sınırsız kamu yararı

SINIRSIZ KAMU YARARI: İSLAMİ ETİKTE MASLAHAT VE SİYÂSET-İ ŞER’İYYE’NİN GÜNCEL ROLÜ

Giriş

Modern toplumların karmaşık yapısı ve sürekli değişen ihtiyaçları, hukuki sistemlerin ve düzenleyici otoritelerin karşılaştığı en temel sınamalardan biridir. Bu bağlamda, hukukun toplumsal faydayı gözetme ve zararları önleme kapasitesi, sistemin etkinliği ve meşruiyeti açısından kritik bir öneme sahiptir. İslami hukuk geleneği, tarih boyunca bu dinamik ihtiyaca Maslahat ve “Siyâset-i Şer’iyye” gibi kapsamlı ilkelerle yanıt vermiştir. Kamu yararının temini ve korunması, İslami etiğin ve hukuk felsefesinin merkezinde yer alan, düzenleyici kararlar için vazgeçilmez bir kılavuz işlevi gören temel bir ilkedir.

Bu blog yazısı, “sınırsız kamu yararı” ilkesinin İslami etik çerçevesinde nasıl bir düzenleyici karar mekanizması olarak işlev gördüğünü, Maslahat kavramının katmanlarını, Siyâset-i Şer’iyye‘nin yönetimdeki rolünü ve bu ilkelerin güncel uygulamalardaki yerini inceleyecektir. İslami hukukun evrenselliği ve değişen toplumsal koşullara adaptasyon kapasitesi, büyük ölçüde bu kavramların dinamik yorumlanması ve uygulanmasıyla mümkün olmuştur. Bu doğrultuda hem klasik dönem fakihlerinin yaklaşımı hem de Musa Carullah gibi çağdaş düşünürlerin katkıları ele alınarak, bu ilkenin İslami düzenleyici çerçevedeki merkezi konumu aydınlatılacaktır.

Maslahat Kavramının Katmanları ve Hukuki Temelleri

Maslahat sözlükte “doğru, düzgün ve kusursuz olma; iyilik, uygunluk, yarayışlılık” gibi anlamlar içeren “salâh” kelimesinden türetilmiştir ve “bir şeyin maksada uygun özellikte olması, fesadın zıddı, iyi, uygun, elverişli, yararlı, iyi olana ulaştıran” manalarına gelir. Fıkıh literatüründe ise Maslahat, “ruhî veya bedenî, ferdî veya içtimaî olsun, dünyevî ve uhrevî faydaların sağlanmasını ve zararların giderilmesini belirten bir terim” olarak kullanılır. İslami düşünürler, Maslahat‘ın şer‘î hükümlerin amacı olduğunu ve kulların dünya ve ahiretteki gerçek mutluluğunu sağlamayı hedeflediğini vurgular.

Maslahat, ihtiyaç türü ve önem derecesi açısından üç ana kategoriye ayrılır:

  1. Zarûriyyât (Zaruretler): Bunlar hem ahiret mutluluğu hem de dünya hayatının düzeni için vazgeçilmez olan temel değerlerdir. İslam alimleri, bunları genellikle dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunması (el-makâsıd-ı hamse) şeklinde beş maddede özetlemişlerdir. Bu beş esasın korunması, İslami hukukun tüm düzenlemelerinin temelini oluşturur. Örneğin, canın korunması için cinayet ve saldırı yasaklanmış, neslin korunması için evlilik teşvik edilmiş, aklın korunması için sarhoşluk veren maddeler men edilmiştir.
  2. Hâciyyât (İhtiyaçlar): Zarûriyyât düzeyinde olmamakla birlikte, insanların hayatlarını zorluk ve sıkıntıya düşmeden kolaylık içinde sürdürebilmeleri için gerekli olan düzenlemelerdir. Örneğin, su bulunmadığında teyemmüm ruhsatı veya yolculukta orucun ertelenebilmesi bu kategoriye girer.
  3. Tahsîniyyât (Güzelleştirmeler/Olgunlaştırmalar): Hayatı güzelleştirmeyi, bireyi ve toplumu erdemli, seçkin ve uygar olmaya teşvik etmeyi hedefleyen düzenlemelerdir. İbadetlerde temizlik kuralları, israftan kaçınma veya yeme içme adabı gibi hususlar bu kapsamdadır.

Bu sıralama, aynı zamanda bir öncelik hiyerarşisini de belirtir; yani bir tercih zorunluluğu doğduğunda önce zarûriyyât, sonra hâciyyât, daha sonra tahsîniyyât korunur. Bu dengeleme, Maslahat ve Mefsedet (zarar) arasındaki ilişkiyle de yakından ilgilidir. Genel İslami hukuk kaidesi olan “Def ‘-i mefâsid celb-i menâfi‘den evlâdır” (zararın giderilmesi menfaatin sağlanmasından önce gelir), bu ilkenin pratik uygulamadaki önemini vurgular. Yani, fayda ile zarar çatıştığında, öncelik zararın ortadan kaldırılmasına verilir.

Siyâset-i Şer’iyye: Yönetimde Maslahatın Rolü

Siyâset-i Şer’iyye, İslami yönetim ve hukukta kamu yararını gözeterek düzenleyici kararlar alma yetkisini ifade eder. Bu kavram, kamu otoritesini elinde bulunduran “ülü’l-emr”in (devlet başkanı veya yargı mercileri) dinin genel muhtevasına ters düşmeyecek şekilde kanuni düzenlemeler yapabilme, müeyyideler koyabilme veya önleyici tedbirler alma yetkisidir. Özellikle nassların (Kur’an ve Sünnet’in açık hükümlerinin) doğrudan ele almadığı veya icmadan söz edilemeyen konularda toplum ve devlet menfaatini esas alarak, nasslarla çelişmeyen adımlar atılmasının önünü açar. Bu, İslami hukuka önemli bir esneklik ve dinamizm sağlar.

Hz. Ömer’in hilafeti dönemi, Siyâset-i Şer’iyye ilkesinin uygulanmasına dair pek çok önemli örneği barındırır:

  • Kur’an’ın Cem’i: Yemame savaşında çok sayıda hafızın şehit düşmesi üzerine, Kur’an’ın kaybolmasından endişe eden Hz. Ömer’in ısrarıyla Hz. Ebû Bekir’in Kur’an’ı bir mushaf halinde toplama kararı, açık bir nass bulunmamasına rağmen kamu maslahatını gözeten bir eylemdir.
  • Sevâd Arazilerinin Taksimi: Fethedilen toprakların (Sevâd arazileri) askerler arasında ganimet olarak dağıtılmayıp, sürekli gelir kaynağı sağlamak amacıyla eski sahiplerinde bırakılması ve haraca bağlanması kararı, uzak nesillerin menfaatini ve kamu yararını gözeten önemli bir adımdır.
  • Kıtlık Yılında Hırsızın Cezası: Kıtlık yılında açlıktan dolayı hırsızlık yapan iki kölenin elinin kesilmemesi kararı, zaruret halinin cezada hafifletici sebep olarak kabul edilmesiyle, nassın lafzından ziyade amacının (makâsıdının) gözetildiğini gösterir.
  • Üç Talâk Meselesi: Hz. Ömer döneminde bir mecliste peş peşe verilen üç talâkın (boşamanın) bir sayılması uygulamasının, boşamanın çok yaygınlaşmasını önlemek amacıyla üç olarak kabul edilmesi, Siyâset-i Şer’iyye‘nin toplumsal düzeni koruma ve zararı önleme yönünü ortaya koyar.
  • Ehl-i Kitap Kadınlarıyla Evlilik: Nasslarda izin verilmesine rağmen, Hz. Ömer’in Medâin valisi Huzeyfe b. Yemân’ın Yahudi bir kadınla evliliğini bitirmesini sağlaması, toplumda oluşabilecek mefsedetleri öngörerek alınan bir tedbir olarak yorumlanır.
  • İddetini Doldurmadan Evlenen Kadının Durumu: İddetini bitirmeden evlenen bir kadına ve evlendiği adama kırbaç cezası hükmetmesi ve aralarını ebediyen ayırması, toplumsal ahlakın zaafa uğramasını engelleme amaçlı bir Siyâset-i Şer’iyye uygulamasıdır.

Bu örnekler, Siyâset-i Şer’iyye‘nin sadece cezaları düzenlemekle kalmayıp, toplumun genel refahını, güvenliğini ve düzenini ilgilendiren geniş bir alanda uygulandığını göstermektedir.

İslami Ekonomide Kamu Yararı ve Maliye Politikası

İslam ekonomisinde maliye politikası, geleneksel ekonomiden farklı olarak, İslam’ın ideolojik çerçevesinde gelişir ve nötr değildir; aksine İslami değerleri üstlenme sorumluluğu taşır. Kamu maliyesinin neredeyse tüm yönleri, kamu yararı kavramıyla yakından ilişkilidir. İslami bir devlette maliye politikasının temel amacı, adalet ve eşitliği sağlamak, toplumun sosyoekonomik ihtiyaçlarını karşılamak, ekonomik kaynakları güçlendirmek ve kültürel ortamda iyileşme sağlamaktır.

İslam ekonomisinin mali araçları, Zekât ile birlikte çeşitli vergileri (haraç, cizye, öşür, gümrük vergisi, ganimet vergisi, veraset vergisi ve olağanüstü vergiler), fey’, miras ve kamuya ait işletmelerden elde edilen gelirleri kapsar. Bu gelirler, toplumun refahı için kamu yararı ön planda tutularak harcanır. Özellikle Zekât, gelirin yeniden dağıtımını ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasını hedefleyerek toplumsal adaleti tesis eden önemli bir araçtır. Fey’ gelirleri ise, asker ve memur maaşları, savunma giderleri, bayındırlık işleri gibi devletin yapması gereken tüm hizmetlerin gerçekleştirilmesi için sınırsızca kullanılabilir, yeter ki kamu yararı gözetilsin.

Kamu harcamalarında da kamu yararı esas alınır. Temel ilkeler şunları içerir:

  • Tüm harcamalar ümmetin kamu yararı kriterlerine uygun olmalıdır.
  • Zorluğun giderilmesi, kolaylık sağlanmasından öncelikli olmalıdır.
  • Çoğunluğun çıkarları azınlığın çıkarlarına göre öncelikli olmalıdır.
  • Özel yarar ile kamu yararı arasında bir çelişki varsa, kamu yararı geçerli olmalıdır.
  • Harcamalarda israf veya savurganlık olmamalıdır.
  • Hükümet, harcadığı her kuruş için halka ve Allah’a karşı sorumlu olduğunu unutmamalıdır.

İslami hukukta, karaborsacılık (ihtikâr), fitne zamanında silah satışı, içki üreticisine üzüm satışı gibi topluma zarar veren tasarrufların yasaklanması veya meskûn mahalde rahatsızlık veren atölyelerin engellenmesi gibi uygulamalar, mesâlih-i mürsele prensibine dayanarak kamu yararını koruma amacını taşır. Devlet yöneticisine uyuşturucu maddeleri ve toplumun ihtiyaç duymadığı şeylerin üretimini yasaklama yetkisi de bu çerçevede verilebilir.

Çağdaş Yaklaşımlar ve Tartışmalar

Günümüzde Maslahat kavramı ve Siyâset-i Şer’iyye ilkeleri, İslami hukukun değişen toplumsal ihtiyaçlara cevap verebilme kapasitesini artıran en önemli araçlar arasında yer almaktadır. Özellikle Musa Carullah gibi çağdaş düşünürler, Maslahat‘ı klasik fıkıh usûlündeki geleneksel yaklaşımlardan farklı ele alarak, onu İslam hukukunun evrensel gayeleriyle doğrudan ilişkili, dinamik ve toplumsal gerçeklikleri önceleyen bir ilke olarak değerlendirmiştir. Carullah, mezhep taassubunun ve tarihsel içtihatların katı biçimde muhafaza edilmesinin, hukukun evrimsel gelişimini ve toplumsal ilerlemeyi engellediğini savunur. Ona göre içtihat mekanizması, tarihsel ve toplumsal bağlam göz önünde bulundurularak işletilmeli, nasların ruhu ile lafzı arasındaki fark dikkate alınmalıdır.

Çağdaş alimler, makâsıd tanımını Gazali’nin belirlediği beş zaruretin ötesine taşıyarak adalet, özgürlük, eşitlik, insan hakları, siyasi katılım ve fırsat eşitliği gibi değerleri de içerecek şekilde genişletmiştir. Bu genişleme, hukukun bireysel düzeyden ziyade toplumsal bir perspektiften ele alınması eğilimini yansıtır. Modern yorumlar, Maslahat‘ın somut olaylarda karar vermek için bir kriter olarak kullanılması yanında, kamu politikaları ve devlet düzenlemeleri aracılığıyla da büyük ölçekte uygulanmasını savunur. Örneğin, canın korunması sadece cinayet yasağıyla değil, aynı zamanda salgın hastalıklardan korunma, temel ihtiyaçların (beslenme, giyinme, barınma) sağlanması ve psikolojik/ruhsal ihtiyaçların karşılanması gibi toplumsal düzenlemelerle de ilişkilendirilir. Aklın korunması ise sadece alkollü içeceklerin yasaklanmasıyla değil, zorunlu eğitim ve bilimsel zihniyetin geliştirilmesiyle de açıklanır.

Ancak bu genişletici yaklaşım beraberinde bazı eleştirileri ve tartışmaları da getirir. Bazı araştırmacılar, Maslahat kavramının sınırsız bir hukuki esneklik sağlayarak keyfi yorumlara kapı açabileceği endişesini dile getirmiştir. Nitekim kamu yararının ve genel amaçların tanımlanmasındaki belirsizlikler, devlet kurumları veya baskı grupları tarafından kötüye kullanıma ve otoriterleşmeye yol açabilir. Abdullahi An-Na’im gibi isimler, Şeriat’ın devlet zoruyla uygulanmasının zorba bir iktidar kurduğunu ve samimiyetsizliği beslediğini savunarak, din ve ahlaki sistemlere karşı tarafsız, seküler liberal demokratik bir yapının din özgürlüğünü en iyi şekilde sağlayacağını öne sürer. Ancak eleştirmenler, bu yaklaşımın İslam geleneğini liberal normların çerçevesine hapsetme riski taşıdığını belirtir. Bu tartışmalar, Maslahat‘ın hukuki sistem içinde nasıl disiplinli, sistemli ve objektif bir çerçeveyle işlenmesi gerektiği sorusunu gündeme getirmektedir.

Sonuç

İslami etik ve hukuk geleneğinde “sınırsız kamu yararı” ilkesi, Maslahat ve Siyâset-i Şer’iyye kavramları aracılığıyla düzenleyici kararlar için köklü ve dinamik bir kılavuz görevi üstlenmektedir. Bu ilkeler, ilahi buyrukların ve peygamberi öğretilerin ruhunda yatan temel fayda ve adaleti, bireysel ve toplumsal yaşamın her alanına yansıtma çabasının bir sonucudur. Zarûriyyât, hâciyyât ve tahsîniyyât gibi katmanlı bir yaklaşımla, din, can, akıl, nesil ve malın korunmasından başlayarak, toplumsal refahın ve ahlaki erdemlerin gelişimine kadar geniş bir yelpazedeki faydalar gözetilmiştir.

Maslahat ve Siyâset-i Şer’iyye‘nin uygulanması, İslami hukukun değişen zaman ve mekân koşullarına uyum sağlamasına olanak tanımış, Hz. Ömer’in hilafeti dönemindeki pratiklerden günümüzdeki Diyanet İşleri Yüksek Kurulu kararlarına kadar birçok örnekle bu dinamizm açıkça görülmüştür. Bu ilkeler, toplumsal adaleti, güvenliği ve huzuru tesis etme amacını taşırken, aynı zamanda hukuki boşlukların doldurulmasında ve yeni meselelere çözüm üretmede müçtehitlere geniş bir hareket alanı sunmaktadır.

Günümüz İslam hukuku araştırmacıları, Maslahat‘ın kapsamını adalet, eşitlik, özgürlük ve insan hakları gibi çağdaş değerleri de içerecek şekilde genişleterek, bireysel haklar ile kamu yararı arasındaki dengeyi gözetmenin önemini vurgulamaktadır. Ancak bu sürecin keyfiyetten uzak, sistematik ve objektif bir çerçevede yürütülmesi, hukuki istikrar ve meşruiyet açısından hayati öneme sahiptir. Musa Carullah’ın eleştirileri ve önerileri de içtihat faaliyetinin durağanlaşmaması ve İslami hukukun güncel sorunlara yanıt verme kapasitesinin artırılması gerektiği yönündeki çağrıları pekiştirmektedir.

Sonuç olarak, Maslahat ve Siyâset-i Şer’iyye ilkelerinin, İslami etiğin temel direkleri olarak, sınırsız kamu yararını gözeterek düzenleyici kararlar alınmasında merkezi bir rol oynamaya devam edeceği açıktır. Bu, hem İslami hukukun değişmez temel ilkelerine bağlı kalmayı hem de insanlığın ve toplumların sürekli evrilen ihtiyaçlarına duyarlı, çözüm odaklı bir yaklaşım sergilemeyi gerektirmektedir. Nitekim, nasların denetleyici rolü ile usûl-i fıkhın içtihata imkân tanıyan esnek yapısının birlikte kullanılması, hayat serüveni içinde karşılaşılan sayısız meseleye çözüm üretme imkânı sunmakta ve bu durum toplum için büyük bir Maslahat teşkil etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir