TÜRKİYE’DE FAİZSİZ FİNANSIN YÜKSELİŞİ: ÖZEL FİNANS KURUMLARINDAN KATILIM BANKALARINA GEÇİŞ VE GÜNCEL GELİŞMELER
Giriş
Küresel finans sisteminde kendine özgü prensipleriyle bir alternatif sunan faizsiz bankacılık, özellikle Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerde 1950’lerden itibaren sorgulanmaya başlanan konvansiyonel bankacılığın faize dayalı yapısına bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. 1970’lerin ortalarında ilk adımların atılmasıyla sistemde yerini alan faizsiz bankalar, konvansiyonel bankalara önemli bir alternatif haline gelmiştir. Sektörün büyümesiyle, uygulamalara yön verecek ve yasal düzenlemelerle destek olacak temel kuruluşlardan biri olan İslami Finansal Kuruluşlar Muhasebe ve Denetim Kuruluşu (AAOIFI) 1991 yılında kurulmuştur.
Faizsiz bankacılığın uluslararası alanda ilgi çekmesi ve büyümesini hızlandırması 2000’li yıllarda yaşanmıştır. Bu hızlı gelişim potansiyeli, birçok Batılı finansal kurumun da dikkatini çekmiş, Citicorp, Goldman Sachs, HSBC, Morgan Stanley, Standard Chartered gibi kuruluşlar ürün yelpazelerini faizsiz finansal araçlarla genişletmiştir. Faizsiz bankacılık, reel ekonomiyi daha geç etkilediği için finansal krizlerde konvansiyonel bankalardan daha iyi performans sergilemiştir.
Türkiye’de faizsiz bankacılığın kuruluşu 35 yıl öncesine, yani 1980’li yıllara dayanmaktadır. Faizsiz finansman taleplerine dayalı olarak şekillenen bu süreç, başlangıçta Özel Finans Kurumları (ÖFK) adıyla anılan kurumların kurulmasıyla başlamıştır. Bu kurumlar, Türk bankacılık sistemine üçüncü tür bankacılık modelini getirmiş ve yerleştirmiştir. Yirmi yılı aşkın bir süre “Özel Finans Kurumu” adıyla faaliyet gösteren bu kuruluşlar, Türk ekonomisine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Ancak, başlangıçta belirli yasal çerçevelere tabi olmamaları gibi çeşitli zorluklarla karşılaşmışlardır.
Bu zorluklar ve sektörün gelişim ihtiyaçları, Özel Finans Kurumlarının yasal düzenlemelerle desteklenmesi ve nihayetinde “Katılım Bankası” unvanını almasına yol açmıştır. Bu blog yazısı, Türkiye’deki faizsiz finans sektörünün bu dönüşüm sürecini, Özel Finans Kurumlarının kuruluşundan Katılım Bankası statüsüne geçişine kadar olan gelişmeleri, bu süreçteki yasal düzenlemeleri ve sektörün mevcut durumunu akademik bir perspektifle ve kaynaklara dayanarak ele almayı amaçlamaktadır.
Özel Finans Kurumlarının Kuruluşu ve İlk Yılları
Türkiye’de faizsiz finans sistemine yönelik ilk teorik çalışmalar 1980’li yıllardan itibaren yapılmış ve bu alanda önemli eserler ortaya konmuştur. Uygulama düzeyinde ise faizsiz bankacılık, 16.12.1983 tarihli bir Başbakanlık Kararnamesi ile kurulmuş ve 1984 yılında Albaraka Türk ve hemen ardından Faisal Finans’ın faaliyete geçmesiyle başlamıştır. Bu kurumlar başlangıçta “Özel Finans Kurumu” (ÖFK) adıyla anılmıştır. ÖFK’lar, ticari bankalar, yatırım ve kalkınma bankalarından sonra Türk bankacılık sektörüne üçüncü bir finansal kurum türü olarak dâhil olmuşlardır.
ÖFK’ların kuruluşundaki temel gerekçelerden biri, finansal sistem içerisine alınamayan “atıl fonların” sisteme kazandırılmasıydı. Özellikle dini hassasiyetler nedeniyle faize dayalı finansal faaliyetlerden kaçınan müşterilerin varlığı, bu kuruluşların hedef kitlesini oluşturuyordu. ÖFK’lar, topladıkları bu fonları reel sektöre kaynak olarak aktararak ekonominin gelişmesine katkıda bulunmayı hedeflemişlerdir. Murabaha, kâr-zarar ortaklığı yatırımları, finansal kiralama (ijara) yoluyla doğrudan kredi kullandırma gibi ürün ve yöntemleri Türk finans sektörüne kazandırmışlardır.
Ancak, ÖFK’ların ilk yılları çeşitli zorluklarla geçmiştir. Özellikle Türkiye’nin 1980’ler ve 1990’larda yaşadığı siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar, sektörün hacim olarak hedeflenen seviyelere (başlangıçta yüzde 10 pazar payı hedeflenmişti) ulaşmasını engellemiştir. Ayrıca, kuruluşlarında herhangi bir kanuna tabi olmamaları, yasal statülerine ilişkin tartışmalara yol açmış ve faaliyetleri üzerinde belirsizlik yaratmıştır. ÖFK’ların yasal bir çerçeveye dâhil edilmesi gerektiği yönünde farklı görüşler bulunmaktaydı.
Bu dönemdeki en kritik olaylardan biri, 2000-2001 ekonomik krizi sırasında İhlâs Finans Kurumu’nun yaşadığı sıkıntılar ve ardından faaliyet izninin kaldırılması olmuştur. Geleneksel bankalarda devlet garantisi varken ÖFK’ların hiçbir garantisi yoktu. İhlâs Finans’ın iflası, toplumda ÖFK’lara karşı büyük bir güven sorunu yaşatmıştır. Bu durum, ÖFK’ların yasal durumlarının yeniden düzenlenmesi gerekliliğini acil hale getirmiş ve “Özel Finans Kurumlarının Kuruluş ve Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik” yayınlanarak “Güvence Fonu” oluşturulmuştur. Bu adımlar, müşteri güvenini yeniden tesis etmeyi amaçlamıştır.
Yasal Düzenlemeler ve Katılım Bankalarına Dönüşüm
ÖFK’ların yasal statülerinin güçlendirilmesi ve denetimlerinin artırılması, sektörün sağlıklı gelişimi için elzem hale gelmişti. İlk adım, 19 Aralık 1999 tarihinde 4389 sayılı Kanun kapsamına alınarak bankalar kanunu kapsamına dâhil edilmeleri olmuştur. Bu, ÖFK’ların faaliyetlerinin bir bankacılık türü olarak kabul edildiğinin ilk net göstergelerindendi.
Sektörün tarihinde asıl dönüm noktası, 2005 yılında yürürlüğe giren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu olmuştur. Bu kanun ile Özel Finans Kurumları, tamamıyla bankacılık sisteminin içine alınmış ve her bakımdan banka oldukları net bir şekilde belirtilerek isimleri “Katılım Bankası” olarak değiştirilmiştir. Bu isim değişikliği, sadece şekli bir düzenleme değil, aynı ilke ve yöntemleri kullanan dünya genelindeki benzer kurumların “faizsiz banka” gibi adlarla anılması ve “Özel Finans Kurumu” ibaresinin sadece Türkiye’ye özgü olması gibi nedenlerden kaynaklanmıştır. “Katılım Bankası” tabiri, yapılan faaliyetin bir bankacılık türü olduğunu daha açıkça ifade etmekte, ulusal ve uluslararası finans çevrelerinde tanınabilirliği artırmakta ve yapılan bankacılığın kâr ve zarara katılım esasına dayalı olduğunu vurgulamaktadır.
Yeni kanunla birlikte, önemli yapısal değişiklikler de gerçekleşmiştir:
- ÖFK’ların topladıkları fonlar için oluşturulan Güvence Fonu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmiştir. Bu, Katılım Bankalarındaki tasarrufların da 50 bin TL’ye kadar olan kısmının TMSF tarafından sigorta edilmesi anlamına geliyordu.
- Katılım Bankaları da diğer bankalar gibi faaliyet izni kaldırılmadan önce TMSF’ye devredilebilecektir.
- Faaliyet izni kaldırılacak Katılım Bankalarının tasfiye görevi, daha önce Özel Finans Kurumları Birliği tarafından yürütülürken, yeni kanunla TMSF tarafından yürütülmeye başlanmıştır.
- Kurumların isimlerinin değişmesine paralel olarak, “Özel Finans Kurumları Birliği”nin adı da “Türkiye Katılım Bankaları Birliği” (TKBB) olarak değiştirilmiştir.
5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile Katılım Bankaları, mevduat bankaları ile eşit değere ve yasal haklara sahip olmuşlardır. Bu yasal çerçeve, yabancı uzmanlar tarafından faizsiz bankacılık konusunda dünyadaki en iyi ve yeterli düzenlemelerden biri olarak değerlendirilmiştir. Bu dönüşüm, Katılım Bankalarının misyonlarını gerçekleştirmelerinde sisteme yeni bir heyecan ve dinamizm kazandırmayı hedeflemiştir.
Katılım Bankacılığının Güncel Durumu ve Gelecek Vizyonu
Katılım Bankası statüsüne geçiş ve yasal düzenlemelerin sağladığı güven ortamı, sektörün 2005’ten sonra hızlı bir büyüme sürecine girmesini sağlamıştır. Özellikle 2008 küresel ekonomik krizinden sonra Katılım Bankacılığı, finansal krizlere daha dayanıklı olduğunun görülmesiyle dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gelişimini hızlandırmıştır. Katılım bankalarının, mevcut alacaklı-borçlu ilişkisi yerine daha çok risk paylaşımına yönelik ortaklık ruhunu getirmesi, sistemin algısını olumlu yönde etkilemiştir.
Bugün Türkiye’de, üçü özel sermayeli ve üçü de devlet sermayeli olmak üzere altı adet Katılım Bankası faaliyet göstermektedir. Türkiye Emlak Katılım Bankası, 25 Şubat 2019’da %99,99 ortaklık payı ile Hazine ve Maliye Bakanlığı ana hissedarlığında yeniden açılan devlet destekli bir örnektir. Kamunun Katılım Bankacılığını desteklemesi, sektöre sermaye girişlerine önemli katkı sağlamıştır.
Katılım Bankacılığı, Türkiye ekonomisine önemli katkılar sunmaya devam etmektedir. Atıl fonları sisteme kazandırma, gelir dağılımını düzenleyici etkiler, kayıt dışı ekonomiyi kayıt altına alma, reel sektöre kaynak aktarma, istihdama katkı ve kamu maliyesine katkı bu katkılardan bazılarıdır. Sistem, yatırım faaliyetlerinde faize dayalı bir model yerine kâr-zarar ortaklığı prensiplerine dayanmaktadır. Murabaha işlemleri ağırlıklı olsa da, sukuk (kira sertifikası), ijarah (finansal kiralama), müshareke, mudarebe gibi çeşitli faizsiz finans ürünleri kullanılmaktadır. Devlet, altına dayalı kira sertifikası ihraçları gibi düzenlemelerle bu ürünlerin kullanımını teşvik etmektedir.
Sektörün gelişimi için çeşitli stratejik hedefler ve aksiyonlar belirlenmiştir. Bunlar arasında ürün ve hizmet çeşitliliğinin artırılması, dijitalleşme ve İslami FinTek uygulamalarına yatırım yapılması, nitelikli işgücü yetiştirilmesi, akademik yayınların ve veri tabanlarının artırılması, ve İstanbul’un bir finans merkezi haline getirilerek İslami finans alanındaki rekabetçi pozisyonun güçlendirilmesi yer almaktadır. İstanbul Finans Merkezi (İFM) projesi, Katılım Bankalarının gelişimini desteklemekte ve yabancı sermayeyi çekme potansiyeli sunmaktadır.
Ancak sektörün önünde hala aşılması gereken engeller bulunmaktadır. Fas örneğinde olduğu gibi, gelişmiş bir İslami finans altyapısının eksikliği ve kamu bilincinin yeterli seviyeye ulaşmaması gelişimin önündeki engeller olarak gösterilmektedir. Türkiye özelinde de şube sayılarının azlığı, ürün çeşitliliğinin sınırlı olması, interaktif hizmetlerdeki (e-bankacılık, mobil bankacılık) yetersizlikler, denetleme usullerine olan güvensizlik ve alimler arasında fetva uzlaşısının tam sağlanamaması gibi sorunlar bulunmaktadır. Ayrıca, uluslararası denetleme kuruluşları (AAOIFI, IFSB, IIRA) ile tam entegrasyon sağlanamaması, Katılım Bankalarının “kırmızı çizgilerinin” belirsizleşmesi ve finansal faaliyetlerin zamanla konvansiyonel bankalarla aynı olduğu algısını doğurabilmektedir. Bu sorunların çözümü için düzenleyici kurumlarla (BDDK, SPK, KGK) işbirliği içinde çalışmalar yürütülmektedir.
Sonuç
Türkiye’de faizsiz finans sektörü, 1980’lerde Özel Finans Kurumları adıyla başlayan mütevazı bir başlangıca sahiptir. Faizsiz finansman taleplerine yanıt vermek ve atıl fonları ekonomiye kazandırmak amacıyla kurulan ÖFK’lar, başlangıçta yasal çerçeve ve ekonomik istikrarsızlık gibi zorluklarla karşılaşmışlardır. Ancak, 1999’da bankalar kanunu kapsamına alınmaları ve özellikle 2005’te 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile “Katılım Bankası” adını almaları ve diğer bankalarla eşit statüye kavuşmaları bu sürecin en kritik aşamalarını oluşturmuştur. Bu dönüşüm, sektörün yasal altyapısını güçlendirmiş, denetim mekanizmalarını netleştirmiş ve ulusal ve uluslararası alanda tanınabilirliğini artırmıştır.
Bugün Katılım Bankaları, Türk finans sisteminin önemli ve tamamlayıcı bir parçasıdır. Faizsiz prensiplere dayalı çalışmalarıyla dini hassasiyeti olan kesimlerin finans sistemine katılımını sağlamakta, reel ekonomiye kaynak aktararak büyümeye katkıda bulunmakta ve finansal çeşitliliği artırmaktadırlar. Finansal krizlere karşı gösterdikleri nispeten daha güçlü duruş ve devlet desteği, sektörün potansiyelini göstermektedir.
Önümüzdeki dönemde sektörün ana hedefleri arasında ürün ve hizmet çeşitliliğini artırmak, dijitalleşmeye adapte olmak, nitelikli insan kaynağını geliştirmek, ve İstanbul Finans Merkezi projesi kapsamında uluslararası alanda daha rekabetçi bir konuma ulaşmak yer almaktadır. Kamu bilincinin artırılması, denetim standartlarında şeffaflığın sağlanması ve fetva birliğinin güçlendirilmesi gibi mevcut zorlukların aşılması, Katılım Bankacılığı’nın Türkiye ekonomisindeki rolünü daha da büyütecek ve sektörün küresel faizsiz finans sistemindeki yerini sağlamlaştıracaktır. Faizsiz finans, sadece bir bankacılık modeli değil, aynı zamanda risk paylaşımı ve toplumsal dayanışma ruhunu taşıyan, sürdürülebilir ekonomik kalkınmaya katkı potansiyeli yüksek bir yaklaşımdır.