır. Bu noktada birincil değerlerin kullanılması, adalet ilkelerinin değerlendirilmesinde rasyonelliği sağlar. Birincil değerler, tarafların karar aşamasında kendi benliklerinden ve çıkarlarından uzak durmalarını sağlayacak bir araç olarak sunulur.
Rawls’a göre adalet ilkeleri, başlangıç durumunda bulunan bu rasyonel taraflarca, belirli şekilsel kısıtlamalar (formall constraints) altında seçilir: ilkeler genel olmalı (her kuşağa uygulanabilir), evrensel olmalı (toplumdaki her kesime uygulanabilir), aleni olmalı (herkes tarafından bilinmeli) ve son olması gibi. Rawls, adalet ilkelerinin seçiminden sonra bilgisizlik peçesinin aşama aşama kaldırılacağını belirtir (başlangıç durumu, anayasa konvansiyonu, yasama, uygulama aşamaları).
Rawls’ın İki Adalet İlkesi
Başlangıç durumunda, bilgisizlik peçesi altında bulunan özgür ve eşit tarafların, temsil ettikleri vatandaşların temel menfaatlerini en iyi şekilde koruyacak olan şu iki adalet ilkesi üzerinde anlaşacaklarını savunur:
Eşit Temel Özgürlükler İlkesi (Birinci İlke)
Her kişi, başkalarının benzer özgürlük sistemleriyle bağdaşır en kapsamlı temel özgürlükler sistemine eşit hakka sahiptir.
- Bu temel özgürlükler arasında siyasal özgürlükler (oy kullanma ve seçilme hakkı), ifade ve örgütlenme özgürlüğü, vicdan ve düşünce özgürlüğü, kişi olarak hak sahibi olma özgürlüğü, psikolojik baskıdan ve fiziksel saldırıdan korunma hakkı, mülkiyet hakkı, keyfi tutuklanmama ve yakalanmama özgürlüğü bulunur.
- Rawls, bu özgürlüklerin değerinin herkes için eşit olarak sağlanması gerektiğini belirtir.
- Bu ilke, ikinci ilkeye göre önceliklidir (lexical priority). Temel eşit özgürlükler korunduğu sürece, sosyal ve ekonomik avantajların önüne geçmek daha kolaydır. Özgürlükler hiçbir zaman daha fazla eşitlik veya refah sağlamak için bile sınırlanamaz. Özgürlük ancak daha fazla özgürlük adına kısıtlanabilir. Bunun iki koşulu vardır: a) daha az geniş özgürlük, herkes tarafından paylaşılan toplam özgürlük sistemini güçlendirmeli; b) eşit özgürlükten daha az bir özgürlük, bu daha az özgürlüğe sahip olanlar tarafından kabul edilebilir olmalıdır.
Sosyal ve Ekonomik Eşitsizlikler İlkesi (İkinci İlke)
Sosyal ve ekonomik eşitsizlikler şu iki şartı karşılamalıdır:
- (a) Adil Fırsat Eşitliği: Bu eşitsizlikler, adil bir fırsat eşitliği altında herkese açık olan konumlara ve makamlara bağlanmalıdır.
- (b) Fark İlkesi: Bu eşitsizlikler, toplumun en dezavantajlı üyelerinin en çok yararına olacak şekilde olmalıdır.
- Fark ilkesi, doğuştan gelen eşitsizlikleri (IQ, aile kökeni vb.) veya toplumsal konum farklılıklarını ortadan kaldırmayı veya bu eşitsizliklerin yalnızca dezavantajlı konumdakilerin durumunu iyileştiriyorsa meşru olduğunu kabul etmeyi amaçlar. Bu, herkesin zenginlik açısından eşit olması gerektiği anlamına gelmez; daha çok, en dezavantajlıların hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ve bunları etkin kullanabilmeleriyle ilgilidir. Bu ilkenin uygulanmasında eğitim önemli bir rol oynar; devletin görevi herkesin eşit eğitime erişimini sağlamaktır.
- İkinci ilke aynı zamanda gelecek kuşaklara karşı adaleti de içerir. Rawls, toplumun gelecek için bir tasarruf oranı belirlemesi gerektiğini, ancak bunun faydacılıktaki gibi mevcut fakir kuşaklardan ağır fedakarlıklar istemek anlamına gelmemesi gerektiğini savunur. Adil tasarruf ilkesi adı verilen bu yaklaşım, toplumun gelişme düzeyine göre değişir ve başlangıç durumundaki taraflar hangi kuşağa ait olduklarını bilmedikleri için adil bir ilke seçeceklerdir.
Komüniteryan Eleştiriler ve Rawls’ın Yanıtları
Rawls’ın hakkaniyet olarak adalet teorisi, özellikle komüniteryan düşünürlerden önemli eleştiriler almıştır. Komüniteryanizm, bireyin soyut ve toplumsal bağlarından kopuk olduğu liberal anlayışı eleştirir; onlara göre birey toplumsal olarak kurulmuştur (socially constituted) ve kimliği ait olduğu toplumun bağları ve kültürü tarafından şekillenir. Bu bağlar, bireysel tercihlerden önce gelir ve bireyin kimliğini oluşturur. Komüniteryanlar, adaletin ötesinde, genellikle ortak iyiyi (common good) vurgular ve topluluksal bağların bireysel hakların önüne geçebileceğini savunurlar.
Başlıca komüniteryan eleştirmenlerden Michael Sandel, Rawls’ın teorisini hedefler. Sandel’e göre Rawls’ın başlangıç durumundaki kişi anlayışı soyut ve bedensizdir. Bu “engellenmemiş benlik” (unencumbered self), her türlü amaçtan bağımsız seçim yapabilen, topluluğun ahlaki amaçlarından kopuk bir varlıktır. Sandel, böyle bir soyut öznenin koyduğu yasaların fenomenal dünyadaki gerçek kişilere nasıl uygulanacağının belirsiz olduğunu ileri sürer ve Rawls’ı idealist metafizikle itham eder. Başlangıç durumunun, “bütün deneyim ötesi olan aşkın özne kavramına dayanmak zorunda kalmaksızın, adalet ilkelerini türetecek bir araç sağlamak” amacıyla bir “Arşimet Noktası” arayışı olduğunu söyler.
Ancak bilgisizlik peçesinin ardındaki tarafların iyi anlayışı, hedefleri veya hayattaki amaçları hakkında bilgiye sahip olmamaları, adalet ilkelerini seçebilmeleri için gerekli olan bilgiden yoksun oldukları anlamına gelir ve varsayımsal sözleşmenin geçerliliğini veya bağlayıcılığını zayıflatır. Sandel ayrıca, birincil değerler listesinin her türlü yaşam tarzı açısından eşit ya da neredeyse eşit derecede değerlendirilmesinin sorunlu olduğunu belirtir. Cinsiyet gibi modern toplumda önemli bir eşitsizlik kaynağının bilgisizlik peçesi altında açıkça belirtilmemesi de Okin/Sandel tarafından dile getirilen bir eleştiridir.
Bir diğer önemli eleştirmen olan Jürgen Habermas, Rawls’ın başlangıç durumundaki akılcı tercihler yapan taraflara açık olan seçeneklerin uygun bir şekilde kısıtlanması halinde, adalet ilkelerinin aydınlanmış kişisel çıkarlardan türetilebileceğini ileri sürer. Habermas, birincil değerler kavramının gerekliliğini veya anlamlılığını sorgular, zira başlangıç durumu tasarımının düzeltilmesi gerekiyorsa ilk adımın ne kadar akıllıca atıldığı sorusu ortaya çıkar. Bilgisizlik peçesinin, eşit ve özgür vatandaşların öz bilinçleri ve dünya görüşleri arasındaki farklılıklara rağmen üzerinde uzlaşabilecekleri ilkeleri en baştan gizlediğini ve bunun karşılanması imkânsız ispat yükümlülükleri getirdiğini savunur.
Rawls, bu eleştirilere çeşitli yanıtlar vermiştir. Başlangıç durumu ve bilgisizlik peçesi tahayyülünün tarihsel bir olay veya gerçekliğin tasviri olmadığını, yalnızca analitik bir araç veya temsil aracı olduğunu vurgular. Bu araç, anayasal bir demokrasiye yönelik en makul siyasal adalet ilkelerinin neler olduğuna ilişkin bir olasılığı formüle etmek için kullanılır. Vatandaşlar, özgür ve eşit, makul ve rasyonel olarak görülen bu temsili durumda adalet ilkelerini seçerler.
Sandel’in soyut özne eleştirisine karşılık Rawls, kullandığı kişi anlayışının siyasal bir anlayış olduğunu, metafizik veya epistemolojik bir doktrin önermediğini belirtir. Bilgisizlik peçesinin, benliğin doğasıyla ilgili metafizik bir doktrin ima etmediğini, sadece adalet ilkeleri hakkında akıl yürütme yoluyla bireyin herhangi bir duruma girebilmesini sağlayan bilgi kısıtlamaları olduğunu söyler. Başlangıç durumundaki taraflar, teorinin temsil araçlarıdır ve yapay yaratıklardır; onların özellikleri gerçek kişilerin ahlak psikolojisi olarak algılanmamalıdır.
Birincil değerler, bilgisizlik peçesi aracılığıyla ortaya çıkan zorlukları çözmeye yönelik bir girişimdir. Tarafların, adalet hissi ile alternatifler arasından temsil ettikleri kişilerin belirli menfaatlerini koruyacak ilkeler üzerinde nasıl anlaşacakları sorununu ele alırlar. Birincil değerler, vatandaşları temsil eden makul öznelerin, temsil ettikleri kişilerin üst düzey menfaatlerini güvence altına alacak adalet ilkelerinin seçiminde rasyonel davranmasını sağlar.
Habermas’ın eleştirilerine karşı Rawls, kendi başlangıç durumunun Habermas’ın ideal tartışma durumundan farklı amaç ve rollere sahip ayrı bir araç olduğunu açıklar. Bilgisizlik peçesinin sadece makul olmayan kapsamlı doktrinleri dışlamak için gerektiği kadar “kalın” olması gerektiğini, bunun dışında rasyonel uzlaşma için yeterli bilginin verilmesi gerektiğini belirtir.
Rawls, hipotetik sözleşmenin tarihsel olmadığını ve bağlayıcı olmadığını kabul eder, ancak bunun, üzerinde düşünülmüş dengeyle ulaşılan bir uzlaşmayı geçersiz kılmadığını ima eder. Başlangıç durumu, adil bir anlaşma zeminini genişletmeyi amaçlar ve günlük hayattaki anlaşmaların arka planındaki kurumsal güçlükleri karşılamak için tasarlanmıştır.
Sonuç
John Rawls’ın hakkaniyet olarak adalet teorisi, yirminci yüzyıl siyaset felsefesine damgasını vurmuş ve günümüzde de etkisini sürdüren temel bir yaklaşımdır. Rawls, toplumsal işbirliğinin temel yapısını düzenlemek üzere, faydacı mantığı reddederek, bireysel hakları ve özgürlükleri merkeze alan iki adalet ilkesi önermiştir. Bu ilkelere ulaşmak için hipotetik bir başlangıç durumu ve bilgisizlik peçesi gibi araçları kullanmış; bu mekanizmalar aracılığıyla tarafsız bir bakış açısıyla, kimsenin kendi özel konumundan faydalanamayacağı adil bir seçim ortamı yaratmayı hedeflemiştir. Teorinin çıktısı olan eşit temel özgürlükler ilkesi ve sosyal/ekonomik eşitsizlikleri düzenleyen ilke (adil fırsat eşitliği ve fark ilkesi), özgürlüğün önceliğini ve en dezavantajlı kesimin durumunun iyileştirilmesini vurgular.
Ancak Rawls’ın kullandığı bu soyutlama düzeyi ve hipotetik yöntem, başta komüniteryanlar olmak üzere çeşitli çevrelerden ciddi eleştiriler almıştır. Sandel’in “engellenmemiş benlik” eleştirisi ve bilgisizlik peçesinin varsayımlarına yönelik itirazları, Habermas’ın rasyonel tercihlerin sınırlandırılmasına ilişkin kaygıları, Rawls’ın teorisinin uygulanabilirliği ve bireyin toplumsal bağlamıyla ilişkisi üzerine derin tartışmaları tetiklemiştir. Rawls, bu eleştirilere yanıt olarak, teorisinin metafizik bir iddia olmaktan ziyade, anayasal bir demokrasi için siyasal adalet ilkelerini bulmaya yönelik bir temsil aracı ve siyasal bir konsept olduğunu savunmuştur.
Sonuç olarak, Rawls’ın hakkaniyet olarak adalet teorisi, bireyin özgürlüğünü ve eşitliğini uzlaştırma, adaleti tek bir unsura indirgemeden ele alma ve farklı kapsamlı doktrinlere rağmen istikrarlı ve adil bir toplumsal işbirliği zeminini gösterme çabasıdır. Başlangıç durumu ve bilgisizlik peçesi gibi kavramlar, bu çabanın merkezinde yer alan güçlü analitik araçlar olmalarına rağmen, teorinin aldığı eleştiriler, adalet arayışında birey, toplum ve hipotetik yöntemlerin rolü üzerine süregelen felsefi tartışmaların canlılığını koruduğunu göstermektedir. Rawls’ın mirası, sadece önerdiği ilkelerle değil, aynı zamanda bu ilkelerin temelini oluşturan varsayımlar ve metodoloji üzerine yürütülen felsefi diyaloglarla da güncelliğini sürdürmektedir.